Financial Times şarap yazarı, Kraliçe Elizabeth’e de şarap konusunda danışmanlık yapmış Jancis Robinson Türk şarapları üzerine bir yazı kaleme aldı. Ünlü şarap eleştirmeni Robinson’ın “Türk şaraplarının Türkiye dışında daha yaygın şekilde takdir edildiğini görmeyi çok isterim” dediği, Türk şarap üreticilerinin dertlerine değindiği yazısını aynen çeviriyoruz.
Türkiye’ye şaraplarını incelemek için ilk gittiğimden bu yana 15 yıl geçmişti. İyi ya da kötü çok şey değişmişti.
2009’da ülke hala 1990’larda Türk şarabında yaşanan rönesansın etkilerini hissediyordu. Her yerde çoğu Cabernet Sauvignon, Merlot ve Chardonnay gibi uluslararası üzüm çeşitlerinin Türk versiyonlarına odaklanan butik şarap üreticileri açılıyordu.
Ancak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yönetimi şarap üreticisi dostu olmadı. Bugün şarabın nerede ve nasıl satılabileceği konusunda sıkı kontroller var. Sosyal medyada şaraptan bahsetmek suç sayılıyor. Ve bu yılın mayıs ayından itibaren, ne kadar küçük ölçekte olursa olsun, satış amaçlı şarap üretenlerin, gelecekteki olası vergi ve para cezalarına karşılık depozito olarak milyonlarca Türk lirasını teminat olarak bir kenara koymaları şartı getirildi.
Sonuç olarak ülkenin 191 şarap üreticisi arasında bir korku kültürü oluşmuş durumda. Müfettişler rastgele gelip şarap uzmanlarına çılgınca gelen taleplerde bulunabiliyor. Örneğin kullanılmış fıçıların ticaretini yapmak yasadışı.
Kapadokya’da ismini vermek istemeyen bir üreticiyi ziyaret ettim. Dünyanın her yerindeki üreticiler gibi o da şarabını kil küplerde yapıyor, yerel müfettiş tarafından bunun hijyenik olmadığı düşünülüyor. Şimdi şarabını küçük bir paslanmaz çelik tankta yapıyormuş gibi davranmak zorunda ve müfettiş her ay gelip bunu kontrol ediyor. Bir başka İspanyol şarap üreticisi, özellikle ağır bir denetimden sonra ülkesine dönmekten zor vazgeçirildi.
Yabancı ziyaretçiler de durumdan etkilenebiliyor. Şarap yazarı meslektaşlarım Oz Clarke ve Caro Maurer mayıs ayında İstanbul’da büyük bir şarap fuarına katılacaktı ancak organizatörün şarap servisinin yapılacağı bir etkinlik için izin alamaması üzerine fuar bir anda iptal edildi.
Geçen ay konuşmacı olarak davet edildiğim ‘Kök, Köken, Toprak’ sempozyumu, resmi makamları kızdırmamak için dikkatlice tasarlanmıştı. Servis edilen tek şarap, neredeyse tamamı yerli üzüm çeşitlerinden yapılan, gerçekten heyecan verici bir dizi şarabın tek başına tadımıydı. Bu etkinlik benim için, gelecek vaat eden bu asmaları toprakta tutmaya adanmış bir kuruluş olan Heritage Vines of Turkey’in dört kurucusundan biri olan şarap delisi Ankaralı mimar Umay Çeviker tarafından organize edildi.
2018 ve 2022 yılları arasında Türkiye 38 bin hektardan fazla üzüm bağını kaybetti (karşılaştırma yapmak gerekirse, Yeni Zelanda’da toplamda yaklaşık aynı miktarda üzüm bağı var) ancak kaybedilenlerin çoğu kurutulmuş meyve veya damıtma amaçlıydı, çiftçiler elma ve nektarin gibi daha karlı ürünlere geçtiler.
Ve daha iyi şarap olma eğiliminde oldukları ve iklimin değişkenliklerine genç olanlardan daha iyi dayanabildikleri için ülkenin şarapla ilgili en zengin kaynaklarından biri olarak görülmesi gereken yaşlı üzüm bağlarına çok az saygı duyuluyor.
2009’da İstanbul’da tattığım 84 şarapta toplam altı Türk üzüm çeşidi bulunuyordu ve bunlar çoğunlukla uluslararası çeşitlerle yapılan kupajlarda küçük bileşenler olarak yer alıyordu. Ancak üreticiler artık yerli üzümleriyle çok daha fazla gurur duyuyor. Çeviker bana gösterdiği 64 şarapta 31 farklı Türk üzüm çeşidine yer vermeyi başardı ve bana şu anda ticari dolaşımda olan şaraplarda 68 kadar üzüm çeşidi bulunduğunu ve bunların çoğunun tek çeşit (monosepaj) üzümlü şaraplar olarak ön etikette gururla ilan edildiğini söyledi.
Tekirdağ’daki ulusal asma koleksiyonu en az 854 farklı çeşit içeriyor. Ancak bunların hepsi şaraplık üzüm değil. Son yıllardaki daralmaya rağmen Türkiye hala dünyanın en büyük beşinci üzüm asma alanına sahip ve en büyük kuru üzüm üreticisi konumundayken, ülkedeki bağların sadece yüzde 3’ü şaraplık üzüm üretiyor.
