İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Almanya’da Avrupa Türk İş İnsanları ve Sanayicileri Derneği (ATİAD) üyeleriyle bir araya geldiği toplantıda İstanbul’da 2.5 milyon sığınmacı bulunduğunu hatırlatarak “16 milyon resmi nüfusun neredeyse yüzde 17-18’i demek. Böyle bir artış olamaz. Doğru değil. Mülteciye de haksızlık, İstanbulluya da haksızlık” dedi.
Ekrem İmamoğlu Almanya’nın Düsseldorf kentinde Avrupa Türk İş İnsanları ve Sanayicileri Derneği üyeleriyle bir araya geldi. Bir Türk girişimcinin restoranında yapılan toplantıda sırasıyla ATİAD Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Sarıyar, Türkiye Cumhuriyeti Düsseldorf Başkonsolosu Ali İhsan İzbul ve İmamoğlu birer konuşma yaptı.
Toplantıda İmamoğlu’na Türkiye ve dünyadaki sığınmacı sorununa ilişkin görüşleri soruldu. Sorunun kaynağında ve çözümsüzlüğünde Avrupa’nın ve hükümetin yanlış politikalarının yattığını vurgulayan İmamoğlu sığınmacı akınının yoğun olduğu bir dönemde Fransa’da, Nice’te 2015’te katıldığı bir toplantıda yaptığı konuşmayı aktardı.
İmamoğlu şunları kaydetti:
“Eurocities’in bir toplantısında şunu söyledim; ‘Bakın, mülteci meselesini Avrupa’dan şöyle izlediğinizi görüyorum. ‘Türkiye, bu konuda duvar olsun. Oradan geçmesin de ne olursa olsun.’ Bir, insani değil mülteciler adına. İki, Türkiye böyle bir ülke değil. Hiçbir ülke böyle olamaz. Hiçbir ülkeyi böyle bir haksızlığa tabi tutamayız. Mülteci meselesi evrensel bir sorun, global bir sorun. Kaynağı açlık olabilir, susuzluk olabilir, iklim krizi olabilir. Daha kötüsü, savaş olabilir. Ülkeler böyle bir ortamda göç eden insanlar için ‘Barışı nasıl oraya getirebiliriz’ ya da ‘Suyu nasıl oraya getirebiliriz’ ya da ‘Açlığı orada nasıl sona erdirebiliriz’ diye düşünmek zorundayken ne yazık ki Türkiye’yi ‘Şu kadar para verelim ve mültecileri orada tutun’ pazarlığı yapılan ülke haline getirdiniz. Ve bu konuda Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hükümeti kötü sınav vermiştir. Meseleyi bu seviyede tutarak mültecilerin gelişini alkışlamış ve alkışlattırmıştır. Bu olmaz.
“Mülteciye de İstanbulluya da haksızlık”
2,5 milyona yakın mülteci var İstanbul’da. Yani 10 senelik faturadan bahsediyoruz. 10 senede 2,5 milyon ne demek biliyor musunuz? 16 milyon resmi nüfusun neredeyse yüzde 17-18’i demek. Böyle bir artış olamaz. Doğru değil. Mülteciye de haksızlık, İstanbulluya da haksızlık. Şimdi bu bir durum tespiti. Yani geçmişe dair bu durum tespitini yapmazsak bugünün insanlarını farklı yorumlarız ve farklı yerlerde yargılarız. Ama tekrar söylüyorum, insanlık dışı tariflerle, şiddeti öne koyan anlayışla mülteci meselesini tariflemeye çalışanlara da karşıyım. Altını net çizeyim, ama şunu da söyleyeyim, bunu niye anlattım Nice’teki toplantıda? Aynen bu konuşmayı yaptım ‘Bu yanlıştır’ diye Avrupa’daki bütün şehir belediye başkanlarının yüzüne. Kalktı o dönemde, işte iktidar partisiyle aynı partiden bir belediye başkanı ‘Biz Osmanlı’nın torunlarıyız. Biz herkese kucak açarız. Gelirler…. Haydi…’ Bir Mehter Marşı eksikti. Böyle bir konuşma yaptı. Konuşması bitti. Dedim ‘Kardeşim sen ne diyorsun Allah aşkına? Sen kendi ilçende seçim konuşması mı yaptın, Avrupalıyla bir problemin çözümüne dair teknik bir konuşma mı yaptın? Ne konuşması yaptın’ dedim.”
