Mart ayının ilk günleri 1994 yılından beri Kürt siyasi hareketi için önemli. 1990’da Halkın Emek Partisi (HEP) ile başlayan siyasi yolculuk, Demokrasi Partisi (DEP), ÖZDEP, Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP), Demokratik Toplum Partisi (DTP), Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve son olarak Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi(DEM Parti) ile devam ediyor.
Kürt siyasi hareketinin TBMM’deki ilk temsili 7 Haziran 1990’da kurulan HEP ile başladı. HEP’ten Fehmi Işıklar, Salih Sümer, Mahmut Uyanık, Sedat Yurttaş, Hatip Dicle ve Leyla Zana Diyarbakır’dan; Ahmet Türk, Mehmet Sincar ve Ali Yiğit Mardin’den; Mahmut Alınak, Orhan Doğan ve Selim Sadak Şırnak’tan; Zübeyir Aydar, Naif Güneş, Siirt’ten; Nizamettin Toğuç, Batman’dan; Remzi Kartal Van’dan; Sırrı Sakık Muş’tan; Mahmut Kılıç Adıyaman’dan, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) listesinden 19. Dönem milletvekilleri olarak Meclis’e girdiler. 1993’de Yaşar Kaya’nın Genel Başkanı olduğu Demokrasi Partisi (DEP) kuruldu.
SHP ittifakı ile milletvekili olan HEP’li vekiller, partilerine açılan davalar yüzünden mecliste DEP grubunu kurarak SHP’den ayrıldılar. 4 Eylül 1993 tarihinde DEP’in Mardin milletvekili Mehmet Sincar Batman’da öldürüldü. Leyla Zana’nın Kürtçe yemin etmesiyle ile başlayan kriz 1994’te dokunulmazlıkların kaldırılmasına kadar devam etti. 2 Mart 1994’te Hatip Dicle, Leyla Zana, Orhan Doğan, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, ve Şırnak bağımsız milletvekili Mahmut Alınak’ın dokunulmazlığı kaldırıldı.
Aynı gün Orhan Doğan ve Hatip Dicle TBMM’den çıkarken gözaltına alındı. Bunu protesto eden arkadaşları Meclis’te iki gün sabahladı, ama karar değişmedi. Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Sedat Yurttaş, Selim Sadak, Mahmut Alınak, Hatip Dicle, Orhan Doğan “Vatana ihanet ve devletin hakimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya ve bu topraklar üzerinde müstakil bir devlet kurmaya yönelik eylem” suçlamalarıyla aynı yıl 16 Mart’ta DGM tarafından tutuklanarak Ankara Merkez Cezaevi’ne gönderildi.
1994’te tutuklanan milletvekilleri arasında yer alan Sırrı Sakık Kürt siyasi hareketinin en önemli temsilcilerinden. DEM Parti’nin Ağrı milletvekili olan Sakık geçen 30 yılda yaşanan çözüm sürecinin, kayyumların, parti kapatmaların tanığı.
10Haber’in sorularını yanıtlayan Sakık son birkaç yılda yaşanan gelişmeler için özetle “30 yıl geriye gittik” dedi. AK Parti ve CHP’nin siyaset alanını parsellediğini söyleyen Sakık üçüncü bir güç yaratılmadığı takdirde Türkiye’nin çözümsüzlüğe mahkum olduğunu vurguladı. Sakık AK Parti içindeki Kürt siyasetçilerden gelen diyalog mesajlarıyla ilgiliyse “AKP içindeki özellikle Kürt siyasetçiler devletin içindeki tekçi yapılarla kurdukları ittifakın çözümsüzlük ürettiğini ve git gide siyaset alanlarını daralttığını görüyorlar ama bir çözüm sürecine karar vermek onları çok aşan bir yerde” diye konuştu. DEM Parti’nin yerel seçim kararı için “CHP kayyumlara ses çıkarmadı, geldiğimiz noktada Kürtler öz güçleri dışında bir güç görmüyor” diye Sakık Türkiye siyaset sahnesine etki edecek güçte bir potansiyel ortaya çıkarmak zorunda olduklarını belirtti. Sakık, yeni çözüm süreci tartışmalarıyla ilgili de “Yeni bir çözüm süreci olmalı, Sorunların çözümü için diyalog kanallarının açılması olmazsa olmazdır” dedi.