Ama ne şaraplar! Kısmen şarap üreticilerinin yaratıcılığı sayesinde çok geniş tatlar ve tarzlardan oluşan bir koleksiyon var. Yaşlı asmalardan (yetişmiş ağaçlar) yapılan şarapları, beton, yumurta şeklindeki fermantasyon tanklarından şarapları, mayaların dolaşımını sağlamak için yumurta şeklindeki fıçılarda yıllandırılan şarapları, sultani üzümden elde edilen meşe içinde yapılan Riesling benzeri bir şarabı, modaya uygun bir pét-nat’ı ve kırmızı şarap yapımından kalan üzüm kabuklarıyla mayalanan beyaz bir şarabı tattım.
Ülkenin coğrafyası ve jeopolitik konumu sayesinde Türk olmayan pek çok etki de söz konusu. Türkiye saat yönünde Gürcistan, Ermenistan, İran, Irak ve Suriye ile sınır komşusu. Ermenistan sınırında 1.780 metrede (herhangi bir Avrupa bağından daha yüksekte) yetiştirilen bir şarabı; Gürcü, Suriye ve Girit üzüm çeşitlerinden yapılan şarapları ve kısa bir süre önce yasak bölge olan Kürt bölgesinden gelen şarapları tattım.
Bir de yüzyıl önce Yunanlıların Türkiye’den gönderildiği ve Yunanistan’da ikamet eden Türk vatandaşlarının zorla geri gönderildiği ‘nüfus mübadelesi’ var. Yunanlıların çoğu yetenekli ve hevesli şarap üreticileriydi. Onların göçü, Türkiye’nin yüzyıllar süren Osmanlı yönetiminden sonra sahip olduğu şarap kültürünü önemli ölçüde azalttı. Türk olduğu düşünülen bazı üzüm çeşitlerinin Yunan kökenli olduğunun ortaya çıkması sürpriz olmayacaktır.
Benzer geniş üzüm yelpazesi ve teruarları ile Yunan şaraplarının takdirinde küresel bir artış olduğunu görmüş, hatta teşvik etmiş biri olarak, Türk şarabının Türkiye dışında daha yaygın bir şekilde takdir edildiğini görmeyi çok isterim (Aynı zamanda, yerel şarap stilleri ve tatları konusunda uyarıcı bir yelpaze sunabilen bir başka şarap üreticisi ülke olan Portekiz ile de bir paralellik var).
Ancak şu an için, örneğin ABD’de, Wine-searcher’daki (içki arama motoru) ‘Turkey’ aramasının sundukları Wild Turkey viskisi tarafından domine ediliyor. İngiltere’de sadece bir avuç Türk şarabı mevcut. Eskiden Fat Duck’ın ve şimdi Londra’da kendi Michelin yıldızlı restoranı Trivet’in Türkiye kökenli master someliyesi İsa Bal bile, son derece eklektik şarap listesinde dikkat çekici derecede az Türk üreticisinin şarabına yer veriyor. Türk şarap ihracatı şu anda ülke üretiminin sadece yüzde 3’ünü temsil ediyor ve sadece 8,5 milyon sterlin değerinde, yani Bordeaux’nun birinci sınıf şaraplarından tek bir tanesinin yaklaşık onda biri kadar.
Şarap severler, şarap üreticileri ve şarap profesyonellerinden oluşan İstanbul buluşmasında yaptığım konuşma sırasında, şaraplarını ihraç etmede ilerleme kaydedebilmelerinin tek yolunun birlikte çalışmak olduğunu söylediğimde salonda kahkahalar yükseldi.
Ancak konferansın ardından verilen resepsiyonda Boğaz kenarında şaraplarımızı yudumlarken, bir diğer konuşmacı ve Yunan şarap üreticisi Gaia Wines’ın başkanı Yiannis Paraskevopoulos da benimle aynı fikirdeydi ve ekledi: “Eğer biz Yunanlılar birbirimizle işbirliği yapabiliyorsak, Türkler de yapabilir.”
Yunan şarapları bir şekilde bireysel üreticiler ve hükümet arasında bir yol bulmayı başarıyor ancak Türkiye şarapları 2008-2014 yılları arasındaki halinin gölgesinde kalmış durumda. Dolayısıyla şu an için en iyisi ülkenin en büyük üreticileri olan ve ihracat derdiyle uğraşan Doluca, Kavaklıdere, Kayra, Pamukkale ve Sevilen’in şaraplarını bulmaya çalışmak.
EN ÇOK BİLİNEN TÜRK ÜZÜMÜ ÇEŞİTLERİ
BEYAZLAR
- Emir: Mineralitesi yüksek, canlı Anadolulu
- Narince: Hem şarap hem de dolma için kullanılan, yaygın olarak yetiştirilen meşe dostu
- Yapıncak: Son derece karakteristik, yakın zamanda kurtarılmış Trakyalı
KIRMIZILAR
- Boğazkere: Öküzgözünün geleneksel kupaj partneri, gövdeli
- Kalecik Karası: Ankara yakınlarından, bolca vişne aroması. Muhtemelen Hitit mirası
- Öküzgözü: Boğazkere kupajlarında meyve aromaları önde