Sevinç Özkaya’nın öyküsü genç yaşta kız kardeşi için yaptığı bir fedakârlıkla başlıyor. Küçük kardeş Savaştepe Öğretmen okulunu bitirdiğinde baba onu üniversiteye yollamak zorunda. Yoksa devlete tazminat ödemesi gerekecek. Aile iki çocuğuna birden üniversite okutamayacağı için Sevinç’ten anlayışlı olması ve liseyle yetinmesi rica ediliyor. Yıllar sonra ürünlerine koyduğu “Sevinç Abla” markası ablalığa atılan bu ilk adımın anısına mı acaba?
70’li yılların gözde siyasi duruşu olan solculuk ve devrimcilik ülkenin hemen her bölgesinde birer “Küçük Moskova” yaratmış o dönem.
Sistem tarafından bu hedef gösterme ve gettolaştırma operasyonunun Kuzey Ege örneği, Bayramiç ilçesi. Sevinç’in de yıllardır yaşadığı ve mücadele verdiği bir sahne.
Oğlunun adı için iki ay uğraştı
Mücadelenin ilk perdesi evlenip çocuk yaptığında açılıyor. Oğluna vermek istediği “İlke” ismiyle. Bayramiç nüfus müdürlüğü tarafından son derece sakıncalı görülüyor bu isim. Nüfus memuru tanıdık olduğu için olay öyle soruşturmalara kadar gitmiyor ama kimlik kayıt işlemleri en az iki ay sürüyor, anne belki “doğru yolu” seçer ve fikrini değiştirir diye. Fikir değişmiyor. İlke bugün Antalya Şehir Tiyatroları’nda başarılı bir oyuncu, kendisi gibi tiyatrocu olan eşiyle birlikte.
Sevinç’in tarım ve gıda üretim serüveni okul, evlilik ve çocuk işleri hallolduktan sonra Bayramiç merkezden doğduğu Ahmetçe köyüne dönüp yerleşmesiyle tam başlıyor. Önce ailenin sahip olduğu topraklarda, devamında ise hiç kimsenin ekip biçmediği atıl bir şekilde duran arazileri de kiralayıp faaliyet alanına katarak.
Kocası, iş ortağı ve her daim yoldaşı Hüsamettin’le birlikte. Bugün hâlâ olduğu gibi. Traktörün tepesinde de, tarlada da, pazarda da.
Tarım üretim işlerinin yanı sıra doğuştan eğitimci ve örgütçü yeteneği ona bölgenin kadınlarıyla da “devrimci” çalışmalar yaptırıyor. Köy Kadınlarını Kalkındırma ve Dayanışma Derneği, Bayramiç Belediyesi ve İlçe Tarım Müdürlüğüyle kurduğu iyi ilişkiler sayesinde kadınlar için organize ettiği “dünyada ne olup bittiğini görme” gezileri, eşlerine bağımlı kalmamaları için “yol yordam gösterme” ve “özgüven aşılama” eğitimleri bu yeteneğinin bazı göstergeleri.
“Bursa’ya gittik. Hayatlarında ilk kez bir AVM gördüler, yürüyen merdivenlere bindiler, ilk kez Uludağ’a çıktılar, hem de teleferikle” diye anlatıyor sohbet sırasında.
Çoğu zaman kadınlarla bazen de tek başına kafa tuttuğu, herkese ve her şeye rağmen mücadele ettiği yanlışlar az değil.
Doğayı ve ektiğini ürettiğini korumak için Kazdağlarını tehdit eden madencilere karşı durması bunun en güzel örneği.
O toplantı senin bu toplantı benim ÇED’cilerin korkulu rüyası şeklinde…
Gelelim neler ürettiğine. Bayramiç’in suyu havası toprağı da yardım edince liste bayağı uzun:
Buğdayla başlayalım. Yörenin yerlisi karakılçık ve sarı buğdayı hem ekiyor hem de un, ekmek, bulgur, erişte ve tarhana olarak işlenmiş hale getiriyor. Kalanını tohum olarak bir sonraki seneye saklıyor. “Başkalarının tohumlarına güvenmiyorum” diyor. Ana ürün buğdayın dışında, zeytin, zeytinyağı, domates (salçası, sosu ve kurusu), biber, Bayramiç beyazı, Bayramiç beyazından ayırt etmek için kendi tabiriyle “tüylü şeftali”, üzüm, pekmezi ve sirkesi, elma ve sirkesi, erik ve pestili, susam, tahin, helva, sabun, aromatik yağlar onun ürün yelpazesinden örnekler.
Ürettiklerini satmak için teknolojiyle geleneksel pazarlama yöntemleri ahenkle rol paylaşıyorlar. Güncel ve dinamik bir Instagram sayfası @sevinc.abla her hafta düzenli bir disiplinle gittiği Bozcaada ve Küçükkuyu pazarlarını tamamlıyor.
