Paris Olimpiyatları tüm dünyaya eski ideallerin günümüzde yetersiz kaldığını, yeni idealler tanımlamamız gerektiğini hatırlatmak gibi iddialı bir işe kalkıştı. Üstelik bunu yaparken kitaplardan yararlandı.
Paris Olimpiyatları’nın açılış töreni uzun müddet konuşulacak malzeme sundu, izleyenleri saatlerce ekran başına çiviledi, sıkmadı, sürekli şaşırttı. Hepimizin dikkat eksikliğinden mustarip olduğu bir dönemde, az şey değil.
Törenin artistik direktörü Thomas Jolly, yazarları ise ilginç bir üçlü: College de France profesörü tarihçi Patrick Boucheron, televizyon odaklı çalışan metin yazarı Fanny Herrero ve Goncourt ödüllü yazar Leila Slimani.
Bu bilgi törendeki ‘dünya düzenine yeni bir anlatı’ önerme çabasını açıklar nitelikte. İnsanın kendini kul ya da tebaa değil birey olarak görmesini tetiklemekten ulus- devletlerin yolunu açmaya, Fransız İhtilali tarihin önemli bir kerteriz noktası. Bu grup, 21. yüzyıl dünyası için taze bir bakış sunmak gene Fransızlar’a düşer diye düşünmüş olabilir.
Neden derseniz, törene yapısını kazandıran 12 tablo vardı ve bu tablolarda sadece Fransız Devrimi’nin idealleri Liberté, Egalité, Fraternité (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) yoktu, yanlarına ‘Festivite’ ve ‘Sororite’ gibi yeni kavramlar eklenmişti.
Özünde kardeşlik anlamını taşısa da ‘fraternite’ erkek çağrışımı olan bir kelime, ‘sororite’ ise kadın çağrışımlı. Nitekim ‘sororite’ bölümü cinsiyet eşitliğine bir vurguydu. Festivite ise şenlik demek ve karmaşık dünyamızda gene de kutlanacak ne çok şey olduğunu anımsatmak açısından güzel bir seçim.
Bir anlamda Paris Olimpiyatları tüm dünyaya eski ideallerin günümüzde eksik kaldığını, yeni idealler tanımlamamız gerektiğini hatırlatmak gibi iddialı bir işe kalkıştı. Le Monde’a göre törenin amacı “hâlâ beraber yaşayabileceğimizin” altını çizmekti.
Benim açımdan törenin en ilginç yanı, ‘Liberte’ (özgürlük) bölümünün kitaplar üzerinden akmasıydı. Bölüm Victor Hugo’dan Sefiller ve Sefiller müzikalindeki ‘Halkın Şarkı Söylediğini Duyuyor Musun’ parçası ile açılış yaptı. 19. yüzyıl Fransa’sındaki adaletsizlikleri eleştiren Sefiller ilerlemeden, devrimden yana tavrıyla dönemini çok etkilemiş epik bir roman. Hugo bu eseri Louis Napoleon tarafından gönderildiği sürgünde yazmış.
Bölümün devamında Bizet’nin efsanevi Carmen operasından Habanera aryası vardı. Carmen Prosper Merimee’nin Carmen isimli kısa romanına dayanıyor. Habanera’nın sözleri şöyle: “Aşk kimsenin evcilleştiremediği asi bir kuştur… Aşk kural tanımayan bir çingene çocuktur.”
Doğrusu Habanera bölümün geri kalanı için uygun bir seçimdi. Zira bölüm toplum için hürriyet yorumundan hızla çıktı ve bireysel aşka yelken açtı.
Liberte bölümünün geri kalanı düşünce özgürlüğünün en somut mekanı kütüphanede ve en somut aracı olan kitaplar arasında geçti. Kütüphanede karşılaşan üç genç kitaplar aracılığıyla tanıştılar ve kütüphaneden çıkıp bir eve girerken izleyicilerin suratına kapıyı kapadılar. Yani bir poliamori (bireylerin birden çok sevgiliye sahip olabildiği, söz konusu ilişkiye dahil olan herkesin bu durumun bilincinde olup bunu onayladığı ilişki türü) izlediğimizi ima ederek bölüm finali yaptılar. Fransız Devrimi’nden poliamoriye… Kimlik siyasetinin 21. yüzyıldaki baskın siyaset türü olduğunu gösteren bir geçiş.
