Seçim gecesi hepimiz için farklı geçti. Bazılarımız artık umudunu yitirmiş, yeniden kötü bir haber alacakmış gibi titreyerek açtı televizyonu. Kimi sonuçlar karşısında sevince boğuldu. Bazılarımız sevinçten ne yapacağını bilemedi ve dondu, alışık değiliz çünkü. Bazılarımız da aynı sonuca bakıp hüsran yaşadı, üzüldü ve belki de korktu. Bizi böyle bir duygusal yolculuğa çıkaran nedir? Kendim için cevabı ararken derinlerde yatan aidiyet duygumla, yani içsel kimliğimle temas ettim.
Dünyada çeşit çeşit olaylar oluyor. Bunlara baktığımda aklıma gelen ilk yorumları kimliğim şekillendiriyor. Aynı maçta sonuca üzülen milyonlarca insan var, bir o kadar da sevinen. Ülkemizde birbirimize nasıl selam verdiğimiz bile kimliğimize göre değişiyor. ABD’de küresel ısınmanın problem olduğunu kabul edip etmemek bile bilimden çok kimlik meselesi.
Kimlik algım arkadaş seçimimi de etkiliyor. Kimlik algımın uyuştuğu arkadaşlıklar içinde yaşıyorum. İzlediğim şeyi güzel bulup bulmamam kimliğime bağlı. Bir kıyafeti beğenip beğenmemem bile kimliğimle ilgili.
İşin ilginci şu ki hayattaki birçok seçimimi ve duygularımı etkileyen kimliğimi ben seçmedim. İçine doğduğum coğrafya, cinsiyet, aile, eğitim, iş hayatı, çatışmalar, yaşananlar bir kimlik inşa etti zihnimde. Bu kimlik beni bazı şeylere doğru çekerken bazı şeyleri itiyor. Bu kimlik zihnimin tekrar tekrar yarattığı çok boyutlu bir hikayeden oluşuyor. Belki size absürd gelecek ama kimliğim diye sarıldığım şey altı üstü bir hikaye. Gelin içsel kimliğimizi seçebildiğimizi varsayalım ve farklı kimliklere doğru yelken açalım.
Kendimizi sadece “insan” olarak tanımlasaydık nasıl bir hayatımız olurdu? İnsanların bütün başarılarından gurur duyduğunuzu hayal edin. Mesela teorik fizikteki ilerlemeleri siz yapmışsınız gibi gurur duyun. İnsanların aştığı bütün zorlukları kendiniz aşmış gibi hissettiğinizi düşünün. Mesela Everest’e tırmanmış gibi hayal edin kendinizi. Diyelim zor bir durumdan ve duygudan geçiyorsunuz. Benzer durumdaki bütün insanlar adına bu zorlukla mücadele ettiğinizi hayal edin.
Şimdi gelin kimliğimizi biraz daha geniş tutalım, canlılığın bir parçası olarak görelim kendimizi. Hatta canlılarda durmayalım, evrenin bir parçası olacak şekilde genişletelim kimliğimizi. Bu bir abartı değil, gerçekten de evrenin bir parçasıyız. Bunun bir kimlik olarak bizi sarmasına izin vermiyoruz sadece. Atomlarımız bir yıldızın çekirdeğinde oluştu ve galaksilere dağıldı. O toz parçaları geldi bizi oluşturdu. Bizden sonra da başka başka canlıların parçası olarak yer bulacaklar. Sizi Netflix belgeseli “Evrenin Hikayesi”ni bu bakış açısıyla izlemeye davet ediyorum, yani yeni bir kimlik hikayesi gözüyle.
Kimliğimizi evrenin bir parçası olarak görünce şöyle bir soru çıkıyor karşımıza: Seçimlerimizi neye göre yapacağız. Öyle de seçsek böyle de seçsek evrenin bir parçası olmaktan dışlanmıyoruz. Yani ne yaparsak yapalım, olur.
Soruları cevaplardan daha çok seviyorum. Bu yüzden buraya iki soru bırakacağım: Çevremizde iletişim halinde olduğunuz kişilere onların evrenin bir parçası olduklarını bilerek davransak hayatımız nasıl olur? Kendimizle ilişkimizi evrenin bir parçası olduğumuzu bilerek kursak hayatımız nasıl değişir?