İstanbul Politikalar Merkezi direktörlerinden Dr. Hatem Ete 31 Mart seçim sonuçlarını kapsamlı biçimde değerlendirdi. Ete'ye göre seçmen Mayıs 2023 sonuçlarının hüsranıyla bozulan iktidar-muhalefet dengesini yeniden kurdu.

14 Mayıs 2023’te başlayan seçim maratonu 31 Mart 2024 seçimleriyle son buldu. Her iki seçim de siyaseti ve toplumsal psikolojiyi derinden etkiledi.

Mayıs 2023 seçimleri iktidara beklenmedik bir güç aktararak muhalefeti, Mart 2024 seçimleri ise muhalefete ve CHP’ye beklentinin üstünde ciddi bir güç aktararak iktidarı derinden sarstı.

31 Mart seçimleri mayıs seçimlerini revize ederek yepyeni bir dinamik üretti. Yasama ve yürütmeyi belirlemesi dolayısıyla mayıs seçimleri önemini muhafaza etmekle birlikte siyasetin 2028 güzergâhını esas olarak 31 Mart seçimleri belirleyecek.

31 Mart seçimleri siyaset ve toplumla ilgili okumalarımızı gözden geçirmemizi sağlayacak pek çok sonuç üretti. Bu sonuçları hakkıyla anlam(landırm)ak üzere önümüzdeki dönemde farklı dinamiklere mercek tutan birçok gözlem ve değerlendirmeye ihtiyaç var.

Burada bir ilk-erken değerlendirme olarak, 31 Mart seçimlerini toplumun verdiği üç mesaj üstünden okumanın mümkün olduğunu düşünüyorum; iktidara ders verme, muhalefete/CHP’ye kredi açma ve siyaset dengesini yeniden kurma.

İktidara Ders Verme

31 Mart seçimlerinin en belirleyici dinamiğini iktidara ders vermek oluşturuyor. İktidara ders verme tutumunu daha belirleyici görmemin nedeni iktidardan kopan seçmenin en az yarısının (veya yarıdan fazlasının-YSK verileri çıktığında daha net konuşmak mümkün) başka partilere (CHP veya YRP’ye) yönelmek yerine sandığa gitmemeyi tercih etmiş olması.

Bu çerçevede -temsili olarak- iktidara küsen 10 seçmenden beşinin sandığa gitmediğini, üçünün YRP’li adaylara, ikisinin de CHP’li adaylara yöneldiğini söylemek mümkün. YRP’ye yönelen seçmeni hâlâ iktidarın etki alanı içinde görmek daha doğru olduğundan iktidardan kopan 10 seçmenin sadece ikisinin gerçekten koptuğunu, diğer sekizinin bu seçimlerde iktidara ders verme motivasyonuyla hareket ettiğini, dolayısıyla iktidar havzasında durmaya devam ettiğini varsaymak daha doğru olur.

Seçmeni iktidara ders verme tercihine sürükleyen bazı yapısal ve konjonktürel dinamiklerden bahsedilebilir.

Yapısal Dinamikler

En belirleyici yapısal dinamiği uzunca süredir iktidarın yürüttüğü siyaset ve yönetim anlayışına yönelik gecikmiş ve birikmiş tepki olarak görmek mümkün.

AK Parti seçmeni 2015’ten beri yapılan her seçimde iktidarın beka-güvenlik eksenli siyasetine ve 2018’de başkanlık sistemi üstünden kurumsallaşan idare tarzına sınırlı olsa da istikrarlı şekilde tepki gösterdi.

İstikrarlı tepki 2019 seçimlerinde AK Parti’ye birçok büyükşehir kaybettirdi. Ancak AK Parti 2019’da başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok büyükşehri kaybetmiş olmayı gereken ciddiyetle ele almadı.

Seçmen bu siyaseti 14 Mayıs seçimlerinde cezalandırmaya hazırdı, ancak muhalefet ortalama seçmende istikrarsızlık endişesi yaratacak tercihlerde bulununca seçmenin tepkisi gecikti.

