Benim gibi serbest çalışanların büyük bir lüksü, kendi zamanını yönetebilmek, bazen kendi kendine kafa izni vermek. İtiraf ediyorum, ben de yakın zamanda bu ayrıcalıktan yararlandım, hafta içi bir günümü boşaltıp arkadaşlarımla kendimi Karaköy’e attım. Hedefimiz Olimpos Sergileri’nin üçüncü edisyonu: Enteriyör.
Ama önce kahve! Ve Karaköy’ün kahve deyince klasiği Karabatak! Dekorasyonunu ve kahvesini sevdiğim Karabatak, buz gibi havada güne sıcacık başlamamızı sağladı. Böyle bir güne bir kafede başlamanın güzel yanı, kimsede tam saatinde bir yerde olma baskısı yaratmaması. İstanbul’da dakik olmak her geçen gün zorlaşıyor.
Olimpos Sergileri III, Karabatak’ın hemen hemen bitişiğinde, iki dakika yürüme mesafesinde. “Olimpos Sergileri ne acaba” diyenler, şanslısınız, çünkü haberdar olunca insanın içinin takdir ve umutla dolmaması imkansız.
Olimpos Sergileri ünlü sanatçı Taner Ceylan’ın bir inisiyatifi. Olimpos’taki zeytinliğinden elde edilen gelirleri ve gönüllü destekleri birleştirerek, kimilerini kendi keşfettiği genç sanatçıları bu sergiler aracılığıyla sanata değer verenlerle buluşturuyor. Beni etkileyen diğer unsurlar, sergilerin sanat tarihinin temel konuları etrafında şekillenmesi ve özel mekanlarda yer alması.
Olimpos Sergileri, 2019 yılında Portre teması etrafında düzenlenmişti ve Cihangir’deki Sadık Paşa Konağı’nın büyülü ortamındaydı. 2021 yılındaki Peyzaj üzerine idi ve Zülfaris Karaköy’deydi. 2023 yılında ise tema Enteriyör ve tarihi bir un değirmeni binasında. (Önceki sergileri kaçıranlar üzülmeyin, sergilere eşlik eden şahane kitaplar var ve online da sipariş edilebiliyorlar!)
Sergilerde sanatla ilgili pırıl pırıl, bilgili gençlerin çalıştığını görmek de ayrı bir sevinç konusu. Enteriyör sergisinde görevli bir arkadaşa rica ettik, işi bu olmamasına rağmen gezerken bize eşlik etti ve eserlerle ilgili değerli bilgiler verdi. Bizi gören bir grup, sergiden çıkarken geri girdi ve bizimle sergiyi baştan gezdi. Demek ki buna ihtiyaç var. Bunca emeği tamamlayan bir detay bana kalırsa.
Gelelim serginin teması Enteriyör’e. Taner Ceylan şöyle yazmış bu temayla ilgili. “Dokuz milyara dayanan dünya nüfusu, yetmeyen kaynaklar, küresel göçler, akıl almaz politikalar… Bütün bunları göz önünde bulundurunca yaşama tümden yabancılaştığımız bir süreçten geçtiğimizi düşünüyorum. Her şey hızlıca değişiyor, çoğumuz yer değiştirdik, yepyeni yaşamlar kurduk, her şeyi tekrar sorgular hale geldik: İçimize döndük, dönüyoruz. Başarabilenler kendi ruhsal iç mekanlarında yaşamaya başladılar. Her şeyin birbirine ev sahipliği yaptığı bir evrende yaşıyoruz, galaksilerin yıldızlara, yıldızların gezegenlere, gezegenlerin doğaya, doğanın canlı varlıklara. En nihayetinde bedenimiz ve zihnimize. Ya da tam tersi.”
Bu metin sergiden sonra da benimle kaldı. Kendi ruhsal iç mekanımız, içinde en çok vakit geçirdiğimiz, döşemeye en çok özen vermemiz gereken yer. Bunu yapabilmek için sanata, kitaplara ne çok ihtiyacımız var. En güzeli de bağlantılar kurmak, önümüzde yeni ufuklar açılması ve elbette tüm bunları konuşabileceğimiz dostlar.
Mesela Vildan Hoşbak’ın eseri üzerine her birimiz ayrı bir fikir yürüttük. Bu eser bana Türkiye’de DOT’un sergilediği Festen (Kutlama) oyununu çağrıştırdı. Memento Mori (öleceğini hatırla) lafını düşündürdü. Bu çağrışım bir sonraki Olimpos Sergi teması olan Natürmort’a göz kırptı. Üstüne üstlük ilk kez Gönül Yazar’ın söylediği, bizim Göksel yorumuyla da çok sevdiğimiz Sen Bensiz Ben Sensiz şarkısıyla bütünleşti. Serdar Eğer’in heykellerinin önünden uzun süre ayrılamadık, Sinan Tuncay’ın işiyle hüzünlendik. Velhasıl içimizi besledik.
Bedenimizi de beslemek için Karaköy Simitçisi’nden simitlerimizi alıp yiye yiye Frankeştayn Kitabevi’ne geçtik. Bağımsız kitabevlerini alışveriş yaparak desteklemeyi önemsiyorum. İstanbul gibi bir megapolde varolmak hiç de kolay değil. Frankeştayn, raflarında kedilerin dolaştığı, hem Türkçe, hem İngilizce güzel seçkileri olan bir kitabevi.
Bir arkadaşım Anais Nin’in Aşk Evindeki Casus ve Dört Odalı Kalp’ini aldı. Raymond Carver’ın ünlü hikayesi Katedral’i barındıran öykü seçkisi bize raftan el etti. Ben de kendi adıma çok sevdiğim yazarlardan Kate Atkinson’ın Shrines of Gaiety’sini (Neşe Tapınakları) gözüme kestirdim. 16 Ocak Salı günü burada Olimpos Sergileri III üzerine Taner Ceylan, Melis Bektaş ve sergi sanatçılarıyla bir söyleşi olacağını da belirteyim.
Bu aşamada simidin kesmediği arkadaşlarımızı düşünerek kapağı Gümrük’e attık. Bu eski eşyalarla dolu, tatlı kafeyi, rahmetli babamın yazıhanesinin sokağında olduğundan ayrı severim. Esasında niyetimiz İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde Mustafa Taviloğlu’nun koleksiyonunun sergilendiği Yarısı Gümüş, Yarısı Köpük sergisine de gitmekti. Vuslat başka zamana kaldı. Belki de isabet: Tütün Deposu’nda ‘Alaca Heyheyler’in Kadınlar Atlası’ sergisi ile birleştirdim mi, ufukta bir başka iş kırma günü görünüyor.