Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu dün Hatay’da düzenlenen Millet Buluşması programına, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu birlikte katıldı. Kılıçdaroğlu’nun konuştuğu kürsünün arkasındaki panoda, “Başımız Sağ olsun” ifadesinin yazılı olduğu görüldü.
“85 milyonu kucaklamak boynumun borcu” mesajı veren Kılıçdaroğlu, depremin yaralarını sarmak için atacağı adımları açıkladı. Kılıçdaroğlu, “Depremzede borçlu çıkarılıyor. Hatay’da bütün depremzede kardeşlerime evi yıkılan veya yıkılacak olan. Yerine yeni ev alacak olan bütün vatandaşlarıma sözüm sözdür. Allah nasip eder iktidarda olduğumuzda herkesin anahtarını teslim edeceğiz beş kuruş almayacağız. Hiç endişe etmeyin” diye konuştu.
“İki yıl içinde anavatanlarına göndereceğiz”
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Hatay’daki “Millet Buluşması”nda yaptığı konuşmanın ardından Suriye sınırına geçti. “Bu necip milletin alnına ırkçılık gibi kara bir leke sürmeden Suriyeli kardeşlerimizi en geç iki yıl içinde kendi anavatanlarına göndereceğiz” diyen Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:
“Yol geçen hanına dönen sınır kapılarımızı kesinlikle Cumhurbaşkanlığımızda, tam tersini yapacağız, her sınır kapısı bizim namusumuz olacak. Hiç kimse elini kolunu sallayarak bu sınırlardan Türkiye’ye giremeyecek. İran sınırını aşıp Türkiye’ye gelen Afganlıları da geldikleri İran’a geri iade edeceğiz. Bunu Suriye’nin de İran’ın da Afganistan’ın da bilmesini isteriz. Suriyeli kardeşlerimizi göndereceğiz ama aynı zamanda Türkiye’yi bu bölgenin, Akdeniz’in en güçlü lider ülkesi haline getireceğiz. Açık ve net söylüyoruz. Arkamızda gizli bir hesap yok. Hiçbir ülkeye, hiçbir yabancıya karşı ön yargı yok. Ama biz kendi ülkemizde özgürce yaşamak istiyoruz. Kendi ülkemizin demografik yapısının değişmesini istemiyoruz.”
“85 milyonu kucaklamak boynumun borcu”
Kılıçdaroğlu’nun Hatay’daki “Millet Buluşması”nda yaptığı konuşmanın tam metni şöyle:
“Bizi televizyonları başında izleyen saygıdeğer vatandaşlarım. Türkiye coğrafyasında hepimiz birlikte ve huzur içinde yaşamak istiyoruz. Acılar varsa paylaşacağız. Kutlu günlerimiz varsa neşeleneceğiz. Beraber olmak, birlikte olmak, bu ülkenin geleceğini birlikte inşa etmek hepimizin boynunun borcudur. Hiçbir ayrım yapmadan. Hiç kimseyi ötekileştirmeden. 85 milyon insanı kucaklamak benim de boynumun borcudur.
“Asla unutmayacağız”
Zor günlerden geçiyoruz, biliyorum. Acılarımız yoğunlaşıyor, biliyorum. Acılarımızı hafifletmek için her birimiz tek tek elimizden gelen her türlü fedakarlığı yapıyoruz, bunu da biliyorum. Ama bazı acılar var ki onlar yüreğimizin bir köşesinde devamlı durur. Belli dönemlerde hatırlarız. Bu acılardan birisini sizler de yaşıyorsunuz, bizler de yaşıyoruz. Depremin yarattığı büyük acı, sadece kendi ülkemizde değil bütün dünyada yankılandı. Birlikte olmak, beraber olmak yaralarımızı sarmak gibi bir hasleti asla unutmayacağız.
“Millete sesleneceğim bundan sonra…”
Hatay’da ilk toplantıyı yapıyorum. Millete sesleneceğim bundan sonra… Benim boynumun borcu millete seslenmek ve doğruları anlatmak. Bayrağımızın ne kadar değerli olduğunu biliriz. Gözümüzü kırpmadan bayrağımız için hayatımızı feda ederiz. Vatanımız da bizim için değerlidir. Bu yurt bize dedelerimizden miras kalan kadim bir yurttur ve biz gözümüzü kırpmadan yurdumuz için de her türlü mücadeleyi yaparız.
