Paris Moda Haftası geçtiğimiz salı günü sona erdi. 9 gün boyunca modanın başkentinde hem izledik hem giyinmek hakkında düşündük diyecekten gündemine bambaşka bir konu oturdu. Metrodan yayılan tahtakuruları kent sakinleri kadar fashionista’ları da etkiledi. Günün modası metroda ayakta durmak ve kumaş yüzeylere dokunmamak oldu.
Büyük markaların koleksiyonlarında yıllar içerisinde iyice belirginleşen bir kapsama endişesi gözlüyorum. Aynı koleksiyonda her yaşa, vücut tipine, iklime, kültüre ve dünya görüşüne uygun kıyafet koyma çabasındalar. Bir taraftan tek tip kadın imajından bugünlere gelmiş olmak sevindirici. Öte yandan bu tip ince ayarlar tasarımcıları çok kısıtlıyor, işin şiirini öldürüyor diye de düşünmeden edemiyorum.
Gelelim bu sezonun kapanışı hakkındaki yorumlarıma. Covid sonrası etkilerinin gerçekten görünmeye başladığı defileler izledik. Neden bu kadar geç? Ekonomik şartların iyice hissedilmeye başlaması zaman aldı denebilir. Nedir bu etkiler? Kıyafetlerdeki giyilebilirlik, farklı şekillerde kombinlenebilme özelliği. Siyah ve beyaz gibi en kolay giyilen iki rengin hakimiyeti. Rahatlığın ön planda olması, örneğin düz ayakkabıların topuklular karşısındaki ezici üstünlüğü.
Alexander McQueen’de veda gecesi
Beni şaşırtan bir isim varsa Sarah Burton’dır. Alexander McQueen’in sağ kolu olup ölümüyle onun yerine geçen genç tasarımcı benzer durumda olan pek çok tasarımcının aksine ne ustasının gölgesinde ezildi ne de markayı başkalaştırdı. Aynı DNA ile çok daha başarılı bir marka yarattı. Dolayısı ile on üç sene sonra ayrılıyor olması üzücü. Adını verememiş olduğu markayı ondan iyi kim yapacak bilemiyorum.
Koleksiyon Alexander McQueen’e ithaf edilmişti. Kapanış için ne dramatik bir jest. Defile mükemmel dikilmiş ve üzerine kesikler atılmış bir elbise ile açıldı. Hakim renkler siyah, kan kırmızısı, altın sarısıydı. Gül deseni, simetrik volanlarla oluşturan elbiseler, zırh benzeri deri büstler gibi McQueen evreninin sembolleri eksiksiz olarak yer aldı.
Finali David Bowie’nin ‘Heroes’ şarkısı eşliğinde Naomi Campbell yaptı. Süpermodellerin geri dönüşü çok yavan geliyor bana, Naomi hariç. ‘We can be heroes, just for one day’ sözleri eşliğinde metalik gri elbisesiyle bir Amazon edasıyla yürüdü ve şovu kapadı.
Naomi’nin yerinin ayrı olduğunu düşünen sadece ben değilim. Moda, sanat, tasarım ve popüler kültürün kesişiminde yaptığı büyük sergilerle ünlü Victoria & Albert Müzesi, süpermodelin onuruna NAOMI adlı sergi düzenleyeceğini üç gün önce duyurdu. Bu, müzenin hala hayatta olan bir model için düzenlediği ilk sergi olacak.
Eski defilelere atıf yapan Peter Do
Geçen New York moda haftasında Helmut Lang defilesi ile ilgi toplayan genç tasarımcı Peter Do, Paris’te kendi adını taşıyan koleksiyonunu sundu. Siyah, beyaz ve grinin ağırlıkta olduğu koleksiyonda kısacık ceketler, upuzun gömlekler, gelişigüzel kesikler atılmış kıyafetler, düşük bel gibi detaylar dikkat çekiciydi. Defile küçük bütçeli ve sadeydi. Ancak modellerin podyumda yürürken bir an durup kendi etraflarında 365 derece dönmelerine bayıldım. Defilelerin büyük prodüksiyonlar olmayıp sadece kıyafetlerin teşhiri için yapıldığı günlere bir göndermeydi. Genç bir tasarımcı için ne kadar retro bir detay!
Freskoları denimle kombinleyen Valentino
Bu sezon defilelerde feminist vurgular da sıkça yapıldı. Bir önceki yazıda bahsetmiştim. Tasarımcının eski ortağı Pierpaolo Piccioli de Valentino defilesinde aynı hassasiyeti vurguladı. Koleksiyon FKA Twigs’in dansçılarla yaptığı gösteri eşliğinde gerçekleşti. Piccioli kadınların istedikleri gibi giyinme özgürlüğünden bahsederek koleksiyonu dekolte giyinme tarzlarından dolayı şiddet gören kadınlara atfetti.