AK Parti mayıs seçimlerini de doğru okuyamadı. Muhalefetin başarısızlığını kendi başarısı zannetti.

Böylece 31 Mart’ta seçmenin son 10 yıldır her seçimde ısrarla verdiği dersin en büyüğüne muhatap oldu ve kuruluşundan beri girdiği seçimlerde ilk defa birinci parti koltuğundan kalkmak zorunda kaldı.

Bu çerçevede 31 Mart’ta iktidara ders vermeyi tercih eden seçmeni motive eden en güçlü duygunun Mayıs seçimlerindeki -zoraki- tercihini telafi etmek olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Seçmen sınırlı da olsa 2015 seçimlerinden beri istikrarlı şekilde verdiği ihtarların dikkate alınmaması üzerine ciddi ve güçlü bir ders verdi.

Konjonktürel Dinamikler

Yapısal dinamikler belirleyici olmakla birlikte sonuçlarda seçim sürecindeki bazı konjonktürel-yerel dinamikler de etkili oldu.

Seçim sürecine özgü bu dinamikleri aday, kampanya ve strateji hataları olarak özetlemek mümkün.

İlk olarak AK Parti 31 Mart seçimlerinde birçok yerde hem doğru aday bulmakta zorlandı hem de aday havuzu içinden genellikle risksiz ve vasat profilleri tercih etti. Öyle ki birçok seçim bölgesinde ortalama seçmen CHP’li adayları AK Partili adaylardan daha doğru buldu. Kampanya süresince aday makasının açılması iktidar seçmeninde sandığa gitmeme, muhalefet seçmeninde de CHP’li adaylara yönelme eğilimini güçlendirdi.

İkinci olarak AK Parti bu seçim sürecinde önceki seçimlerle kıyaslanamayacak ölçüde kötü bir kampanya performansı gösterdi. Kampanyaların seçmen üstündeki etkisini abartmamak gerekir ama liderlerin ve adayların kampanya performansı tabanın mobilizasyonu ve kararsız seçmenin nihai tercihi üstünde önemli bir etkide bulunabiliyor. Bu seçimlerde AK Parti’nin çeyrek asırlık birikimini ve belediyecilik anlayışındaki yeni trendleri ıskalayarak tutunduğu anakronik “gerçek belediyecilik” sloganı toplumda anlamlı karşılık oluşturmadığı gibi, AK Parti seçim süreci boyunca zamanın ruhunu ve/veya toplumsal psikolojiyi yakalayacak etkili bir söylem de üretemedi.

Üçüncü olarak AK Parti hem seçim öncesi ittifak ve siyaset arayışlarında, hem de seçim sürecindeki söylem tasarımında etkili bir strateji de geliştiremedi. Bu seçimlerde başarı elde etmek için AK Parti’nin özellikle kritik büyükşehirlerde YRP’nin işbirliğini sağlaması, DEM Parti’nin CHP’ye yakınlaşmasını engellemesi ve İYİ Parti’nin erimesini durdurması gerekiyordu. Söylem ve siyasetini buna göre yapılandırması gerekiyordu. Üçü de yapılamadı.

YRP işbirliğine ikna edilemediği gibi seçim sürecinde sürdürülen polemikler hem YRP’nin -özellikle Gazze konusunda- muhalefet dozunu artırmasına, hem de YRP tabanının kemikleşmesine hizmet etti. DEM Parti içinde yürütülen tartışmaları dikkate alarak sonuç alıcı tutum takınmak yerine ya eski ezberler üstünden CHP-terör işbirliği söylemine atıfta bulunuldu veya seçim takvimi ıskalanarak Irak merkezli terör operasyonlarının hazırlıkları gündemde tutuldu. Böylece DEM seçmeninin CHP’li adaylara yönelmesine katkı sağlandı. İYİ Parti’nin erimesini durdurmaya yönelik söylem ve strateji ise gündeme bile alınmadı.