“Ankara’dan talimat: ‘Bayrakları kaldırın”
Buraya gelmeden önce Hatay depreminde hayatını kaybeden vatandaşların mezarını ziyaret ettik. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanımız, mezara Türk bayrakları ve Hatay Büyükşehir Belediyesinin bayraklarını asmış. Bir daha ifade edeyim. Hiçbir partinin değil, sadece Türk bayrağı ve Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın bayrağını asmış. Ankara’dan talimat, ‘bayrakları kaldırın.’
Hayatımda hiçbir zaman bu kadar üzülmedim. ‘Türk bayrağını indirin’ diyor. ‘Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığının bayrağını indirin’ diyor. Hatay Büyükşehir Belediyesi başka bir devlete mi ait arkadaşlar? Emin olun önce inanmadım, ‘böyle şey olmaz’ dedim ama bunun olur olduğunu görmek benim vicdanımda derin yaralar açtı. Asla kabul etmiyoruz.
“Böyle bir devlet yönetimi olmaz”
Bayrağımıza sahip çıkmak namusumuzdur. Vatanımıza sahip çıkmak da namusumuzdur. Depremde hayatını kaybeden vatandaşların mezarlık da Büyükşehir Belediye Başkanlığımıza aittir. Bunun yasası var zaten… Bir toplumu ayrıştırmak kadar tehlikeli bir şey yoktur. Bir toplumu ayrıştırmak ve kavga ettirmek kadar tehlikeli bir şey yoktur. Benim ahlakım da benim vicdanım da benim inancım da; hiç kimseyi ötekileştirmeden herkesi kucaklamaya açıktır. Ben herkesi severim, herkesi sayarım. Benim düşüncelerimi beğenir beğenmez o ayrı bir şey ama yüce yaratanın yarattığı en değerli varlık insansa ben o insana her türlü kucağımı açmak zorundayım. Öyle bir tabloyla karşılaşacağımı hiç düşünmüyorum. Bir Bakan, telefon edecek, ‘indirin’ diyecek bayrakları… Ne demek, ne günlere kaldık? O açıdan her birimiz, vicdan sahibi olan her birimiz bunun gereğini yapmak zorundayız. Bunun gereğini yapmak, bayrağını seven, vatanını seven her vatandaşın görevidir.
Dedim ya bazı acılar vardır yüreğimizin bir yerinde durur. Bu acı biraz daha farklı bir acı, olmaz arkadaşlar olmaz. Yanlıştır bu. Böyle bir devlet yönetimi olmaz. Ölürsünüz ama bayrağınız elinizde ölürsünüz. Ölürsünüz ama vatanınız için ölürsünüz.
Olağanüstü dönemlerde, olağanüstü kararlar alınır. Evet bir olağanüstü dönem var. Yaşadık bunu, 50 bine yakın vatandaşımız hayatını kaybetti. Olağanüstü kararlar almak zorundasınız. Olayı toparlamak ve en azından yaraları sarıp sarmalamak için…
Belediyelerimiz, en başta da ben olmak üzere, depremin olduğu saatlerden itibaren hepimiz hareket halindeydik hepimiz. Hiçbir ayrım yapmadan; bir kişiyi nasıl kurtarabiliriz, bir kişinin yarasını nasıl sarabiliriz diye her birimiz hareket halindeydik. Evet depremin olduğu yerde insanlarda büyük bir travma vardı ve yaşıyorlardı bunu, o şoku henüz atlatmamışlardı ama bizler Anadolu’dan akın akın, Anadolu coğrafyasından insanlar geldi, Belediye Başkanlarımız geldi her yerden geldiler ve dolayısıyla yaraları sarmaya çalıştık. Arama kurtarma ekipleri, çadırlar, yiyecekler, konteynerler bütün bunların hepsi yapıldı ve süratle bir planlama yaptık. Depremin yaşandığı 10 ile 11 Büyükşehir Belediye Başkanımız koordinatör olarak derhal görev başında olmaları için çağrı yaptık ve hemen gittiler. Burada da (Hatay), İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu koordinatör olarak görev yapıyor. Kendisine hepinizin huzurunda yürekten teşekkür ediyorum.