Çıplaklık taciz ilişkisini protesto edercesine etekler kısacık ve kıyafetler Valentino’nun yeni geliştirdiği kalıp tekniği ile bol ten gösteren cinstendi.
Defile beyaz ile açıldı. Yeşil, siyah ve Valentino’nun sembol rengi kırmızılarla devam etti. Yeni kalıp tekniği ile geliştirilen fresko benzeri kıyafetlerde çiçek, meyve ve kuş desenleri benzersizdi. Bol denimler, gece kıyafetleri dahil her şeyin altına verilen Birkenstock’lar ile haute couture kalibresindeki parçalar dengelenmişti. Sezonun ve Piccioli’nin kariyerindeki en başarılı koleksiyonlardan biriydi.
Anti modanın kalesi Balenciaga
Demna’nın “Şu ana dek tasarladığım en şahsi koleksiyon” dediği defileyi annesi açtı, sevgilisi kapadı. Annesine kendi tasarımı olan geri dönüştürülmüş kumaştan bol bir trenç, sevgilisine de Balenciaga arşivindeki gelinliklerden devşirilmiş dantel bir gelinlik giydirmişti.
Dev omuzlar, sneaker’lar, tuhaf proporsiyonlar, uzay güneş gözlükleri, eşofman takımları, perdeyi anımsatan çiçekli tuvaletler, bornozlar, ayakkabı teki gibi görünen el çantaları ile eksiksiz bir Demma dünyası resmi geçidi izledik. Podyumda yürüyen model seçiminde “mış gibi” yapmadan samimi bir kapsayıcılık vardı. Gerçek kadın ve erkek bedenleri, yaş, kilo, ırk, estetik sınırlamaları olmadan giysileri sergileyen insanlar… Balenciaga anti-modanın günümüzdeki en büyük markası olduysa boşuna değil.
Bir koleksiyon değil tek tek kıyafetler: Louis Vuitton
Balenciaga’yı tuhaf bulsam da, kimse kafamı Nicolas Ghesquière kadar karıştıramıyor. Üst üste gelen sezonlar ya da tek bir koleksiyonda bütünlük görmekte çok zorlanıyorum. Ghesquiere’nin de bütünlük konusunda pek kafa yorduğunu sanmıyorum.
Defile bluzan deri montlar ve şifon uzun eteklerle açıldı. Bir tarafta yumuşacık, uçuşan şifon çizgililer, ekoseler, öte yanda satenden sert duruşlu fütüristik ceketler, plili miniler, aksesuar olarak düşük belli kemerler, sadece baş parmağını açıkta bırakan ve külotlu çoraplarla tamamlanan ayakkabılar… Acaba sevdim mi sevmedim diye beni düşündüren look’lar… Her Louis Vuitton defile sonunda olduğu gibi Nicolas Ghesquire’nin orijinalliğine saygı duydum.
Denim, tüvid ve parmak arası terlik: Preppy Chanel
Çizgili ve ekoseye defilesinde yer veren bir başka marka da Chanel’di. Defile açılışı derin dekolteli tüvid bir tulumla yapıldı. Bol Chanel logolu takılar ve parmak arası terlikle tamamlanmış kıyafet genç, eğlenceli ve tam tamına Chanel tarzıydı. Bu styling fikri neredeyse tüm kıyafetlerde kullanıldı. Renk ve desen konusundaki zenginlik moda haftalarına hakim olan minimalizmin zıddıydı. Retro mayolar ve spor kıyafetlerin fazlalığı bana biraz Chanel usulü bir preppy (kolejli) tarzı çağrışımı yaptı.
Moda dünyası markanın baş tasarımcısı Virginie Viard hakkında tam fikir birliğine varabilmiş değil. Lagerfeld’in son yıllarda yaptığı gibi risk almadan, Chanel’in zengin arşivinden derlemeler yaparak izleyiciye sunuyor. Lagerfeld’e göre daha bohem ve rahat. Ama bunlar yetmez, Chanel’in bizi şaşırtacağı günleri bekliyoruz.
Ve son moda!
Paris’teki tahtakurusu salgını moda haftasının sonlarında gündeme oturdu. Dünyanın dört bir köşesinden gelen moda haftası izleyicileri de salgından kaçamadı, özellikle şehrin farklı yerlerine dağılmış defileleri izlemek için metro kullananlar ilk kurbanlar oldu. Dev haftadan akıllarda kalan son şey tahtakurularıydı.