2 Mart 1994’te dokunulmazlıklar kaldırılmıştı. Bu yıl onun 30. yılı. 4 Mart 2000’de Yargıtay’ın Kürtçe isimlerin kullanılabileceğine ilişkin kararının da 24. yılı. Bahsi geçen tüm gelişmelerin yakın tanığısınız. O günden bugüne baktığınızda Kürtlerin talepleri konusundaki ilerlemeyi ya da gerilemeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
“1990’lı yıllar tabi birçok siyasi cinayetin, faili meçhul infazların ve devlet içi çeteleşmelerin çok yoğun olduğu yıllardı. Milletvekili arkadaşımızdan il ilçe yöneticilerimize, gazete dağıtımcılarından gazetecilere, köylülerin infazına kanlı ve kirli yıllardı. Büyük bir cesaret ve mücadele ile süren yıllardı bizim için. Aynı zamanda yaşadığımız onca büyük acılara rağmen yürüyüşümüzü daha da büyüttüğümüz zamanlardı. Dönemin karanlık devlet yapıları tarafından Kürt meselesinin çözümünün engellenmesine dönük Özal’ın öldürülmesinden, Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın suikastlarına kadar birçok kanlı tertip düzenlendi. Kürt meselesinin çözümsüz bırakılıp, inkâr, imha ve asimilasyon politikalarının sürdürülmesinin bir parçası olarak o dönem partimiz DEP’e kapatma davası açıldı ve bizim tutsak edilme sürecimiz başladı. Bizim hapsedilmemiz aslında Kürt meselesinde beliren siyasi çözüm umutlarını yok etmeye dönüktü. Meclise ve halk iradesine yönelik bir darbeydi. Kürt halkı parlamento seçimlerinde meclise bizleri göndererek aslında çözüm iradesini ortaya koymuştu fakat yanıt devlet içi çetelerden bu şekilde geldi ve dönemin diğer siyasi yapıları hem korkularından hem de çözüme dair bir perspektifleri olmadığından dolayı ses çıkarmadılar.
Neticede 30 yıl önce yaşanan bu süreçten sonra Kürt halkı, demokrasi güçleri geri çekilmediler. Hapishanelerde, işkencelerde ve kanımızla, canımızla çokça bedeller ödedik. Bizim mücadelemiz büyüyerek sürdü ve bazı kazanımlar elde edildi. 2000 yılında Yargıtay’ın Kürtçe isimlere dair kararı bu mücadelenin sonuçlarından biriydi. Sonrasında ilk dönem AKP’nin demokrasi söylemi ve Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyelik sürecine girmesiyle beraber kısmi bir demokratikleşme ortamı doğdu ve Kürtçe propaganda, TV yayını gibi kazanımlar gelişti. Akabinde çözüm süreci büyük bir barış umudunu yeşertti ama özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra devlet içinde Kürt karşıtı yeni bir iktidar bloğu oluştu. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ile Kürtlerin bütün kazanımlarına dönük bir saldırı başladı. Kürt halkının hem belediyelerdeki hem de parlamentodaki seçilmiş iradesi olan milletvekilleri ve belediye başkanları tıpkı bizim hapsedildiğimiz 30 yıl önceki süreç gibi tutsak edildi. Kürtçe tabelalar tek tek indirildi, 1990’larda Jitem tehdidine rağmen kurulan İstanbul Kürt Enstitüsü gibi dernekler bile kapatıldı, binlerce insan KHK’larla işten atıldı, 1990’larda işlenen Vartinis katliamı gibi katliamlar, Musa Anter cinayeti benzeri cinayetler için açılan davaların tamamında zaman aşımı ve beraat kararları verildi. Ve bütün bunlar yapılırken 90’ların karanlık figürleri yine devlet içinde etkin hale getirildi. Geldiğimiz noktada Kürt halkının haklı mücadelesi eskiden olduğu gibi devam ediyor. Barış ve çözüm iradesi sürüyor ve başaracağımıza olan inancımız da gittikçe artıyor.”
2000’de Yargıtay’ın verdiği karardan iki yıl sonra AK Parti iktidar oldu. Çözüm Süreci yaşandı. Kürtler adına Çözüm Süreci’nden bugüne taşınan kazanımlar olduğunu düşünüyor musunuz? Çözüm Süreci’nde kazanılan ve gerilemeye uğramadan bugüne aktarılabilen demokratik haklar var mı?
“Elbette çözüm süreci en başta hafızalara işlendi. Çok önemli bir deneyimdi. Cumhuriyet tarihinde bu kadar kapsamlı ve kısmen açık yapılan ilk barış girişiminden bahsedebiliriz. Bu deneyim bize ilerde böyle bir süreç tekrar olursa neyin yapılmaması ve neyin yapılması gerektiğini öğretti. Devletin istediği zaman toplumu çok hızlı bir şekilde siyasi çözüme ikna edebildiğini gördük. Böyle kapsamlı bir çözüm sürecinde kesinlikle partilerin kendi kazanımlarını bir tarafa bırakıp toplumun topyekûn kazanmasına odaklanması gerektiğini gördük. Birçok örneğini sayabileceğimiz bu hafıza ve deneyimin kendisi çok çok kıymetli.
Bunun yanında Kürt halkının kültürel ve siyasi kazanımlarına dönük çok kapsamlı ve sert bir saldırı dalgası başlamış olsa bile bugün bu saldırının kısmen başarısız olduğunu ve Kürt halkının talep ve isteklerinde herhangi bir geri çekilmenin olmadığını görüyoruz. Bugün Kürt coğrafyasında en milliyetçi, Türkçü partiler bile Kürtçe propaganda yapmak zorunda kalıyorlar. Bazı kazanımlar geri döndürülemez şekilde topluma nüfus etti.”