864’ü gönüllü olmak üzere 6 bin 693 kişi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koordinatörlüğünde burada görev yaptılar. Görev yapanlara da yürekten teşekkür ederiz. Onlar da günlerce yatmadılar, onlar da sizin gibi banyo yapamadılar, onlar da sizin gibi yeteri kadar beslenemediler. Ama görev yaptılar. Bin 361 iş makinesi buraya geldi ve burada görev yaptı. Günlük ihtiyaçlar, yemekler, yiyecekler, su bütün bunların hepsi yapılmaya çalışıldı. Feribotla 78 ton gıda yardımı yapıldı sadece Hatay’a, ayrıca Adıyaman, Kahramanmaraş, Gaziantep, Malatya, Şanlıurfa ve Diyarbakır’a da yardımlar götürüldü. Buranın dışında İBB oralara da ayrıca el uzattı. Bin 550 kişilik geçici barınma konut inşaatına başlandı. Çiftçiye destek için de 15 tır süt yemi; yaklaşık 390 ton oluyor, tarıma destek verildi. Ayrıca tohum desteği ve diğer destekler verildi.
Mersin Büyükşehir Belediyemiz, buradaki süt üreticilerinin sütünü satına aldı ve onlarla peynir yaptı. Peyniri depremzedelere dağıttı. Yani ekonomi kendi içinde bir döngüye girmiş oldu. Kimsenin zarar etmediği herkesin yararlandığı bir avantaj çıktı ortaya… Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanımız, Kahramanmaraş’ın koordinatörlüğünü yapıyordu. Oradaki kayısı üreticilerinin bütün sorunlarını çözdü. Bir protokol yapıldı ve onlar alındı. Yem desteği yine aynı şekilde çiftçiye, tarıma verilmeye başlandı.
“14 Mayıs’tan sonra yeni bir gün”
Burası bir sanayi kenti bir eğitim kenti ama aynı zamanda bir tarım kentidir Hatay… Gözbebeğimiz bir kenttir, kadim bir kenttir. Görkemli bir tarihi olan kenttir. Dolayısıyla bu kente bütün dünya titriyor. Bu kentin onarımı gerekiyor: Kurallarına göre, tarihine göre, tarihi dokusuna göre, ruhuna göre yeniden onarılması gerekiyor. İnşallah bunu yapacağız göreceksiniz. 14 Mayıs’tan sonra yeni bir güne başlayacağız hep beraber ve bu yeni günde göreceksiniz Hatay da, Kahramanmaraş da bütün Türkiye de yeni bir anlayışı yeni bir ufku göreceğiz. Hiç kimsenin ötekileştirilmediği, bir ufku görecek değerli arkadaşlarım.
“Çiftçi, esnaf ve sanayiciye destek”
Öyle bir tablomuz var ki değerli arkadaşlarım… Esnafın dükkânı yıkılmış, sanayicinin fabrikasında hasar var, çiftçi yem bulamıyor. Bütün bunların çözülmesi lazım. Şimdi diyorlar ki, ‘efendim çiftçinin borcu var bankalara ödesin.’ Nasıl ödeyecek? ‘Esnafın kredi borcu var ödesin’ Ya dükkân yıkılmış nasıl ödesin? ‘Faizlerini de ödeyecek’ nasıl ödesin? Bırak faizini ana parayı ödeyemez. Fabrika çalışmıyor.
Herkes kenti terk etmeye başlamış. Olağanüstü hallerde, olağanüstü kararlar alınır diye sözlerime başlamıştım. Çiftçinin, esnafın, üreticinin, sanayicinin bir an önce kendisine dönmesi için ona güç vereceksiniz, destek vereceksiniz. Esnaf dediğiniz sıradan bir insan değildir. Kentin ruhudur esnaf, dükkânı açıldığı zaman sabahleyin bismillah ile açar dükkanını, insanlar önce esnafa giderler. Dükkân yıkılmış faiz istiyorsun, ne dedim olağanüstü kararlar alacaksınız. ‘Bir’ diyeceksiniz, ‘ben esnafın bankalarda olan kredilerinin faizlerini siliyorum, ana parayı da siliyorum dükkanı yıkılmışsa’ daha ne olsun? Kişinin ‘efendim çek borcu var’ Her kişi bir tarafa dağıldı kardeşim. Herkes bir yerde ya, emin olun devlet yönetiminde kural şudur; bir olayla karşılaştığınızda derhal planlarsınız derhal. ‘Kısa dönemde ne yapacağım, orta dönemde ne yapacağım, uzun dönemde ne yapacağım’ planlarsınız ve bu planı çalıştırırsınız. Aksi halde devleti yönetmezsiniz. Kuralları koyarsınız ve herkes o kurallara uyar. Böyle yapmak zorundasınız.
