Matrix filmini hem sinemada hem de evde toplam kaç kere izlediğimi hatırlamıyorum, ilk izleyişimde nasıl çarpılıp büyülendiğimi hatırlıyorum ama. Görselliği, konusu, heyecanı, oyunculuğuyla çağının ötesinde bir filmdi. Çığır açan özel efektleri ve felsefi temaları nedeniyle büyük beğeni topladı, En İyi Film Kurgusu, En İyi Ses, En İyi Ses Efektleri Düzenlemesi ve En İyi Görsel Efektler dallarında dört Oscar ödülü aldı.
Wachowski kardeşlerin yazıp yönettiği 1999 yapımı bilim kurgu filmi Matrix’te, ana karakter Neo, gerçek dünyanın makineler tarafından kontrol edilen post-apokaliptik bir dünya olduğunu keşfeder.
O dönem filmi izleyenlerin çoğunun aklına şu soru gelmişti: Acaba bir simülasyonun içinde yaşıyor olabilir miyiz?
Matrix’teki simülasyon, güzel bir dünya olarak tasvir edilmişti, gerçeklik ise oldukça çetindi. Simülasyon dünyası, kabaca 1990’ların sonlarının idealize edilmiş bir versiyonuydu. Gerçek dünya ise, sefalet, yıkım ve umutsuzlukla dolu; aydınlık, renkli simülasyon dünyasının tam tersiydi.
Gerçeklik yalnızca Matrix’te değil genel olarak olumsuzlukla özdeşleştirilir. Güzelliklere ancak hayallerde, simülasyonlarda erişildiği varsayılır. Peki ya filmdeki senaryonun tam tersi geçerliyse? Yani zihnimizde dönüp duran yaşantı kötüyken, gerçeklik daha güzelse? Dilerim yazının geri kalanını “Acaba olabilir mi” düşüncesiyle okursunuz.
Gerçeklik cennet, tabii oraya gelebilirsek
Karım bir Bodrum aşığı. Onun Bodrum’a girerken başlayan neşesine de ben hayranım. Durum böyle olunca sık sık Bodrum’a tatile geliyoruz. Bundan şikayet edecek halim yok elbette. Ama edenler var.
Arkadaşlarımızla sahile kurulmuş bir masada oturuyoruz. Bir garsonun kaba tavırları içimizden birini sinirlendirdi. Öfkesi büyüdükçe bizim de üzerimize bir huzursuzluk çöktü. Halbuki arkadaşımın duygularının etkisiyle girdiği simülasyon bize bunları yaşatırken gerçek hayat şöyleydi:
Güneş batmış, hava serinlemiş, hafif bir esinti var. Denizin kıyıya vuran sesi hafif hafif duyuluyor. Masada rakı ve kavun, yanımızda varlığından mutlu olduğumuz insanlar var. Bütün sene çalışıp, özlem ile beklediğimiz tatilin ortasındayız.
Yılmaz ne güzel anlatıyor yaşanılan an ile aklımızda dönen düşüncelerin tezatını. O an cennet gibi bir güzelliği içinde barındırırken, zihnimiz eksiklik ve yetersizlik düşünceleriyle dolarak anı azaba dönüştürüyor.
Herkes kendi simülasyonunda
Özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar için yoğun trafik stresli bir durum olabilir. Arka arkaya kırmızı ışıklar, korna sesleri, yoğun trafik, belki bir de bir yere yetişme telaşı… Kafanızdaki simülasyonda, sinirleriniz gerilir ve stres seviyeniz tavan yapar. Ancak gerçeklikte, arabada sevdiğiniz bir radyo programını dinleyebilir, bir podcast’i açabilir veya sesli kitap dinleyebilirsiniz. Hatta bu zamanı yanınızdakiyle hiç bölünmeden sohbet ederek değerlendirebilirsiniz.
Bir partide veya sosyal bir etkinlik sırasında kafanızdaki simülasyonda, diğer insanların sizin hakkınızda olumsuz düşünceleri olduğunu varsayabilirsiniz. Halbuki gerçeklikte, insanlar tam tersine sizinle vakit geçirmek istiyor olabilir. Ya da herkes kendi simülasyonuyla o kadar meşguldür ki sizi düşünmeye pek vakitleri yoktur.
Kısacası, içimizde sürekli bir akışı olan, dur durak bilmez düşüncelerimizin yarattığı simülasyon ve çevremizde gerçekte var olan olaylar arasında büyük bir tezat olabilir. Her gün, stres, endişe, kaygı gibi duygularla kendimize yarattığımız bu zihinsel simülasyonlar, gerçek dünyanın sunduğu güzellikleri göz ardı etmemize neden olabilir.
Umarım bu bakış açısı gerçeklikteki güzelliklerin iç dünyanızda da yer bulmasına bir parça yardımcı olur.