2019 seçimlerinde ve 14 Mayıs seçimlerinde HDP ‘koşulsuz’ olarak iktidarın karşısındaki muhalefet cephesine destek verdiğini söyledi. Bu kararların ardından HDP’nin kazandığı neredeyse tüm belediyelere kayyum atandı. Sizce bu bir cezalandırma mıydı?
Kayyum rejimi iktidarın yeni bileşeniyle beraber Kürt halkına karşı geliştirdiği açık bir gasp rejimi olarak ortaya çıktı. 12 Eylül cuntası bile bu şekilde yerel yönetimlere müdahale etmedi. Evrensel, yasal ve anayasal normlar ilan edilen OHAL rejimiyle bertaraf edilerek Kürt halkının seçim iradesi yok edildi. 2019 seçimlerinde muhalefete destek verilmesi sonrası iktidar ikinci defa tereddüt etmeden neredeyse bütün belediyelere kayyum eliyle el koydu. Eğer ki muhalefet cephesi kararlı ve kapsamlı bir şekilde bu açık yasadışılığa, haksızlığa karşı çıksaydı belki de buna cesaret edemezlerdi ama çok cılız ve korkak bir iki tepki dışında muhalefetten bir itiraz yükselmedi. Türkiye’nin bir bölgesinde demokratik haklar, seçme, seçilme iradesi askıya alındığı halde Kürt halkının desteğiyle İstanbul gibi mega şehirlerin belediyelerini alan ana muhalefet partisi hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Geldiğimiz noktada Kürt halkı kendi öz gücü dışında bu vesayet rejimini bitirecek başkaca bir güç görmüyor ve bu seçimlere de bu şekilde yaklaşıyor.
Son süreçte AK Parti içindeki Kürt siyasetçilerden çeşitli diyalog mesajları geldi. Bu mesajları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bana göre Kürt meselesinde yeni bir demokratik çözüm süreci elbette olmalıdır ama şu anda böyle bir durum yok. İktidar içindeki bazı isimlerin konuşmaları, niyetleri çözüme dair istekleri olabilir fakat olmasını istemek ayrı, devletin buna karar vermesi ayrı. AKP içindeki özellikle Kürt siyasetçiler devletin içindeki tekçi yapılarla kurdukları ittifakın çözümsüzlük ürettiğini ve git gide siyaset alanlarını daralttığını görüyorlar ama bir çözüm sürecine karar vermek onları çok aşan bir yerde. Belki demokratik bir normalleşme için kendi partilerine baskı kurabilirler ama bunu da pek yaptıkları söylenemez. Öte taraftan devlet içinde bir demokratikleşme eğilimi olduğunu ortaya çıkaracak bir gelişme yok. Hasta tutsaklar ağır şartlar içinde hücrelerde tutuluyorlar, birçoğu cezaevlerinde ölüme terk ediliyor, sudan bahanelerle insanlar tutsak ediliyor, kumpas davalarında Kürt seçilmişlere binlerce yıllık cezalar isteniyor. Sayın Öcalan Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi yasaları hiçe sayılarak tecrit altında tutuluyor. Başvurularımız var, ailenin, avukatların başvuruları var, hiçbirine cevap verilmiyor. Bu saydıklarım yasal zorunluluk olan şeyler. Devlet kendi yasasını bile uygulamıyorken şu anda bir gelişmeden bahsetmek mümkün değil. Ama sorunların çözümü için diyalog kanallarının açılması olmazsa olmazdır, bu kadar devasa bir meselenin sadece şiddetle çözüleceğini düşünmek tarihe ve akla aykırıdır.
Kürt siyasi hareketinin Kürtlerin demokratik talepleri doğrultusunda bundan sonra atması gereken adımlar nelerdir? Yeni çözüm süreci tartışmalarına nasıl bakıyorsunuz?
Kürt hareketi geçmişte olduğu gibi bugün de mücadelesini kararlılık ve cesaretle sürdürüyor. Bütün baskı ve engellemelere karşın savunduğumuz doğrulardan taviz vermeden, Türkiye’deki demokrasi talebi olan bütün kesimlerle ortaklaşarak siyaset yapmaya devam etmeliyiz. Topluma, yaşadığımız yoksulluğun, adaletsizliğin, despotik yönetimin kaynağında Kürt meselesi olduğunu anlatmamız gerekiyor. Ülkede AKP ve CHP’den müteşekkil iki ana blok adeta siyaseti parsellemiş durumda. Bütün siyasi alan iki parti üzerinden kapatılmak isteniyor biz tam da 3. Yol siyasetini örerek barış talebini, adalet talebini, eşitlik talebini güçlü hale getirmeliyiz. Halk, sivil toplum ve Kürt temsiliyetini üstlenen bütün yapılar cumhuriyetin demokratikleşmesi, toplumsal barışın inşası için baskı oluşturabilirse, bir güç ortaya koyabilirse yeni bir barış süreci olabilir. Mevcut güç dengeleri bu şekilde devam ettikçe bu cendereden çıkamayız, çözümsüzlüğü aşmak için Türkiye siyaset sahnesine etki edecek güçte bir potansiyel ortaya çıkarmak zorundayız. Bunu başardığımız zaman zaten iktidar sahiplerinin sorunu çözmekten başka seçeneği kalmayacaktır.