“Bir kenti kent yapan entelektüel birikimi”
Beşerî sermayede büyük kayıp var. Haberleri var mı acaba Allah aşkına? Adıyaman’a, Malatya’ya, Kahramanmaraş’a gittim. Buraya da benim dördüncü gelişim. Mühendisi, mimarı, doktoru, ustabaşı, sanayicisi, fabrikalarda çalışan nitelikli eleman kenti terk etmiş vaziyette, bu insanların geri gelmesi lazım. Fabrikaların çalışması lazım. Esnafın dükkân açması lazım. Bu kısa vadede yapılması gereken şeylerdir bunlar. Esnaf geldi, ‘dükkan açmak istiyoruz’ dediler. ‘Yer yok’ dediler. Bir sanayici, ‘tek katlı prefabrik dükkanlar yapabiliriz’ dediler. Milletvekilime söyledim ‘yer bulun biz derhal yapalım, bir ay içinde gelsin esnaf dükkânı açsın orada.’ Yer bulun bize, yer verin.
“Okulların tamamını yaparız biz”
Okullar açılması lazım. Yıkıldı, yapın derhal okulları, açın okulları, yapamıyorsanız bize söyleyin biz söyleriz okulların tamamını yaparız biz. Niye yapmayalım arkadaşlar? Özel okullarda çalışan öğretmenler, onların da derdi var. Eğitim bitmiş, onlar da parasız kalmışlar. Bir kenti kent yapan unsurlardan birisi de o kentteki entelektüel birikimdir. Yani mimarıdır, yani mühendisidir, yani avukatıdır, yani sanayicisidir, yani üniversitesidir, yani eğitim kurumlarıdır. Bunların olmadığı bir kent, kent olmaktan çıkar. Kenti kent yapan, şehri şehir yapan; bu ruhtur. Bu ruhun korunması lazım. Bununla ilgili önlemlerin alınması lazım.
Fabrikada çalışacak işçi yok herkes çıkmış… Ya çözümü basit söyledim elli sefer söyledim. Diyeceksiniz ki, ‘olağanüstü bir durum var, deprem bölgesinde çalışmak isteyen işçilerden vergi almayacağım, sigorta primi almayacağım, devlet olarak ben yatıracağım onu’ diyeceksiniz. O zaman kişi gelir burada çalışmaya başlar. ‘Bir avantajım olsun benim, riskli bir bölgede çalışıyorsam bir avantajım olsun.’ Devlet bunu yapmak zorundadır. Bunu yapmadığınız takdirde kimse gelmez ve o fabrikalar çalışmaz. Uzun süre öyle kalır.
Olağanüstü dönemler, devletin olağanüstü fedakârlık yaptığı dönemlerdir. Rahmetli Ecevit büyük deprem olduğu zaman Marmara’da, derhal ‘Yeni Vergi Kanunları’ çıkarmıştı. Herkes elini cebine atsın ve biz bu yaraları saralım ve düzenli olarak toplanan paraların nerelere harcandığını Başbakanlığın internet sitesinde yayınlıyorlardı. Bunların olması lazım. Bunlar olmadığı zaman devlet yönetilmiyor demektir. Bir sorun var demektir.
Samandağ’da… Yazı göndermişler, ‘yeteri kadar su veremeyeceğiz, az su tüketen ürünleri ekin’ diye… Bir devlet bunu yapar mı arkadaşlar? Bir iktidar bunu yapar mı? Verin kardeşim bize deyin ki, ‘Devlet Su İşleri (DSİ) bunu yapamıyor.’ Vallahi de billahi de bizim Belediye Başkanlarımız süratli bir şekilde yaparlar ve suyu da verirler. Ne olacak? Yaparız biz. Çünkü bizim özel bir beklentimiz yoktur. Çiftçi üretecek ki karnımız doysun. Siz bunu yapmadığınız takdirde daha pahalı bir bedel ödüyorsunuz. Başka ülkelerin çiftçilerine dünyanın dolarını, avrosunu aktarıyorsunuz. Bizim insanımız bunları yapar. Niye yapmasın?
