İnsanlığını çoktan yitirip zombiye dönüşmüş kişiliksiz suratları, hiç doymayan aç kahkahaları, utanmazlıkları, ahlaksızlıkları ve “ideal hayat”ları gömüp kendi hayatınıza sahip çıkmak ister misiniz? Öyleyse 'Çoğunluk' sergisi sizi çağırıyor. 

“Selamm!

Ben bir işçi ve fenomen hayranıyım. Yaşamak için çalışmak, hissetmek için takip etmek zorundayım. Yanlış anlamayın ne olur; dargın filan değilim sadece böyleyim ve sizi gerçekten çok seviyorum. Kiramı, faturalarımı öder, belki biraz meyve alırım. Bazen param artarsa tanıttığınız ürünlerden alırım. O ürünleri size hediye ediyorlar değil mi? Ne kadar şanslısınız. Kesinlikle hak ediyorsunuz bence.” 

‘Hikmet-i Tabiyeci’ genç sanatçı Onur Bolat’ın kendine taktığı isim, eskilerin deyimiyle ‘mahlas’ çünkü o aslında fizik mühendisi ve ‘hikmet-i tabiye’ de fizik demek. Onur, bunun sonuna “ci” ekleyiverip kelimeden fizikçi türetmiş.

Onur Bolat ya da kendine bulduğu adıyla ‘Hikmeti Tabiyeci’

Fizikçi kalamamış fakat Onur, içindeki yaratıcılık müsade etmemiş buna, kendini yazarak ve çizerek ifade etmeye başlamış. Ankaralı ilüstratör ve grafik sanatçısı Onur, bir süre, özellikle Tunalı Hilmi’de bulabildiği bütün direklere afişlerini asarak şehri bir nevi açık hava sergi alanı olarak kullanmış. Hikmet-i Tabiyeci’nin yeni eserleri ise daha klasik bir şekilde sergileniyor, ‘Çoğunluk’ adını verdiği sergi Çankaya Belediyesi’nin Fikret Otyam Sergi Salonunda açıldı. 

Çoğunluk sergisi iki kısımdan oluşuyor, kapalı alanda Hikmet-i Tabiyeci’nin illüstrasyonları ve notları var. Dış mekanda ise sanatçı bir mezarlık tasarlamış. Sosyal medyadaki gösterişli ve aşırı iddialı hayatlarla bedenleri izleye izleye kendisini küçük ve yetersiz sıfatlara indirgeyen “seyircilerin” kendilerine yapıştırdığı etiketleri bu mezarlara gömmüş. Mezar taşlarında şöyle şeyler yazıyor: “Bana Kimse Yazmazdı”, “Ben Fit Değildim”, “Hiç Takipçim Yoktu”, “Zengin Değildim”, “Kimse Yokluğumu Fark Etmedi”. 

Reklamcının keşfi: İhtiyacın ötesi

İnsanlık tarihine baktığımızda, türümüzün zaruri ihtiyaçlarını gidermeyi başardığı andan itibaren ihtiyacı olmayan şeylere ilgi göstermeye başladığını, lükse sahip olmak istediğini üstelik bu lükse sahip olmanın ona yetmediğini bu lüksü sergilemek arzusu ile yanıp tutuştuğunu görüyoruz.

İnsanlık, serüveninin bir noktasında; “reklamcı” denilen “homo-sapiens” cinsi insanın fıtratındaki bu zaafın farkına varmış ve bu gereksiz de olsa sosyal statü için bir şeylere “sahip olma” dürtüsünü kendinin ve kapitalizmin yararına kullanabileceğini keşfetmiş.

Daha büyük arabalar, daha gösterişli kıyafetler, ben buradayım diye bağıran mücevherler, daha geniş evler, daha geniş ekranlı televizyonlar, havuzlu bahçeler, cins köpekler, en lüks yerlerde tatiller, aşçılar, şoförler, temizlikçiler…

Gerçekten yaşadığınızı hissetmek istiyorsanız eğer bunlara sahip olmalısınız zaten yaşamınızın, eğitiminizin, insan ilişkilerinizin evliliğinizin ve işinizin de tek bir amacı var size dayatılan bu yaşam biçimini sağlamaya çalışmak ve kim olduğunu dahi bilmediğiniz bir takım insanların size “gerekli” olduğunu dikte ettiği şeyleri satın alabilmek için yaşamak. 

Kibir, gösteriş budalalığı, şımarıklık ve maddiyattan kaynaklanan sahte özgüven duygusuna sahip olabilmek için elindekileri teşhir etme dürtüsü sosyal medya ile ortaya çıkmış bir şey değil fakat gelişen kitlesel iletişim araçları sayesinde teşhir edebilme olanağı son derece kolaylaştı.

Eş dost yetmez Yozgat da görsün

Ferrari’nizi, yeni memelerinizi, en büyük otelde yaptığınız en pahalı tatilinizi sadece çektiğiniz fotoğraflarla çevrenizdeki eşe dosta göstermekle yetinmek zorunda değilsiniz artık. Yeni sosyal medya araçları sayesinde sahip olduğunuz şeyleri Yozgat’ın köyünde yaşayanların bile gözüne sokabilir, “Bakın, görün benim nelerim var” diyebilirsiniz.

