BBC’nin Hamas militanlarına terörist dememesi bu hafta epey tartışıldı. İngiltere Savunma Bakanı BBC’nin bu politikasını utanç verici diye tanımladı. Dışişleri Bakanı ve Kültür Bakanı BBC’nin politikasını yeniden değerlendirmesi gerektiğini söyledi. Bu baskıya rağmen BBC politikasının arkasında durdu. BBC’nin savunması özetle şu: “Kelimeler önemlidir. Birilerine terörist demek taraf tutmaktır ve biz tarafsız gazetecilik yapıyoruz. İçeriğimiz tam bağımsızdır. İşimiz sahada olanı titizlikle tarif etmektir. Bu şekilde izleyicimiz kendi muhakemesiyle olan biten hakkında sonuç çıkarabilir.”
İsrail ve Filistin’de olan korkunç gelişmeleri takip ederken edebiyatta anlatım stratejileri ve güvenilmez (tekinsiz) anlatıcı kavramlarını düşündüm. Bir hikayeyi aktarmanın birçok yöntemi var ve bir yazar hikayenin yapısıyla ve hikayeyi kimin perspektifinden anlattığıyla ilgili karar aldığında bir yazım stratejisi kurmuş oluyor.
Kimi hikayeyi birinci tekil şahsın perspektifinden, kimi hikayeyi her şeyi gören bilen hakim (tanrısal) perspektiften okumamız bir tesadüf değil. Güvenilmez (tekinsiz) anlatıcı kavramı ise ilk kez 1961 yılında Wayne C. Booth’un Kurmacanın Retoriği kitabında tanımlanmış. Şöyle diyor Booth: “Güvenilmez anlatıcı doğruyu anlatmayan anlatıcı değildir -hangi kurgu yazarı doğruyu birebir anlatır ki? Güvenilmez anlatıcı yalan söyleyen, gerçeği gizleyen, okuyucuyu yanıltan anlatıcıdır.”
Postmodern edebiyatta güvenilmez anlatıcı önemli bir edebi stratejidir. Postmodernizm büyük anlatılara ve ideolojilere, özellikle sebep sonuç gibi Aydınlanma Çağı rasyonalizmine bir itirazdır. Postmodernizm bilhassa objektif bir hakikat varmış gibi yapan tarih anlatılarını eleştirir. Objektif bir hakikat olduğu dayatmasının insan deneyiminin zenginliğini hiçe saydığını, insan deneyimini zengin kılanın farklı perspektiflerin varlığı olduğunu öne sürer. Alternatif anlatılara ve seslere davet çıkarır.
Bu bağlamda postmodern edebiyatta metin kendi metinselliğine sürekli dikkat çeker. Okuyucuya metnin içindeki hikayeye kapılıp gitmemesini, okuduğunun ötesinde bir hikaye de olabileceğini, okuduğunun bir kurgu, metnin bir anlatıcısı olduğunu hatırlatır. Klasik metinlerde okuyucu kendini anlatıcının güvenli ellerine teslim eder. Kimi postmodern metinlerde ise okuyucu çelişen bilgilerle, garip gelişmelerle anlatıcının pek de güvenilir olmadığını fark eder. Bu tetikte olma hali sayesinde metinle farklı bir ilişkiye girer.