Gelelim bölümde yer alan kitaplara. Benim Fransız edebiyatıyla ilgili bilgim sınırlı, o nedenle neredeyse her birini tek tek araştırmam gerekti, ama kitaplar ve yazarlar da kimlik siyaseti temasını destekler nitelikte. Ortak nokta arayacak olursak -biraz basite indirgediğimi önden kabul ederek- sevginin ve cinselliğin değişik tezahür biçimlerini ele alan kitaplar diyebilirim.
Verlaine’den Sözsüz Romanslar/Romances Sans Parole:
Verlaine Fransız edebiyatının ikonik şairlerinden. Bu kitaptan sonra “yüreğime yağmur yağıyor” (Il pleure dans mon coeur) dizesi oldukça ünlenmiş. Verlaine uğruna karısını ve çocuğunu terk ettiği ünlü şair Rimbaud ile fırtınalı ilişkisiyle de bilinir.
Alfred de Musset’den ‘Aşkın Şakası Olmaz/ On ne Badine pas Avec L’amour’:
Musset’nin en sevilen oyunlarından biri. George Sand ile olan meşhur aşkından etkilenerek yazdığı söyleniyor. Gençken aşık olup sonra yolları ayrılan iki kişinin yıllar sonra karşılaşması üzerine bir eser. Artık aşkın gözü kör değil.
Guy de Maupassant’dan ‘Bel Ami’:
Maupassant Fransa’nın en iyi hikayecilerinden. Bel Ami ise şöhretin basamaklarını tırmanmak ve başarılı olmak için bir kadını kullanmak dahil her şeyi yapan bir gazetecinin hikayesi.
Leila Slimani’den ‘Cinsellik ve Yalanlar’:
Fas’ta Gizli Bir Yaşam/ Sexe et Mensonges: La Vie Sexuelle au Maroc: Slimani Fransız- Fas’lı bir yazar. Birçok kitabı Türkçe’ye çevrildiyse de bu eser henüz çevrilmemiş. Fas’ta kadınların cinsel hayatı, baş etmek zorunda kaldıkları kısıtlar ve tabular üzerine Slimani’nin yaptığı bir dizi röportajı içeriyor.
Raymond Radiguet’den İçimizdeki Şeytan:
Kocası Birinci Dünya Savaşı’nda savaşırken 16 yaşında bir çocukla ilişki yaşayan 20 yaşındaki kızın romanı. Yayınlandığında büyük tepkilerle karşılanmış. Jean Cocteau’nun sevgilisi Radiguet romanı 18 yaşında yazmış ve 20 yaşında da ölmüş.
Pierre Choderlos De Laclos’dan ‘Tehlikeli İlişkiler’:
Glenn Close, John Malkovich ve Michelle Pffeiffer’lı filminden de anımsayabileceğiniz bu kitap mektup- romanın başarılı bir örneği ve Fransız edebiyatının en ünlü eserlerinden biri. Kitap manipülatif bir ikilinin masum bir insanı entrikalarıyla mahvetmesi üzerine.
Moliere’den ‘Muhteşem Aşıklar’:
Bu eser Moliere’in en ünlü oyunlarından biri değil. Bir prensesin asilzade olmayan birine olan aşkını konu ediyor. Aşk meselelerine asil sınıfın ne kadar şekilci baktığını gösterdiği için bu grupta yer bulmuş olabilir.
Pierre de Marivaux’dan Aşkın Zaferi/ Le Triomphe de L’amour:
Marivaux’nun 1732’de yazdığı bu eser aşk, kimlik, gizlenme, kandırma temalarını ele alıyor ve geleneksel cinsiyet rollerini sorguluyor.
Slimani törenle ilgili bir röportajda şöyle demiş: “Olimpiyatların felsefesi ülkelerimiz veya derilerimizin rengiyle ilgili değil, dünyayı aynı zamanda paylaşan varlıklar olmamız üzerine. Töreni bu fikrin üzerine bina etmek zordu, çünkü saf ve çocukça gelebilir bu ideal, ama aynı zamanda çok da güzel. Bizim çabamız çok da saflığa düşmeden, evrensellik üzerine bir tören tasarlamaktı.”
Ne dersiniz, başardılar mı?