“Meseleyi bu seviyeye evirerek şu an ülkemizi büyük bir sorun yumağıyla karşı karşıya bırakmıştır ve bu son 10-11-12 yılın faturasıdır. Artık ülkemizde kaç milyon düzensiz göçle gelen insan var, bilmiyoruz. Efendim, bunu şöyle tanımlayanlar var, ‘Bak onlar olmasaydı, tekstil sektöründe biz işçi bulamazdık, bilmemne sektöründe işçi bulamayanlar var.’ Böyle bir tarif olabilir mi? Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çalışan insana ihtiyacı varsa gider, nasıl Almanya anlaşmayla Türkiye’den, Yunanistan’dan, başka ülkelerden işgücü talebinde bulundu, sen de gidersin, ne bileyim Türkmenistan’dan, işte Afganistan’dan işgücü talebinde bulunursun, resmi işgücünü ülkende çalıştırırsın. İşgücünü bir ülkeye getirmenin hem evrensel hem ülke hukukunda yeri var. Bunda birtakım hafifletmeler yaparsın, farklı uygulamalar yaparsın, getirirsin. Ama Türkiye’de gelecekte hesabını veremeyecekleri kötü bir uygulamayla ardına kadar kapıyı açarak ve de altını çizeyim, Suriye’de veya Irak’ta başta olmak üzere yaşanan birtakım karışıklıkları Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dünyadaki dış ilişkilere bakışına ters bir biçimde, iç işlerine müdahale edecek şekilde yöneterek göçü de tetiklemişiz.”
“O mülteci akını şimdi Avrupa’nın sokaklarında da var”
Bir ülkenin içişlerine karışılamayacağını vurgulayan İmamoğlu “Ama orada bir yanlış var ise evrensel hukuk çerçevesinde tepkini gösterirsin o ayrı bir şey. Kendi güvenliğinle ilgili tehdit varsa güvenlik tehdidini ortadan kaldıracak tedbirler alırsın, o ayrı bir şey. Ama biz bu çizgiyi aşarak, başka bir evrede dış politika yöneterek, yürüterek göçü de tetikleyen bir duruma getirdik. Bakınız çocuk, kadın, genç, yaşlı onlar da mutlu değil, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere. Türkiyemiz de bu anlamda mutsuz. Şimdi bugünün dünyasında, bugünün Türkiye’sinde bu sorunu çok evrensel bir biçimde ele alarak, farklı platformlara taşıyarak ve altını çizerek söylüyorum; Türkiye’yi, ‘Orta Doğu’yla aramızda bir duvar olsun, kalanlar orada kalsın, buraya geçmesin bize yeter…’ Böyle bir şey olmaz. Zaten olmadı da. Başaramazsın. Başarılamadı da yani. Aynı şekilde o mülteci akını şimdi Avrupa’nın sokaklarında da var. İtalya’da da var, Fransa’da da var, Almanya’da da var. Bu bağlamda evrensel zemine taşıyarak, dünyanın farklı kurumlarında bu işi tartıştırarak çözüm bulmamız gereken bir konu. Ama dediğim gibi insanı konuşuyoruz. Kaldı ki biz sokak canlısını da düşünmek zorundayız. Başka şeyi de düşünmek zorundayız. Ama insanı konuşuyoruz. Çocuğu konuşuyoruz. Kadını konuşuyoruz. Yani kolay değildir. Öyle atıp tutmakla, asıp kesmekle bu işler olmuyor.”