Sadece teknoloji değil tıp da ilerledi tabii, özellikle de estetik cerrahi… Yani artık sadece maddeyi değil bedenleri de satın alabiliyorsunuz. Daha büyük dudaklar, daha kalkık kaşlar, daha gergin suratlar, daha çıkık kalçalar, daha dar beller, sünnet derisi enjekte edilmiş, kesilmiş, biçilmiş, dikilmiş ve kimin zevkinin ürünü olduğu bilinmeyen yeni nesil güzellik anlayışına uygun hale getirilmiş yüzler ve bedenler de satılık artık. Yeterince paranız varsa eğer vitrindeki bedenlerin beğendiğiniz yerlerini satın alıp kendinizi de vitrine koyabiliyorsunuz. 

Vitrine çıkabilmeniz için o bedenler, o yüzler lazım size, o elbiseler, o çantalar, o Ferrariler, o evler… Vitrine çıkamazsanız eğer sadece seyirci olarak kalırsınız çünkü, hayat sadece vitrindekiler tarafından yaşanan geriye kalan ÇOĞUNLUK tarafından ise sadece izlenen bir şey… O vitrine çıkabilmek için ise para lazım size, çok para lazım, çok çok para lazım.

Paranın nereden geldiği mühim değil, yeter ki gelsin. Gelen paranın uyuşturucu parası, kumar parası, başkalarından çalınmış ponzi parası olup olmamasının bir önemi yok. Önemi olan tek şey o vitrine çıkabilmek, o vitrine çıkabilmek için her şeyinizi; onurunuzu, haysiyetinizi, zekanızı, duygularınızı, özgürlüğünüzü vermeye hazırsınız çünkü… Çünkü o vitrine çıkamazsanız eğer hiç gerçekten yaşamamış olarak ölüp gideceksiniz. “Gerçek yaşamı” sadece çekirdek çitleyerek sosyal medyada izleyip çirkin yüzünüz, ince dudaklarınız, ucuz kıyafetleriniz, kalın beliniz ve ucuz kıyafetlerinizin içinde zaman doldurup ölümü bekleyeceksiniz. Onun için o parayı bulmak ve o vitrine çıkmak zorundasınız. Sonunda hapis olsa bile, sonunda ölüm olsa bile, gerçekten yaşamak istiyorsanız eğer bunu yapmak zorundasınız. 

Gerçek yaşamla aramızdaki tek bağ

Hikmet-i Tabiyecinin sergilediği ÇOĞUNLUK kendilerine gece gündüz zerk edilen “yaşam ve beden standartları” zehri yüzünden insanlığını çoktan yitirip zombiye dönüşmüş bir şekilde vitrinde teşhir edilen “ideal hayat” yaşayan fenomenleri izleyip onların isimlerini ezberleyip her paylaştıklarını beğenerek ömür tüketiyor. Bu arada zaten yerle yeksan olmuş özgüveni, özsaygısı iyice tükeniyor. Suratına suratına küfür eden, yüzlerine tüküren, onları aşağılayan bu idollere her şeye rağmen tapınmaya devam etmek zorunda olduğunu düşünüyor çünkü onları “gerçek yaşamla” kendisi arasındaki tek bağ zannediyor, onları göremezse eğer gerçek yaşama açılan penceresi kapanacak o yüzden onlar ne yaparlarsa yapsın kabul etmek, beğenmek, onaylamak zorunda. 

“Sizin bakmadıklarınıza ben aşık oluyorum; kalbim haddini bilir. Sizin yemediğiniz şekerli şeylere de bayılıyorum. Midem de haddini bilir. Benim durağım yaklaşıyor birazdan inmek zorundayım. Keşke adımı bilseniz. Belki arkadaş olurduk. Ama olsun BEN HEPİNİZİN ADINI BİLİYORUM” diyor Hikmet-i Tabiyeci, serginin tanıtımı için yazdığı mektupta.

Gömün diyor sizi zorlayarak size taktıkları o saçma sapan etiketleri arka bahçelere, yaşam öyle bir şey değil diyor sanatçı, yaşam onurlu olmak, direnmek, dayanışmak, insanca bir hayatı hak ettiğine inanmak ve bunun için mücadele etmektir diyor.

Bu sergiye mutlaka gidin ve şiş dudaklı, kesilip biçilerek şekillendirilmiş, içleri bomboş plastik bedenlerini size teşhir etmek için para alan sözüm ona fenomenlerin hayaletlerini de götürün yanınızda. Onların kişiliksiz suratlarını, hiç doymayan aç kahkahalarını, utanmazlıklarını ve ahlaksızlarını gömün oradaki mezarlığa ve dışarıya özgürleşmiş olarak çıkın. Özgün olmayı, kendi tercihlerinizi yapmayı ve elinizdeki en değerli şey olan hayatınızı en önemli kişiye yani kendinize göre yaşamayı seçin. Bırakın o sahte idoller, AZINLIK mezarlığında çürüsünler.  

Çoğunluk‘ sergisi, Ankara Çankaya Belediyesi Fikret Otyam Sanat Merkezi’nde 17 Aralık’a kadar haftanın her günü 09.00 – 20.00 saatleri arasında ücretsiz olarak ziyaret edilebilir. Fotoğraflar: @aysegl.ucar