“37 gün geçti hala molozlar var”
Değerli arkadaşlarım, Hatay’ın demografik yapısı da çok değerlidir. Olması gereken bir yapının korunması lazım. Zaten yeteri kadar bozuldu. Şimdi dışarıya aşırı göçün ve onların tekrar gelmemesinin demografik açıdan sorun yaratacağını hepimiz biliyoruz. Aklı başında olan herkes bilir bunu. Bunu düşünüyorlar mı acaba? Gereğini yapıyorlar mı acaba? Devleti yöneten kişi bugünü değil, yarını değil, üç yıl sonrasını değil; devleti yöneten kişi devletin liyakatli kadrolarıyla ülkenin 20 yılını, 25 yılını, 30 yılını 100 yılını düşünmek zorundadır. Liyakatin özünde bu yatar zaten. İşi ehline verdiğiniz zaman sorunlar çok daha kısa sürede çözülmüş olur. Bakınız 37 gün geçti. Hala molozlar var, enkazlar var. 180 milyon ton enkaz bir yerlere taşınacak. Asbesti düşünüyorlar mı acaba? Gerekli önlemler alınmadığı takdirde bu kentlerin kanser üreten bölgelere dönüşebileceğini düşünüyorlar mı acaba? Allah rızası için, bir çevre mühendisiyle görüştüler mi acaba? Devleti yöneten kişi bütün ayrıntıları düşünmek zorundadır. Nasıl düşünür? Çağırır liyakatli kadroları, hepsini çağırır. ‘Beyler ne yapacağız?’ der. Mimarı, mühendisi, doktoru, avukatı herkes hangi alandaysa sanayicisi, o alanlara giren herkesle görüşür. Bu olayı biz nasıl en kısa sürede çözeriz ve yaraları en azından sarıp sarmalayabiliriz bunu yapması lazım.
“Bölgenin özel planlanması lazım”
Hep afetten sonrasını düşünüyoruz. Bir kural daha var… Devleti yönetenlerin unutmaması gereken temel bir kural daha var. Afetten sakınma. Bu hiç konuşulmuyor. Yani afet olmadan önce biz öyle önlemler almalıyız ki afet olduğunda ya hiç can kaybı olmasın ya asgari olsun. Elin oğlu yapıyor. Japonya yapıyor. Deprem oluyor, bizden daha yüksek depremler oluyor kimsenin burnu kanamıyor. Neden? Afetlerden sakınıyorlar. Bir afetten sakınma vardır, bunun yönetimi vardır. Bir de afet yönetimi vardır. Yani afet olduktan sonra ne yapacağız, bir de onun yönetimi vardır. Biz afetten sakınmayı adeta defterden silmişiz. Oysa devletin liyakatli kadroları bunu belirlemiş durumda, bunu yazmış durumda, bunu raporlamış durumda. Kahramanmaraş’ta şu derecede veya şiddette deprem olacak diye raporlar yazılmış. Rapor öyle mükemmel yazılmış ki deprem olacak, şu derecede olacak, şu kadar can kaybı olacak, şu kadar bina yıkılacak’ diyor. Deprem oldu hepsi oldu. Demek ki devletin liyakatli kadroları bunu biliyor ama bunun önlemini yani depremden, afetten sakınmanın kararı alınmıyor değerli arkadaşlarım. Bir şey daha gittiğim yerlerde sanayicilerle de konuşuyorum, esnafla da konuşuyorum, onların temsilcileriyle konuşuyorum. Sivil toplum örgütleriyle de konuşuyorum. Tüccar, Ticaret Borsası, ziraatçiler ile de konuşuyorum onlara, diyorsunuz ki ‘burada fabrikalar çalışmıyor’ ama Hatay’da da çalışmıyor ama Adıyaman’da da çalışmıyor. Malatya’da kısmen var ama biraz daha iyi ama orada nitelikli eleman kaybı dolayısıyla fabrikalar yeteri