Sonuç olarak iktidar aday tercihi, kampanya tasarımı ve seçim stratejileri başlıklarında yaptığı hatalarla yenilgiye davetiye çıkardı.

AK Parti aday, kampanya ve strateji başlıklarında bu hataları yapmasa da seçmenin tutumunu esas olarak belirleyen yapısal-genel dinamikler dolayısıyla seçimlerde ciddi bir ihtar alacaktı. Ancak bu hatalar yapılmadığında gösterilen tepkinin boyutu bu kadar güçlü olmayacak, dolayısıyla da siyaseti ve toplumsal psikolojiyi bugünkü kadar sarsmayacaktı.

Son olarak AK Parti’nin yaşadığı kayıpta ekonomik koşulların oynadığı role de atıfta bulunmak gerekir. Burada ekonomik koşulları ve daha vülgarize şekilde emeklilere yeterli ücret artışının yapılamayışını AK Parti’nin oy kaybının yegâne müsebbibi olarak görmeye yönelik yüzeysel ve indirgemeci yaklaşımları ihtiyatla karşılamak gerekir.

Seçmen tekil başlıklarla ilgili kanaatlerden öte bütüncül fotoğrafa yönelik genel bir kanaat üstünden tutum geliştiriyor. Ekonomiyi önemli bir sorun alanı olarak görmekle birlikte müstakil bir başlık olmaktan öte cari siyaset ve yönetim tarzının doğal sonucu ve hatta semptomu sayıyor.

Bu çerçevede başta emeklilere ücret artışı olmak üzere ekonomik durumla ilgili şikâyetlerin seçim sürecine damga vurması seçmenin oy tercihinde belirleyici dinamiğin ekonomik kaygılar olduğunu göstermez. Seçmenin iktidara yönelik muhtelif şikâyetlerini ekonomi üstünden somutlaştırdığını, ekonomiyi birçok şikâyetinin göstereni haline getirdiğini gösterir.

Meselenin daha iyi anlaşılması için ekonomik koşulların neden mayıs seçimlerinde belirleyici bir dinamiğe dönüşmediği üstünde düşünmek gerekir.

CHP’ye Kredi Açma

31 Mart seçimlerinin ikinci dinamiğini muhalefete ve bu seçimlerde seçmen gözünde muhalefeti temsil eden CHP’ye kredi açmak oluşturuyor. Bugüne kadar iktidar partilerine oy veren sınırlı bir seçmen de, muhalefet partilerinin tabanı da 31 Mart’ta beklenenin üstünde bir ağırlıkla CHP’ye yöneldi.

Bu sonuçta özellikle üç dinamiğin etkili olduğunu söylemek mümkün.

İlk dinamik 14 Mayıs’tan sonra beklenmedik yenilginin oluşturduğu sarsıntı dolayısıyla muhalefetteki siyasi partilerin hızlıca “iktidara muhalefet” fikrinden vazgeçerek “müstakil siyaset” veya “3. Yol” formülleri üstünden ayrışmaya başlamasıyla ilişkili. İktidarın mayıs zaferinden sonra muhalefetin dağınıklığı dolayısıyla 31 Mart seçimlerini de kazanma ihtimali mayıs seçimlerinde hayal kırıklığına uğrayan toplumsal muhalefeti büyük bir endişeye sevk etti. Bu süreçte CHP kendisini hızlıca toparlayarak “iktidara muhalefet” mevzisini korumaya devam etti. Toplumsal muhalefet kurumsal muhalefetin aksi çabalarına rağmen iktidara bir mevzi daha kazandırmamak için muhalefetin bayraktarlığını yapan CHP’li adaylara yöneldi.

İkinci dinamik 2019’da muhalefet ittifakının desteğiyle seçimleri kazanan belediye başkanlarının görev süreleri boyunca başta ittifak bileşenleri olmak üzere farklı toplumsal kesimleri memnun eden bir performans göstermiş olmasıyla ilişkili. Başkanların kendilerini CHP kimliğiyle sınırlandırmadan partiler-üstü bir hizmet/icraat anlayışını hayata geçirmesi hem toplumsal muhalefetin farklı bileşenleri, hem de iktidara ders vermek isteyen iktidar seçmeni nezdinde makbul adresler olmalarını sağladı.