‘Sevinç Abla’ markasını taşıyan her şey gıda üretim izinli. Ekmekleri pişirdiği fırın bile ÇED raporlu. Otoritelerin kabusu olduğu için onu her türlü yokuşa sürmeyi denemişler ama başaramamışlar.
Uğraşması gereken, daha önemli olduğunu düşündüğü başka sorunlar da var.
Buğday Derneği vasıtasıyla yıllardır üyesi olduğu TaTuTa uygulamasından onun çiftliğine gelen gönüllülerdeki isteksizlik ve umursamazlık ciddi sorunlardan biri: “Kendilerini tatilde gibi görüyorlar ve bana hiçbir faydaları dokunmuyor.”
Başarısız gıda topluluğu girişimleri bir diğer sorun: “İnsanlar bencil ve tembel. Bu yüzden kurulan toplulukların devamı gelmiyor.”
Kırsala göç edenlerle yereller arasında da büyük sorunlar var. “Kırsala göçenler kendi gettolarını kurup yerellere uzak duruyor. Yereller de onlara uzaylı gibi bakıyor. Saç, sakal, kılık kıyafet her şey onlara ters geliyor. Şort giymediklerinde şalvar giyiyorlar ama şalvarları bile farklı. Bir tırmığın üstünde sabah yogası yapan bir genci jandarmaya şikayet edebiliyorlar mesela ‘Tuhaf tuhaf hareketler yapıyordu’ diye.
Kendisine çözüm önerisini sorduğumda aldığım cevaplar çok derin:
Büyük hayallerle buralara gelenler birkaç kitap okuyarak arıcı, zeytinci, bağcı şarapçı olabileceklerini düşünüyorlar. Doğa bir kitap değil. Doğayı sadece kitaptan, tarımı da 15 günlük bir staj yaparak öğrenemezsiniz. Diğer yandan yerellerin de eksikleri var, yeniliklere açık olmamak, temiz gıdanın ne olduğunu tam anlayamamak gibi. Çözüm iki tarafın yakınlaşması. Kadın erkek ilişkisindeki gibi: Hangi taraf olduğu hiç önemli değil ama bir tarafın ilk adımı atması lazım. Çünkü birbirlerinden öğrenecekleri çok şey var.
“Ben iki tarafı da anlayabiliyorum ama benim de kendi sorunlarım var. Kentten buraya gelenler başarısız olduklarında çok üzülmüyorlar çünkü önceki hayatlarında sahip oldukları bir uğraş bir meslek bir becerileri var. O eski hayatlarına kolayca dönüş yapabilirler. Benim böyle bir şansım yok. Ben bu işten başka bir şey bilmiyorum. Benim bildiklerimi yapmaya devam ederek başarmam ve hayatta kalmam lazım.”
Bu çağrı bana Slow Food’un “2017 İyi Temiz ve Adil Deklarasyonu’na geri götürüyor: “İyi” ve “Temiz” Sevinç’ten, “Adil” ise ona emeğinin karşılığını vermesi gerekenlerden gelsin.
Üniversite okusaydı kitapları onlarca dile çevrilmiş ünlü bir felsefeci veya esaslı bir siyasetçi olurdu diye düşünüyorum onunla sohbet ederken. Ben siyasetçiyim diye ortalıkta dolaşan birçoğundan daha esaslı…
Ama gerçekler öyle değil. Sevinç bugün 60 yaşında. Kocası da kendisi de yorgun. Bayrağı devralabilecek olan oğlan da ta Antalya’da ve bambaşka şeylerle uğraşıyor. Bilinçli ve istekli bir TaTuTa gönüllüsüyle yolları kesişirse ve bu gönüllü zamanını ve gayretini toplum destekli tarım meselesine ayırırsa belki…
Dönüş yoluna biraz durgun, biraz üzgün çıkıyorum. Yolun kenarında bir reklam panosu gözüme çarpıyor: “Kendi köyünde yaşa”.
Bir inşaat firmasının son derece fiyakalı bir villa sitesi reklamı.
Acaba bu davet kime? Gelenlere mi yoksa gidemeyenlere mi?
Sevinç Abla’nın Küçük Prens’in aksine gezegenine geri dönmesi gerekmiyor. Onun gezegeni burası. İnandıkları ve idealleriyle birlikte.
Sonra birden başka bir şey aklıma geliyor. İsmi gibi neşeli.
Sohbet sırasında fark ettiğim tişörtündeki İngilizce bir yazı: “Make today awesome” – “Gününü mükemmel yap.”
Acaba o tişörtü üstündeki yazıyı bilerek mi giymişti? Umarım öyledir.