kadar çalışmıyor. O zaman yapılması gereken ne? Bu bölgenin tümüyle afet bölgesinin özel planlanması lazım özel, özel bir yasa çıkması lazım. Buraya gelecek olan insanlara belli avantajların sağlanması lazım. Bunlar çalışma falan yapmıyorlar ama biz çalışmamızı da yaptık. O konuda hiç kimsenin endişesi de olmasın, bir rapor hazırladık, bu işin uzmanlarıyla, bakınız; 750 bin depremde yıkılan orta ve ağır hasarlı bina var. 250 bin güçlendirilecek, 500 bin de yaklaşık yeniden inşa edilecek konut var. 750 bin konut ne demek? 750 kapı demek, 750 bin dolap varsa dolap demek, 750 bin, 800 bin ya da 1 milyon musluk demek bakıldığı zaman. O zaman eğer bunları yapacaksanız bu bölge için özel bir yasal düzenleme yapacaksınız. Bu bölgede bütün bu yatırımların bu bölgede yapılması lazım. Kapının, pencerenin, kablonun hepsinin bu bölgede yapılması lazım. Yani bu bölge kapıyı gidip başka bir yerden almayacak, buradaki fabrikadan alacak. Burada fabrika kurulacak ve devlet diyecek ki, ‘’hiç meraklanma kardeşim, sen fabrika mı kuruyorsun, kapı pencere mi, gel kur. Senden 5 yıl vergi almayacağım, 3 yıl vergi almayacağım. Sana teşvik vereceğim, gel burada kur istihdam yarat’ dolayısıyla siz lojistik olarak da büyük maliyete katlanmayacaksınız. İstihdam yaratacaksınız, bölgeyi ayağa kaldıracaksınız ve bütün konutları depreme dayanıklı yapacaksınız. Yani afetten sakınan bir politikayı izlemiş olacaksınız. Bu, istihdam yaratır. Hepsini yaptık sonra ne olacak? Gayet basit, Türkiye’nin gücü var. Ortadoğu, Afrika’ya bütün bu fabrikalar ihracat yapabilir. Bölge bu çerçevede ele alınıp değerlendirilmek zorundadır.
“Eksik olan geleceği görmeyen siyaset”
Erzurum’a gittiğimde söyledim, ‘Erzurum’u özel ekonomi merkezi yapacağız’ merkez Erzurum, Kars’tan, Iğdır’dan tutun, Elâzığ, Tunceli’yi de içine kapsayan büyük bir tarım ve hayvancılık özel iktisat bölgesi yapılması lazım. Bu bölgenin de kendine özgü koşulları düşünülerek, tekstilden tutun sanayinin değişik alanlarında özellikle inşaat sanayinin ihtiyaç duyduğu bütün ürünleri bu bölgede üretmek zorundasınız. O zaman hem istihdam yaratırsınız hem bölgeyi ayağa kaldırırsınız. Hem böylece herkes gidip de ‘İstanbul’un, İzmir’in varoşlarında asgari ücretle iş bulabilir miyim?’ diye düşünmeyecek. Bizim düşüncemiz bu, hiç endişe etmeyin yapamadılar, yapmıyorlar. Söylüyorum ‘yapın’ diye çünkü bu memleket bizim memleketimiz, vatan bizim vatanımız.
Kardeşim yapın bunları niye yapmıyorsunuz? Bu bölge için özel bir yasa getirin, özel teşvikler getirin, herkes gelsin burada üretsin, burada çalışsın, burada istihdam yaratsın. Dolayısıyla hem Ortadoğu’nun ve Akdeniz havzasının en güçlü ekonomik yapılanmasını bu bölgede yapabiliriz. Her şeyimiz var. Eksik olan geleceği iyi görmeyen siyaset. Onun dışında her şeyimiz var. Gelip yatırım yapacak iş adamımız mı yok? Dünya kadar var. Yeter ki teşviğini ver, yeter ki imkanını sağla, bunların tamamının olması lazım.
