Küresel sistemin kriz kavramına bakışı ve kendi bakışını herkese kabul ettirme çabası hep şaşırtıcı olmuştur. Sisteme göre krizler kaçınılmazdır, gereklidir ve yararlıdır. Biz ne yaparsak yapalım…
Böylesine soğuk ve hoyrat bir yaklaşım toplumu düşünmekten, sorgulamaktan ve çare aramaktan uzak tutmuyor mu acaba? Halbuki daha insani bir boyutta bakıldığında sözü edilen hiçbir kriz, ister doğal ister doğal görünümlü olsun, kaçınılmaz değildir, gerekli değildir, yararlı değildir.
Depremlerin ve sel felaketlerinin plansız ve kötü yapılanmayla buluşması, orman yangınlarının gizli niyetlere hizmet etmesi veya kuraklığın bilinçsiz, özensiz, yanlış tarım uygulamaları sonucu ortaya çıkması buna sadece birkaç örnek.
Özellikle dört yılı aşkın bir süredir insanlığın başına bela olan pandemi travması, sağlığımızı ve yaşamımızı bugün tehdit etmekle kalmıyor aynı zamanda sebep olduğu tüm belirsizliklerle geleceğimizi de tehlikeye atıyor. Yarattığı şaşkınlık, kaygı ve şüphe duyguları kesin ve güçlü bir “rahatlatma” gerektiriyor.
Çare: Resilience
‘Resilience’ kavramı ilk nöroloji ve psikiyatri alanlarında kullanılmış. İkinci Dünya Savaşı’nda çocuk yaşta tüm yakınlarını kaybedip yapayalnız kalmış, daha sonra sevgi dolu bir aile tarafından tesadüfen bulunup evlat edinilerek hem ölümden kurtulmuş hem de yeni bir hayata yelken açmış olan Fransız nörolog ve psikiyatr Boris Cyrulnik geliştirmiş “resilience” kavramını.
Cyrulnik’in tanımı şöyle: Başımıza gelebilecek en inanılmaz ve en yok edici felaketleri bile aşabiliriz. Kötü haber: Felaket sonrası artık her şey çok farklı, hiçbir şey eskisi gibi değil. İyi haber: Umut, dayanışma, kararlılık ve yaratıcılık varsa “resilience” mümkün.
Aslında “resilience” bir eylem: Farklı koşullarda, farklı bir bakış açısıyla, yeni bir hayata daha güçlü bir şekilde adeta küllerinden yeniden doğmak. Bir iyi haber daha: Doğa, toprak, bitkiler, hayvanlar bunu çok güzel başarıyorlar. İnsan neden yapamasın ki?
Tek bir koşul var: Eski ortamı yeniden yaratmaya, onu iki de bir özlemeye veya o ortama geri dönmeye çalışmamak lazım. Kendine vah vah acımak veya yaşanmış olan şoku reddetmek de önerilmiyor. Söz konusu travmayı tanımlayıp sayfayı kapatmak ve yeni bir “yeni”ye doğru yürüyüp gitmek gerekiyor. Tıpkı romantik ilişkilerde olduğu gibi!
Türkçeye “dirimsel esneklik”, “yeni bir yaşama dönüş”, “dayanıklılık”, “yılmazlık” olarak geçen bu güncel kavramı, tarımda yaşanan mevcut krizlere ve gelecekteki tehditlere bir çözüm arayışı olarak görebilir miyiz? Bunun için gıda üretim ve tüketim süreçlerinin sil baştan yeniden yapılanması gerekmez mi? Öyleyse nasıl?
Somut ve basit bir örnekten başlayabiliriz. Gıda tedarik zincirleri iyiden iyiye kısalma, kırılma ve kopma sürecindeler. Bu değişimi görmek, tanımlamak ve sistemi yeniden düşünmek gerekiyor. Biraz tüketicilerin zoruyla da olsa, gıda dahil alışverişin her türlüsü artık internetten yapılıyor. Özellikle gençler bu yeni yöntemin hem zorlayıcısı hem de aktörü konumundalar. İster pandemi ister iklim, ister gıdaya erişim sorunu olsun, “uyum sağlama” süreci çalışıyor.
Benzer bir uyumu üreticilerin ve tedarikçilerin de göstermesi bekleniyor. Hatırlayın, olay tek taraflı değil, ortak, buluşmalı ve dayanışmalı. “Eskiden de gıda tedarik zincirleri kısaydı, üstelik her şey zaten organikti” lafı biraz havada kalıyor bu aşamada. ‘Resilience’ eskiye dönüş değil. Bu mümkün değil. Zaman nostalji zamanı değil.
Ürünleri “eskisi gibi” tekrar organik yapmak için boşa harcayacağımız o değerli zamanı ve parayı yeni tasarımlara, yeni yaklaşımlara, yeni tür güvencelere ayırmamız gerekiyor. Bunu yaparken, gençleri baş köşeye koymak ve onların talep ve önerilerini dikkate almak ön koşul. Onların eskiyi bilmemeleri ne büyük bir şans!
İyi haberlere devam
FAO (Birleşmiş Milletler, Gıda ve Tarım Organizasyonu) gibi uluslararası resmi kurumlar veya Slow Food gibi dünya çapında aktif sivil toplum kuruluşları hiç küçümsenmeyecek boyutlarda ‘Resilience’ fonları oluşturuyor. Dünyadaki toplam gıda üretiminin üçte ikisini küçük üreticiler gerçekleştiriyor. Slow Food, “iyi, temiz ve adil” adı altında yeni bir kavramı akıllara ve alışkanlıklara yerleştirmeye çalışıyor. Gençleri önceleyerek.