Jerry Gogosian’ı sosyal medyada takip ediyor musunuz? Jerry Gogosian Hilde Lynn Helphenstein isimli sanatçının yarattığı bir persona. Videolar, görseller, meme’ler ve bolca mizah aracılığıyla sanat dünyasının saçmalıklarını gözler önüne seriyor. Jerry Gogosian Instagram algoritması ile işbirliği içinde Sotheby’s’de bir serginin küratörlüğünü dahi yaptı: ‘Suggested Followers: The Algorithm is Always Right (Önerilen Takipçiler: Algoritma Yanılmaz). Öylesine başarılı ki bu sene Hollywood’un önemli yetenek avcılarından United Talent Agency (UTA) ile anlaştı.
Jerry Gogosian için Venedik Bienali mükemmel bir malzeme, epey diline doladı. Bir meme serisinde, ünlüleri Venedik’te deniz taksisine binmiş gösteriyor ve şöyle şeyler yazıyor:
“Bütün sanat dünyası dekolonizasyon (sömürgeciliğin sonlanması) ve dekarbonizasyon (atmosfere karbon salınımının azaltılması) üzerine düşünerek Venedik’te cirit atıyor” veya “Batan bir şehirden ayrılmak için özel jetlerinize giderken, Karbon Nötr sertifikalarınız almayı unutmayın.”
Hakikaten ne yapacağız bu ikiyüzlülükleri, çifte standartları? Her birimizde de var, ahlakçı bir üstten bakışla asla yazmıyorum bunu… Neyse.. Gogosian’ın meme’inde beni esas yakalayan dekolonizasyon teması oldu. Venedik Bienali’nde bu konuyu ele alan eserleri merak ettim doğrusu. Dekolonizasyon ve postkolonyalizm (sömürgeciliğin bıraktığı mirası sorunsallaştıran bakış açısı) benim özellikle edebiyatta çok ilgi duyduğum bir alan..
Yakın zamanda Suudi Arabistan’da çalışmaya başlayan bir arkadaşım burada müthiş bir Rönesans gerçekleştiğini anlatıp duruyor. Kadınların özgürleştiğini, sanata önem verildiğini, kültür merkezleri açıldığını, Atatürk’ten övgüyle bahsedildiğini söylüyor. Bu sohbetlerde şunu bir kez daha fark ettim: Osmanlı İmparatorluğu yüzyıllarca o topraklarda var olmasına rağmen, Arap ülkelerinin kültürüyle ilgili pek bir şey bilmiyorum. Bu kısmen eğitim hayatımda bir eksiklik, kısmen benim meraksızlığım. Bir de şunu düşündüm: Türkiye’nin birçok şehrinde müze gezmeme rağmen, bu müzelerde Osmanlı İmparatorluğu’nun yayıldığı ülkelerin çoğundan herhangi bir şey görmedim. Bolca bu topraklardaki eski Yunan, eski Roma eserleri, Hititler, Urartular…
Oysa mesela İngiltere’de öyle mi? Londra’daki British Museum ve Natural History Museum, adeta sömürgecilik destanı. Yakın zamanda Natural History Museum’u dolaşırken en üst katta, neredeyse bulunamayacak bir köşede şöyle bir plaket keşfettik: “Natural History Museum imparatorluk, sömürgecilik ve keşif bağlamlarında kuruldu. Galerilerimizde ve koleksiyonlarımızda bu mirasın damgaları olduğunun farkındayız. Kurumumuzun tarihini anlamak için bir değerlendirmeye giriştik. Müzemizin tarihçesini ve koleksiyonumuzu, müzede temsil edilen halkların tam hikayelerini anlatabilmek ve müzemizin kökenini doğru şekilde ortaya koyabilmek için bu araştırmanın sonuçlarını kullanacağız. Natural History Museum’u daha kapsayıcı ve çeşitlilikleri kucaklayıcı bir kurum yapma stratejimiz doğrultusunda attığımız pek çok adımdan sadece biri bu.” Yetmez ama evet.
