Uzun seçim maratonu geride kaldı ancak sancıları sürüyor. 28 Mayıs’tan sonra toplu taşıma kullananların gözlemleyeceği bir durum hakim: İnsanlar az çeken internete rağmen telefonlarından ayrılamıyor, siyasetten haber almaya çalışıyor. Eğer yanlarında bir arkadaşları da varsa son bir haftadır konuştukları en önemli konunun da bu olduğu hemen anlaşılıyor. Sosyal medyada da durum pek farklı değil. Gencinden yaşlısına seçim sonucuna kızanlar, sevinenler, aklında soru işareti olanlar, sorumluyu arayanlarla dolu Twitter. Yani çok sayıda insan halen seçim atmosferinden çıkamadı.
Demokrasilerde olması gereken standart bir seçim sürecinde neden bu kadar gerginiz? Psikolog Serap Duygulu, bunu uzun süredir her iki tarafın da odaklandığı konunun yalnızca seçim süreci olmasına bağlıyor: “Bunu sanki bir ölüm kalım savaşıymış gibi bir psikolojik savaş haline getiren söylemlere tanık olduk. Dolayısıyla her için de olmazsa olmaz hale getirildi seçim. Herkes de umutlarını, hayallerini bu seçime bağladı. Sanki seçimi kazanan kim olursa olsun farklı bir dünyaya uyanılacak, farklı bir hayat olacak, refah düzeyimiz bir gecede artacak, yaşanan sıkıntılar halledilecekmiş gibi görüldü.”
Bu algı nedeniyle de kazanan taraf ne kadar sevindiyse kaybeden muhalefetin de bir o kadar mutsuz ve üzgün olduğunu ifade eden Duygulu, hayal kuran kesimin mutsuz olmasının doğal olduğunu söylüyor. Seçimi kim kazanırsa kazansın bunun yaşanacağını vurgulayan Duygulu, kaybeden tarafın ‘öngörememenin mutsuzluğunu’ yaşadığını ifade ediyor: “İnsan psikolojisi geleceğin öngörülebilir olmasını bekler. Çünkü eğer gelecekte birtakım tehditlerle karşı karşıya kalacaksak onunla ilgili savunmaya geçebilmek için öngörmemiz gerekir. Bu ekonomi, insan ilişkileri gibi bütün sistemlerde geçerlidir.”
Peki stresli geçen seçim sürecinin ardından bireyler nasıl normale dönecek? Psikolog Duygulu bunun çözümünün bireylerin rutin hayatlarında olduğunu söylüyor. Kişilerin kendi yaşamına odaklanmasının birincil çözüm olduğunu belirten Duygulu, siyasetin sert söylemlerinden uzaklaşılması gerektiğini de söylüyor. Sistemi oylarıyla değiştirme iddiasında olanların bunu başaramadığında geriye değiştirebileceği tek bir şey kaldığını belirtiyor: Kendi yaşamınız. “Özellikle gençlerin iyi eğitim almak, yaptığımız işe kendimizi adamak, kendimizi sosyal birtakım çalışmaların içinde var ederek, dezavantajlı gruplara yardımcı olmak, başka insanların hayatına dokunmak hem bizi iyileştirir moral olarak hem de diğer insanların hayatında olumlu şeyler yapmış olacağız bu da iyi hissetmemizi sağlayacak” diyor Psikolog Duygulu ve ekliyor: “Ne yazık ki her iki taraf da kendisine oy vermeyen tarafı ötekileştirme tutumu içindeyiz. ‘Benim gibi düşünmeyen düşmanımdır’ algısı bu toplum için çok yanlış. Öncelikle değiştirmemiz gereken söylem benim gibi yaşamayan insanın farklı görüşte olduğunu kabul etmek.”
“Birilerini öteki konumuna koyduğunuzda siz de onun için öteki oluyorsunuz” diyen Duygulu, bu seçimin önceki seçimlerden farkının ise ittifaklar nedeniyle olduğunu ifade ediyor. Farklı düşünen grupların belirli ittifaklarda birleşmesiyle iki tarafın da daha geniş bir katmanın hayallerine bayraktarlık yaptığını söyleyen Duygulu, bir araya asla gelmeyeceği düşünülen kesimlerin bir araya geldiğini ve kıyasıya yarıştığını vurguluyor. Bundan çıkarılması gerekenin de “Farklı siyasi görüşleri olanlar ittifakta buluşabiliyorsa, biz bu ülkenin düz vatandaşları nasıl birbirimizi düşman görebiliriz?” diyerek açıklıyor.
“Koskoca bir sistemi verdiğimiz oylarla değiştiremiyorsak, o zaman kendi yaşamımıza odaklanıp dezavantajlı grupların yaşamında nasıl fark yaratabiliriz diye çalışmalıyız ve eğer -her kesim için söylüyorum- doğru düşündüğümü iddia ediyorsam bunu karşı tarafı ikna etmek için daha olumlu adımlar atarak yapabilirim” diyerek demokrasi vurgusu yapıyor Duygulu, seçimlerin de demokratik ülkelerde yapıldığını hatırlatıyor. Ayrıca bireylerin aynı düşünceleri paylaşmadığı insanlarda eleştirdiğini kendisinin yapıp yapmadığına da dikkat etmesi gerektiğini söylüyor ve “Eğer karşı tarafın liyakatsiz olduğunu düşünüyorsam ‘ben liyakatli davranıyor muyum’ diye sormak gerekiyor. Kendimiz inandığımıza uygun davranacağız sonra karşı tarafa neden yanlış olduğunu kendi yaşamımızla ispat edeceğiz” diyor.