Türkiye’nin süreci deneyimlemiş milletlerden biri olduğunu belirten İmamoğlu “Dolayısıyla biz bu sorunun çözümünü bu bazda ele alıp kısa vadeli değil, uzun vadeli çözüme kavuşturmayı gayret göstermek zorunda olan bir milletiz. Dilerim ve isterim ki özellikle komşu ülkelerdeki karışıklıklardan, insanın insanı kestiği, öldürdüğü ve savaştığı bir ortamdan kurtarıp barış ve huzur içinde, herkesin kendi topraklarında ve huzur içinde yaşadığı bir ortamı var etmek Türkiye’nin asli sorumluluklarının başında gelmektedir. Bu bağlamda ben de kendini bu çözümü oluşturma konusunda sorumlu hisseden bir yönetici olarak görüyorum. Bu konuyu hiçbir zaman gündemimizden çıkartmadan da konuya her boyutta çalıştığımızı da bilmenizi istiyorum. Hem yol arkadaşlarımla hem siyasi partimizde ve diğer unsurlarıyla çalışıyoruz. Umuyorum başarıyı hep beraber kavuşuruz” dedi.
İmamoğlu bu yüzyılın savaşlar, ekonomi, iklim krizi gibi sorunlar nedeniyle zor geçeceğini vurguladı. Filistin’de, Gazze’de yapılan katliamı dünyanın seyrettiğini söyleyen İmamoğlu “Bütün bunlar kötü sınavlar. Bütün bunlara karşı milletçe, aklı başında, iyi düşünceyle, doğru düşünceyle, hukuktan asla vazgeçmeden, güvenliğinden asla taviz vermeden, biz buna biraz ‘hümanist bir bakışla’ diyoruz -ki bizim topraklarımızda o tılsım var- bütün dünyaya anlatarak inşallah dünyadaki barışa ve toplumsal iyileşmeye, ekonomik iyileşmeye hep beraber katkı sunar ve çözümler buluruz” şeklinde konuştu.
“Almanya Türkiye’yi kıskanıyor mu?”
ANKA’nın aktardıklarına göre İmamoğlu “Almanya Türkiye’yi kıskanıyor mu” şeklindeki soruya da şu yanıtı verdi:
“Ben tabii Almanlar arasında bir anket yaptırmadım bizi kıskanıyorlar mı diye. Kesinlikle bir kere kıskanılacak topraklarda yaşıyoruz. Türkiye’miz cennet. Başka bir ülke. Ama biz ülkemizin, o toprakların, o cennet vatanın hak ettiği değerde bir yönetimle ya da orayı koruyan, geliştiren, dünya ölçeğinde hak ettiği yere taşıyan bir seviyeye taşıma konusunda başarılı olamadık. Bunu kabul edelim. Yani bugün 8 bin dolarlarda, 9 bin dolarlarda kişi başı milli geliri konuşuyorsak bizim suçumuz var. Yakışmıyor o topraklara. Halbuki bizim topraklarımız paranın ilk defa gezdiği, basıldığı yer. Ticaretin ilk defa yapıldığı yer. Sadece o mu? Kültürün, sanatın, dilin, yazının icat edildiği yerdeyiz biz. Doğusuyla, batısıyla, güneyiyle, kuzeyiyle felsefenin, tarihte ne varsa aslında var olduğu yerde yaşıyoruz. Dünyada başka örneği yok.