Batı’da büyük kurumlar sömürgecilikle hesaplaşmaya daha yeni yeni başlarken sömürgeciliğin bize dek uzanan etkilerini anlamak için hâlâ en iyi yer edebiyat. İşte iki öneri:
📚 David Diop, Gece Tüm Kanlar Karadır: 2021 yılında Uluslararası Booker ödülünü kazanan bu romanı, doğrusu okumak pek kolay değil, ama yüzde yüz buna değer.
Birinci Dünya Savaşı esnasında Fransızlar için savaşmak zorunda kalan Senegalli bir askerin hikayesini anlatıyor. Savaş, ırk ve sömürgecilik üzerine önemli sorular soran bu kısa eser, esasında şiddete yönelik tavrının muğlaklığıyla biraz eleştirildi. Ancak zor soruların kolay cevapları olmadığını anlamak bu yüzyılda en önemli dersimiz.
📚 Hisham Matar, My Friends (Dostlarım) romanı: Bu romanı okurken, Libya’ya ne denli yabancı olduğumu hissettim ve iyi bir edebi eserin keyfini sürmenin ötesinde romandan çok şey öğrendim. Kaddafi, bütün çocukluğumuz ve gençliğimizde haberlerde gördüğümüz bir figür, bir diktatördü. Tüm diktatörler gibi 42 yıllık iktidarı boyunca çok acı çektirdi, sonu da kötü oldu. Ama tam da nasıl acı çektirdi, bu rejimde insanlar gündelik hayatlarını nasıl yaşadı, her şeye nasıl tahammül ettiler, bu gaddar adamın sonu nasıl geldi, roman tüm bunları hayal ettiriyor.
Kitabın vurguladığı bir nokta da şu: Her ne kadar günümüzde ulus- devletler aracılığıyla kimliklerimizi tanımlasak da, kültürler her zaman birbirleriyle etkileşim halinde ve tüm önemli hikayeler, izlekler ortak.
Suriyeli şair Ebu’l Ala el Mearri’nin Gufran Risalesi isimli eserini Dante’nin İlahi Komedya’sından tam 300 yıl önce yazdığını ve bu risalede bir şairin tıpkı İlahi Komedya’da olduğu gibi yerin altına indiğini biliyor muydunuz? Romandaki bir karakter Goethe ve Cervantes’in BinBir Gece Masalları’ndan, Necip Mahfuz’un Stendhal’dan, Tayeb Salih’in Ernest Hemingway ve Joseph Conrad’dan etkilendiğini söylüyor. Ne güzel ve fakat Doğu ve Batı arasındaki bu etkileşim ne kadar az vurgulanıyor. İster tarihi, ister edebi tüm anlatılarda Doğu’nun eksikliği, Batı’ya esas nirengi noktası muamelesi giderek daha gözüme batar oldu. Matar’ın bu eseri henüz Türkçe’de yok, ama başka romanlarını bulmak mümkün!
Daha dengeli, daha kapsayıcı bir dünya anlatısı için gidecek yolumuz var. Ama en azından biz kitapseverler için okuduğumuz kitapların coğrafyasını genişletmek iyi bir başlangıç noktası. Matar’ın kitabında Zimbabweli yazar Dambudzo Marechera’nın da bahsi geçiyor. Hiç duymadığım bu yazarın Türkçe’de kitabını ararken karşıma Ahmet Sait Akçay’dan Modern Afrika Edebiyatı isimli eser çıktı, iyi bir derleme gibi görünüyor. İşte böyle böyle kitaplarla dünyayı gezmeye, anlamaya, öğrenmeye devam!
Yazıda bahsi geçen yazarlar, kitaplar
📚 David Diop, Gece Tüm Kanlar Karadır
📚 Hisham Matar, My Friends (Dostlarım)
📚 Ebu’l Ala el Mearri, Gufran Risalesi
📚 Dante, İlahi Komedya
📚 Goethe
📚 Cervantes
📚 BinBir Gece Masalları
📚 Necip Mahfuz
📚 Stendhal
📚 Tayeb Salih
📚 Ernest Hemingway
📚 Joseph Conrad
📚 Dambudzo Marechera
📚 Ahmet Sait Akçay, Modern Afrika Edebiyatı