İyi adlandırılınca, güzel ifade edilince kavramların nasıl güç kazandığına dikkat çekmek isterim. İyi isimler, cuk oturan laflar durumu bir çırpıda anlamamızı sağlıyor, üstelik kolay kolay unutulmuyor.

Hani lunaparklarda dehşet tüneli olur ya, market alışverişleri biraz buna döndü, içeri çekinerek giriyor, şok olarak çıkıyorum: Küçülen ambalajlar, düşen gramajlar, bir haftadan diğerine artan fiyatlar…

Meğer bu olgulara yurtdışında enflasyon çağrıştıran fiyakalı isimler takılmış. Mesela fiyatları aynı tutup miktarı azaltma taktiğinin adı ‘shrinkflation’ imiş, ‘shrink’ çekmek demek, miktarlar adeta çekiyor ya o hesap.

Bunun daha sinsi versiyonu ‘skimpflation,’ fiyatı koruyup kaliteyi bozmak anlamına geliyor. ‘Skimp’ eksiltmek demek ve bu lafın Türkçemizde çoktan karşılığı var: Malzemeden çalmak. Bir de ‘greedflation’ var, ‘açgözflasyon’. Kâr konusunda açgözlü davranıp mantıkla açıklanamayan fiyat artışı yapmaya takılan isim de bu.

Ekonomik perspektifi uzmanların değerlendirmesine bırakıp dikkatinizi iyi adlandırılınca, güzel ifade edilince kavramların nasıl güç kazandığına çekmek isterim. İyi isimler, cuk oturan laflar durumu bir çırpıda anlamamızı sağlıyor, üstelik kolay kolay unutulmuyor. Shrinkflation, skimpflation ve greedflation’ı öğrenince, lugatımıza sonradan giren ilginç kelimeler, tabirler neler, nereden gelmişler diye düşünmeden edemedim.

Muz cumhuriyeti 120 yıldır var

Muz cumhuriyeti kavramının ünlü hikayeci O. Henry’nin icadı olduğunu biliyor muydunuz? Muz cumhuriyeti, istikrarsız, ekonomisi birkaç tarım ürününe bağımlı, yolsuzluğun kol gezdiği, ülke yönetiminin bir avuç kişinin elinde olduğu ülkeleri tarif etmek için kullanılan gayet olumsuz bir laf. Türkçe’de de yıllardır dolaşımda. Hatta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dahi bazı konuşmalarında “Türkiye bir muz cumhuriyeti değildir.” cümlesini kullandı.

Muz cumhuriyeti O. Henry’nin 1904 yılında basılan hikâye kitabı Lahanalar ve Krallar’da ilk kez kullanılmış, yani tam 120 yıldır hayatımızda. Bu kitap birbiriyle bağlantılı öykülerden oluşuyor. O. Henry muz cumhuriyeti lafını kitapta geçen Anchuria isimli uydurma bir Orta Amerika ülkesini tanımlamak için kullanıyor. Latin Amerika ülkelerinin özellikle Amerikalı şirketler tarafından sömürülmesine ve dönen politik dolaplara bir eleştiri olarak yazılmış hikayeler, o dönemde bu bölgedeki meyve ticaretinden ilham alıyor.

Nitekim Anchuria’da muz ticareti üzerinden politik dolaplar dönüyor. O. Henry çocukken okuyup kenara koyduğum bir yazar, şimdi bu bilgiyle O. Henry’nin Seçme Hikayeler’ini alıp okumak istedim.

‘Siber uzay’ hayatımıza edebiyat yoluyla giren bir diğer kavram. Bu tanımı romancı William Gibson’a borçluyuz. Gibson, siber uzayı ilk kez 1982’de yazdığı bir kısa hikayede kullanmış, ama bu kavram esas 1984’te yazdığı Neuromancer romanıyla ünlü olmuş. Zira Neuromancer, Nebula, Phillip K. Dick ve Hugo olmak üzere prestijli bilim kurgu ödülleri kazanmış bir roman. Kabaca sanal alem anlamına gelen tabiri Gibson’ın kendisi “insanlığın sahip olduğu her bilgisayardan soyutlanan verinin grafik temsili” olarak tanımlamış.

‘Freelance’ çalışanlar burada mı?

Özellikle reklamcılık gibi yaratıcı mesleklerde çalışanlar ‘freelance’ kelimesine aşinadır, Türkçe’de orijinal haliyle sıkça kullanılır. Tek bir kurumsal yere bağlı kalmadan, serbest çalışmak anlamına gelen ‘freelance’ lafını Sir Walter Scott ilk kez ünlü tarihi romanı Ivanhoe’da kullanmış. Birebir çevirdiğimizde ‘freelance’ “özgür mızrak” demek. Zaten Scott romanında bu sözcükle kimseye bağlı olmayan, paralı askerleri tarif etmiş.