Ama bugün 8 bin dolar, 9 bin dolar kişi başı gelir… Ya da ilk 500 üniversite arasına üniversite sokamıyorsak bilimde, icatta ya da patentte, teknolojide, sanayide, eğitimde, kültürde, sanatta milletçe hak ettiğimiz yerde değiliz. O bakımdan yapacak çok işimiz var. Sorumluyuz. Cumhuriyet’e sorumluyuz. Binlerce yıllık Anadolu’nun medeniyetlerine karşı sorumluyuz. Milletimize karşı sorumluyuz. Atatürk’e karşı sorumluyuz. Hayatını feda etmiş nice liderlerimize, güzel insanlarımıza karşı sorumluyuz. O bakımdan biz şu anda kıskanılacak durumda değiliz. Toprak parçası olarak, cennet vatanımız olarak bütün dünyanın kıskanacağı bir yerde yaşıyoruz. Ama ne yazık ki kıskanılacak durumda değiliz. Kıskanılacak durumda ne zaman oluruz? Kişi başı gelirde Almanya’yla yarışırsak, bilimde, sanatta, kültürde yine dünyanın başka ülkeleriyle yarışacak duruma geldiğimiz zaman… Ki aslında siz onu yapabileceğimizin ispatlarısınız. Daha 40-50 yıl önce, belki okuma yazma bilmeden buraya gelen, 40-50 yıl içinde buradaki işverenlerle yarışan, hatta onlardan daha başarılı hale gelen buradaki işletmecilikle bile böyle bir başarı elde eden bir insan topluluğuysak biz, yani bir milletsek, her şeyi başarabiliriz. O bakımdan bir yerlerde eksiğimiz var. Ama siyasetinde ama idaresinde ama ülkenin birtakım hususlarında. Milletimizin birbirini sevmesi, sayması, kol kola olabilmesi kadar kolay bir şey yok. Ama biz milletimizi ayrıştırıcı her dili kullanıyoruz. Milletimizi birbirinden uzaklaştıracak her dili kullanıyoruz. Bu ve buna benzer demokraside, hukukun üstünlüğünde, birçok konuda topraklarımızı hak ettiği yere taşıdığımız takdirde o zaman kıskanılacak bir millet olabiliriz. Yani tabii ki dün akşam milli takımımızı herkes kıskanmıştır. O ayrı bir şey. Ama anlık sevinçler bizi mutlu etmemeli. Kalıcı mutlulukları elde etmek zorundayız. Kalıcı ekonomik istikrarı, bilimde, sanatta, kültürde kalıcı, sürdürülebilir başarıları elde etmemiz lazım ki o duruma gelmiş olalım.”
İmamoğlu toplantıda yaptığı konuşmada Avrupa Birliği yolculuğunun Türkiye için önemli olduğunu belirterek “Özellikle AB ilişkilerinin devam edebilmesi ve sürdürülebilir hale getirilmesinin üyelik sürecinin uğramış olduğu sıkıntıya rağmen AB’nin ortaya koyduğu bir kısım kriterlerin ülkemiz faydasına, lehine kullanılması ve bu konuda atılacak adımların ülke insanının mutluluğu açısından önemli olduğunu düşünenlerdenim. Bu kapsamda ilişkilerin normalleşmesini ve diyaloğun mutlaka seviyeli ve saygın bir biçimde ilerlemesi konusunda adımların atılmasını Türkiye’miz adına önemsiyorum. Tabii bu yönüyle özellikle merkezi yönetim tarafından alınacak önemli kararlar şart. İstihdamın dönüşümü, yeşil dönüşüm, dijital dönüşüm; bunlar bizim anahtar kelimelerimiz olmalı. Zira bunlar olmadığı takdirde Avrupa Birliği’yle, Avrupa Birliği ülkeleri ve oradaki kurum ve kuruluşlarla ilişki yönetme şansımızın kalmayacağını hepimiz biliyoruz” dedi.
Deprem konusu
İstanbul’un bir deprem kenti olduğu kabulüyle yola çıktıklarını söyleyen İmamoğlu “İstanbulumuzun her türlü riske karşı dayanıklı hale gelmesi konusunda da önemli adımlar atmamız gerektiğini biliyoruz. Hem yerel yönetim olarak üzerimize düşenler, hem de merkezi idaremizden beklentilerimiz var. Bu anlamda biz ilerleyen zaman diliminde, dediğim bu boyutlarıyla her konuyu ele alan bir kent yönetimi olarak yurt içindeki birtakım hususları takip ederken, bir başka boyutuyla Türkiye-Almanya ekonomik ilişkilerinin daha da ilerleyebilmesi, AB kurumlarıyla uyum ve entegrasyonun güçlü bir yol haritası ve Gümrük Birliği’nin güncellenebilmesinin önemli olduğunu düşünüyor ve bu konularda da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni lokomotif ve etkili bir kurum olarak görüyoruz” şeklinde konuştu.
İstanbul’un olimpiyat oyunlarına ev sahipliği yapması konusunda da İmamoğlu “Bu tarihi başarıyı göstererek inşallah 2036’da sizlerle birlikte İstanbul’da güçlü bir olimpiyata ev sahipliğini de hep beraber başarırız. Sporun yanı sıra kültürde de sanatta da üstün başarılarıyla itibarlı bir geleceğe milletimizi taşırız” dedi.