“Kimin kabahati var”
Başka bir şey daha değerli arkadaşlar, deprem sonrası temeller atıldı eyvallah. İnşallah o binaların tamamını biz tamamlayacağız. Kimse endişe etmesin, hepsini tamamlayacağız. Soru şu, bu olayda kimin kabahati var? Size Anayasa’nın 57’nci maddesini okuyacağım. Başlığı ‘Konut Hakkı’, ‘Devlet şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde’ şehirlerin özelliklerini, Hatay’ın bir özelliği var, Maraş’ın özelliği var. ‘Şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını’ fay hattı var mıdır, yok mudur, havuzu mudur, denizi midir, deniz kenarında mıdır, denizden uzak mıdır, karasal iklim mi vardır. Soru şu, bu olayda kimin kabahati var. Size Anayasa’nın 57. maddesini okuyacağım. Başlığı konut hakkı, ‘Devlet şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde konut ihtiyacını karşılayacak tedbirler alır. Ayrıca toplu konut teşebbüslerini de destekler’ diyor. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin de 25. maddesi konut hakkını gözeten bir maddedir. Bu maddeye baktığınızda diyor ki, ‘Eğer sen ev alıyorsan, sen iş yeri alıyorsan ben her türlü güvenceyi sağladım, rahatlıkla çalabilirsin. Bir olayla karşılaştığında sorumlusu sen değilsin, sorumlusu benim’ diyor Anayasa. Çünkü vatandaş diyor ki, ‘Ben gittim senin verdiğin güven çerçevesinde evimi, dükkanımı aldım. Ama bana mezar oldu, benim ne günahım var…’
“Depremzedeyi borçlu çıkarıyorlar”
Bir şey daha bir binanın yapımı için tam 23 imza. Mimarı mühendisi bilmem nesi 23 imza gerekiyor. 23 imzanın hiçbirisinde konut veya dükkân sahibinin imzası yok. Tamamı kamu. Soruyorlar mühendise, mimara… Hepsinin imzası var. Hepsinin imzaları ne demektir? Satın aldığın daire deprem konusunda güvenli dairedir. Satın aldığın dükkân deprem konusunda güvenli bir yerdir kim veriyor bu güveni kamu veriyor. Şimdi diyorlar ki, ‘Size yer yapacağız. Evinizi yapacağız ama sizi borçlandıracağız. Bize 20 yılla taksitle ödeyeceksiniz.’ Niçin kardeşim, benim ne günahım var? O imzaların hiçbirisi bana ait değil, ben atmadım. Devlet olarak Anayasa’nın gereği olarak sen her türlü teminatı verdin. Dedim ki, ‘Bu ev, bu daire, bu alışveriş merkezi mükemmeldir. Rahatlıkla girebilir, satın alabilirsin.’ O zaman benim günahım ne? Şimdi depremzedeyi borçlu çıkarıyorlar, olmaz değerli arkadaşlar.
“Beş kuruş almayacağız”
Hani diyor ya, şair Necip Fazıl, ‘Bu taksimi kurt yapmaz. Kuzulara şah olsa’ diyor. Böyle bir şey olur mu? Kardeşim imar iznini sen veriyorsun. İmar affını çıkarıyorsun sen. Vatandaş değil, denetleyecek olan iktidar ben değilim. Kentsel dönüşümler risk alanlarına yapıldı mı yapılmadı mı, vatandaş nereden bilecek fay hattı nereden geçiyor. Onu yapan da kamu. Düşük orta gelirliye sen konut yapacaktın o konutlar yeteri kadar sağlam değil. Dolayısıyla bütün bunlar varken depremzede borçlu çıkarılıyor. Hatay’da bütün depremzede kardeşlerime evi yıkılan veya yıkılacak olan. Yerine yeni ev alacak olan bütün vatandaşlarıma sözüm sözdür. Allah nasip eder iktidarda olduğumuzda herkesin anahtarını teslim edeceğiz beş kuruş almayacağız. Hiç endişe etmeyin. Bakın değerli kardeşlerim beş kuruş almayacağız dedim zaten almak suç. Alırsanız suç. Niçin? Anayasa 125. Maddede gayet açık düzenleme var. diyor ki, ‘İdare’ yani devlet. ‘Kendi eylem ve işlemlerinden’ yani kendi attığı imzalardan ‘doğan zararı ödemekle yükümlüdür’ diyor. Bu kadar açık bu kadar net bir hüküm var. Eğer bir helalleşme olacaksa anahtarı teslim edeceksiniz. Ölen canlar için vatandaşlarımız için özür diyeceksiniz. Helalleşme o zaman olur. Anahtarı vereceksiniz ‘gel helalleşelim’ diyeceksiniz.”