Şamama ve Shakespeare

Düşündüm de Türk bir yazarın zihninden çıkmış ve dilimize yerleşmiş tabirler bulamadım. Vardır muhakkak, acaba neler? Cuk oturan bir örnek değil belki ama Keşanlı Ali Destanı’nda Zilha’nın gezdirdiği köpeğin adı olan ‘şamama’nın, sessiz, sakin oturan çocuklar için bir tür sevgi sözcüğü olarak kullanıldığını çok gördüm. Esasında şamama, bir kavun çeşidiymiş. Büyük usta Haldun Taner Keşanlı Ali’de değerlendirince oradan mı yayıldı bu kullanım, ben de bilemiyorum. Her hâlükârda, Zilha’nın köylü köpeği Karabaş’a “şamama kim, sen kimsin/ herkes haddini bilsin/ o hiç senin küfün mü/ o bir güççük hanfendü” diye söylediği şarkıyı Gülriz Sururi’den youtube’da dinleyin!

Dolaşıma en çok kelime sokan yazar deyince, Shakespeare sanırım rakipsiz. Shakespeare’in oyun ve şiirlerinde 20.000’den fazla sözcük kullandığı, bunların da 1700’den fazlasının ilk kez bu oyunlar ve şiirlerle kayda geçtiği söyleniyor.

Shakespeare, bazı fiilleri isimleştirmiş (critic/ eleştirmen), bazı yaygın kelimelerden sıfatlar üretmiş (lonely/ yalnız), bazen de düpedüz icatlar (bedroom/ yatak odası) yapmış. Bunlar dışında, yüzyıllar sonra yazanlara bile, güçlü tarifleriyle ilham vermiş. Mesela Aldous Huxley’e… Fırtına (Tempest) oyununda Miranda’nın söylediği bu söz dünyanın güzelliğine bir methiyedir (5. Bölüm 1. Sahne, Can Yücel’in çevirisi):

“Bunca yakışıklı varlık varıp gelmiş buraya!
Ne güzel şeymiş meğer insanlık!
Böyle dünyalıları olan,
Yaşasın bu yaman, bu cesur yeni dünya!”

Aldous Huxley yıllar sonra romanına bu “Cesur Yeni Dünya” adını ironi namına verir. Miranda’nın dünyada gördüğü güzellik üzerine sarf ettiği sözü, Huxley distopik bir dünya tasvirinde kullanır.

Gene son yılların en beğenilen romanlarından Gabrielle Zevin’in Tomorrow and Tomorrow and Tomorrow romanı, adını Macbeth’in ünlü tiradından alır (5. Bölüm, 5. Sahne, Ahmet Cemal’in çevirisi):

“Yarın, yarın, ardından yarın, ardından yine yarın. Günden güne böyle sinsice sokulur işte, gelir vakti zaman. Eridi gitti cılız mum. Hayat dediğin nedir ki: oynayan bir gölge, sahnede çırpınıp zamanını dolduran zavallı bir oyuncu. Oyun bitince duyulmaz artık sesi. Bir aptalın anlattığı gürültülü patırtılı bir masal. Hiçbir anlamı da yok.”

İngilizceye bunca yeni kelime armağan eden Shakespeare ismin önemli olup olmadığı hakkında edebiyatın en güzel pasajlarından birini de yazmıştır. Bu pasaj, Romeo ve Jülyet’tedir. Jülyet Romeo’ya aşık olur. Ama Romeo’nun ailesi Montagulerle Jülyet’in ailesi Capuletler can düşmanıdır. Jülyet, bu imkânsız durumu aşmak için şöyle seslenir Romeo’ya (2. Bölüm 2. Sahne, Özdemir Nutku çevirisi):

“Benim düşmanım olan adındır yalnızca
Sen sensin, Montague olmasan da.
Hem Montague nedir ki?
Ne eli bir erkeğin,
Ne ayağı ne kolu, ne yüzü ne de başka bir parçası.
N’olur başka bir ad bul kendine.
Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile
Kokmaz mı aynı güzellikte?
Romeo’nun da adı Romeo olmasaydı,
Kusursuzluğundan hiç bir şey kaybolmazdı.
Romeo, bırak, at bu adı! Senin parçan olmayan
Bu ada karşılık al bütün varlığımı.”

O zaman Türkiye’den selam edelim Shakespeare’e, “love” deyip geçmeyen, aşk, sevda, sevgi, karasevda diye ayrımlar getiren güzel Türkçe’yle: Güle sorma o bilmez aşkı sevdayı neşeyi…

Yazıda bahsi geçen yazarlar, kitaplar

O. Henry, Seçme Hikayeler
William Gibson, Neuromancer
Sir Walter Scott, Ivanhoe
Haldun Taner, Keşanlı Ali Destanı
Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya
Gabrielle Zevin, Tomorrow and Tomorrow and Tomorrow
William Shakespeare, Fırtına, Macbeth, Romeo ve Jülyet