Joseph Heller’ın Madde 22 romanı güvenilmez anlatıcının yer aldığı ünlü bir eserdir. Madde 22, İkinci Dünya Savaşı ile ilgili bir kitaptır ve savaşın saçmalığını ortaya koymak üzere yazılmıştır. Bir yandan Amerikan iş dünyası nezdinde kapitalizmin vahşi yayılmacılığını eleştirir, diğer yandan şirketler ve savaş arasındaki bağları ifşa eder. Burada anlatıcının güvenilmezliği “herkes deli mi, delirmiş mi” gibi bir etki yaratır ve savaşın korkunçluğunu hicvetmeyi mümkün kılar. Bu şekilde bir anlatım stratejisi savaş felaketini vaaz vermeden düşündürmeye hizmet eder. Nitekim Madde 22, 20. yüzyılın önemli romanları arasında sayılmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı’nı anlatan bir metin hicivden ve güvenilmez anlatıcıdan yararlanıyorsa İsrail- Filistin ile ilgili güncel bir roman nasıl bir kurguyla karşımıza çıkabilir? İsrail-Filistin üzerine sadece bir roman okudum ve bu soruya etkili bir cevabı orada buldum. Bu roman 2020 yılında yayınlanan, Colum McCann’in yazdığı ve ne yazık ki henüz Türkçe’ye çevrilmemiş olan ‘Apeirogon’. Kitap gerçek bir hikayeye dayanıyor: Filistinli Bassam Aramin ile İsrailli Rami Elhanan’ın arkadaşlığına…
Birinin kızı bir intihar bombacısına 13 yaşında kurban gidiyor, ötekinin kızı bir İsrailli asker tarafından 10 yaşında vuruluyor. Her iki erkek de barışa dönük bir çözüm arayışındalar. Benzer şekilde çocuklarını kaybetmiş ebeveynlerden oluşan bir grupta tanışıp dost oluyorlar.
Apeirogon’da güvenilmez anlatıcı yok, tersine bu gerçek trajediyi hak ettiği özenle ele almaya çalışan ve her iki insanın perspektifini de ortaya koyan bir anlatım var. Bu özen anlatım stratejisi kadar, kitabın yapısında da kendini belli ediyor. Apeirogon 1001 bölümden oluşuyor, yani bir anlamda paramparça. Aynı zamanda 1001 Gece Masalları’na bir atıf olan bu yapı okuyucuyu Mitterrand’ın son yemeğinden Borges’e yan hikayelere de saptırıyor, ama yan hikayelerde dahi odağı bu trajedide ve iki babanın kederinde tutuyor. Sulu gözlü olmayı reddeden bir şiirsellikle hem de…
İki baba 2007’den bu yana dünyayı dolaşıyor, deneyimlerini aktarıyor ve barışçıl bir çözümün gerekliliğini savunuyor. Roman ise bu barışçıl çözümün ancak insanı insan olarak algılayanlarla ve dostluk inşa edenlerle mümkün olabileceğine dair net bir tavır alıyor.
Acaba bu günlerde Aramin ve Elhanan ne yapıyorlar? Bu hafta BBC’de konuşan İsrailli eski barış müzakerecisi Daniel Levy’nin sunucuya nasıl itiraz ettiğini görmüşler midir? Levy “İsrail kendini savunduğunu ve Gaza’daki Hamas teröristlerini hedeflediğini söylüyor” diyen sunucuya “Bunları nasıl istifinizi bozmadan söyleyebiliyorsunuz?… Bir devlet sivillerin gıdasını, elektriğini, suyunu kesiyorsa, Hamas teröristlerini hedefliyor diyemezsiniz… Bu tip yalanların dolaşımda olmasına izin verilemez… Bu yalanlara kendilerini inandıranlar yanlış politikalara yol açar… Eğer yalanların yalan olduğunu söylemezsek biz de savaş çığırtkanlığı yapmış oluruz” dedi.
Sadece edebiyat değil, bize sunulan her tür anlatı, bir anlatı stratejisi üzerine kurgulanmıştır. Dolayısıyla hangi mecra aracılığıyla hangi bilginin sunulduğuna, kimin hangi kelimeleri kullandığına dikkat etmek durumundayız. Tekinsizlik kol geziyor, ama neyse ki nitelikli edebiyat hakikatin karmaşıklığına hala işaret ediyor. Apeirogon sonsuz kenarı olan bir çokgendir.
Yazıda bahsi geçen yazarlar ve kitaplar:
Wayne C. Booth, Kurmacanın Retoriği
Joseph Heller, Madde 22
Colum McCann, Apeirogon