İçimizde sürüp giden hayat muhasebesi ileri yaşlarda daha da yoğun duyuluyor. Hayatı olmayacakları bilerek kabullenmek, yine de güzel ve doğru yaşamaya çalışmak, umudu ayakta tutmak... Hatta bazen sonbaharda çiçek açmak.

“Bir roman kadar uzun bu tümce/ sonra işte yaşlandım.”

Gülten Akın’ın bu dizeleri, Türk şiirinin en güzellerinden. Zeynep Güven “50’den sonra bikini giyilir mi” diye sormuştu bir yazısında. Biz 50’den sonrasına geçenler “bikini giysek mi”nin neşeli sularından başlıyoruz sormaya, sordukça daha derin sularda buluyoruz kendimizi.

Bu yaşlar çok güzel. Çünkü kendimizi daha iyi tanıyoruz, kusurlarımızı sahiplendik, bazı şeyler yapamayacağımızı, bazı insanları sevemeyeceğimizi kabullendik, sınırların kafamızda olduğunu öğrendik, bir yandan sınır koymakta iyileştik. “Esas ben ne istiyorum” diye utanmadan sormaya başladık kendi kendimize.

Bir yandan da bu yaşlar zor. Bedenimizden yaşlandığımıza dair sinyaller geliyor. Kolayca yapabildiğimiz bazı şeyler bizi zorlamaya başladı. Dilimizin ucuna gelen kelimeler, bazen orada takılı kalmakta direniyor. Sanki bir tepeye tırmandık, bir taraftan bakınca gençliğimizi en geniş haliyle görüyoruz, öbür taraftan bakınca önümüzde yaşlılığın bilinmezliği uzanıyor. Çocuklarımız büyüyor, kendi yollarında ilerliyor, anne babalarımız gözümüzün önünde çocuklaşıyor.

Bir mucize olmayacak, mutabıkız

Kamil Erdem’in son kitabı ‘O Sonbahar, O Kış’taki ‘Görüşme’ öyküsü tam da buralardan yakaladı beni. Çok beğendim bu öyküyü, çok gerçek ve şiirsel buldum. İleri yaşta bir çiftin bir öğleden sonrasına misafir olduğumuz bu öykü, uzun evlilikler ve anne baba olmaya dair incelikleriyle, billur gibi: “Çocukların uzakta oluşlarını da artık doğal bulmayı biliyorduk ve konuşmaya gerek görmüyorduk ama bu bilgi, bilgiden öte bir şeydi, daha derinlerdeydi.”

İçimizde sürüp giden hayat muhasebesi, ileri yaşlarda daha da yoğun duyuluyor. Nitekim öyküdeki çift, “bir mucizenin olmayacağına dair mutabakata varmış” bir noktada. Hayatı olmayacakları bilerek kabullenmek, gene de güzel ve doğru yaşamaya çalışmak, umudu ayakta tutmak. İşte insan olmanın temel mücadelesi.

Kamil Erdem’in 2016 yılında yayınlanan ‘Şu Yağmur Bir Yağsa’ kitabı da çok güzeldir. Erdem ile ilgili beni en etkileyen hususlardan biri bu ilk kitabını 71 yaşında yayınlamış olması. İkinci kitabı ‘Bir Kırık Segah’ ile Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazandı. 2022 yılında ‘Yok Yolcu’ kitabıyla Türk edebiyatının bir diğer önemli onuru 68. Sait Faik Armağanı’na layık görüldüğünde ise 77 yaşındaydı. Bir söyleşide “80’lerde dergilerde yayımlanan öyküleriniz var. Sonra uzunca bir süre adeta susmuşsunuz. Neden” diye soruyorlar. Cevabı: “Bu soruyu hep soruyorlar. Ben de her seferinde makul bir yanıt bulamıyorum.” Bu yanıt şahane değil mi? Makul yanıt olmak zorunda değil. Makulün baskısını koyalım bir kenara ve teslim edelim, hayat böyle de yaşanır.

Erkenden yola çıkmak mı geç çiçek açmak mı?

Ve tüm ezberlerin aksine, erkenden yola çıkmak kadar geç çiçek açmak da güzel. Bu konuda The Atlantic’te 26 Haziran’da David Brooks’un bir makalesi yayınlandı: “Geç çiçek açanlardan olabilirsiniz: Başta çırpınıp ileri yaşlarda başarılı olanların sırları.”

Brooks’a göre genç yaşta veya hızlı başarılı olmak, eğitim sistemi başta olmak üzere baskın tüm sistemlerin bir dayatması. Ayrıca bazı insanlar yaradılış itibariyle hakikaten dıştan gelen onay ve ödüllerle motive oluyorlar. Ama her insanın yaradılışı böyle değil. Bazı insanların motivasyonu tamamen içsel. Bir şey deneyip, öğrenip, başka bir şey denemeyi boşa geçmiş zaman olarak görmüyorlar. Hatta bitirdikleri işleri, eserleri kolay kenara atıyorlar. Öğrenmeye meraklı olduklarından, hayatı uzun bir biriktirme ve detaylandırma dönemi olarak algılıyorlar. O klişe ile ifade etmek gerekirse varış noktasından çok yolculukla ilgililer. Dolayısıyla en verimli dönemleri de ileri yaşlarda geliyor.

Erdem’in öykülerini okuduğumda, hayata güzel bir yerden baktığını düşünüyorum. Söyleşisinde şöyle diyor:“İnsanlık tarihi biraz da yenilgiler tarihidir. Resmi tarih hep zaferlerden söz eder. Ama bakmayın insanın bu denli övünmesine, çünkü her yengi ve yenilgi insanlığın zayıflığının iki yüzüdür. Biz yenilmişsek, bizi yenenlerin yengileri yaralı berelidir. O yüzden hâlâ umut var.”

Neticede önemli olan yaş değil zihniyetimiz. Onu nasıl taze tuttuğumuz, merakımızı, zevklerimizi nasıl beslediğimiz. Her yaşta baştan başlayabilir, bıraktığımız topu tekrar elimize alabilir, yeni bir şey deneyebiliriz. Şair Dylan Thomas’ı yad ediyorum, hepimize “Gitme o güzel geceye usulca” diyorum.