Üçüncü dinamik ise 31 Mart’ın yerel seçim olmasıyla ilişkili. Genel seçimlerde veya Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sosyolojik kimlikleri doğrultusunda oy vermeyi önemseyen birçok kesim 31 Mart’ın yerel seçim olması hasebiyle muhalefet adaylarına yönelmekte beis görmedi.

Bu dinamikler dolayısıyla seçmenin 31 Mart’taki ikinci mesajının CHP’ye güçlü bir kredi vermek olduğunu söylemek mümkün.

Burada abartılı analizlere yönelmemek için CHP’nin birinci parti olmasını sağlayan seçmen hareketliliğinin doğru anlaşılması büyük önem taşıyor. Bunun için de CHP’ye yönelen seçmenin profil analizinin doğru yapılması gerekiyor.

Ayrıntılı sandık analizleri yapmak gerekir, ama erken bir gözlemle iktidar ve muhalefet kümeleri arasındaki geçişkenliğin hâlâ çok sınırlı olduğunu, hâkim dinamiğin kümeler-içi hareketlilik olmaya devam ettiğini, CHP’nin iktidar tabanından aldığı desteğin oldukça düşük olduğunu akılda tutmakta yarar var.

Bu çerçevede CHP’nin birinci parti olmasını sağlayan esas dinamiğin muhalefet yarı küresinde yaşanan hareketlilik olduğunu, toplumsal muhalefetin siyasi aktörler arasında radikal bir sadeleşmeye giderek “iktidara muhalefet”in taşıyıcılığı misyonunu CHP’ye yüklediğini söylemek yanlış olmaz. Dolayısıyla “toplumun muhalefete verdiği kredi” terkibini esasında “toplumsal muhalefetin CHP’ye kredisi” olarak okumak daha doğru olur.

Siyasete Denge Getirme

31 Mart seçimlerinin ürettiği üçüncü dinamik siyasal dengeyi yeniden inşa etmek oldu.

14 Mayıs seçimleri iktidarla muhalefet arasındaki siyasal dengeyi bozmuştu. İktidar toplumsal desteğinin üstünde bir güç elde ederken muhalefet toplumsal desteğinin altında bir güce razı olmak durumunda kalmıştı.

Toplumsal muhalefetin temsil imkânından mahrum kalması dolayısıyla toplumla siyaset arasında oluşan temsil açığı birçok siyasal anomaliye davetiye çıkarıyordu.

31 Mart’ta seçmen bu açığı kapatmaya yönelik etkili bir hamle yapmış oldu. Toplum, kurumsal siyasete rağmen temsil açığını kapattı. İktidarla muhalefet arasında yeniden denge kuruldu.

Sonuç: Siyasetin Geri Dönüşü 

Seçmen 31 Mart’ta iktidara ciddi bir ders verirken muhalefete/CHP’ye de geniş bir kredi açtı ve böylece mayıs seçimlerinde bozulan siyasal dengeyi yeniden kurdu.

Ancak, bu denli güçlü olmasa da Türkiye bu dinamikle ilk defa karşılaşmıyor.

Toplum 2018 seçimlerinde iktidara kazandırırken 2019 yerel seçimlerinde muhalefete önemli mevziler kazandırarak denge sağlama yoluna gitmişti. 2019-2023 arasındaki temel dinamik muhalefetin iktidara gelme umudu ve motivasyonuydu. 2023’te beklenen olmadı ve iktidar yeniden kazanırken muhalefet yaşadığı hayal kırıklığıyla ciddi bir türbülansa girdi. 10 ay sonraki bu seçimlerde seçmen 2018-2019 dinamiğini yeniden ve daha güçlü şekilde tedavüle soktu.

Temel soru önümüzdeki dört yılın ve 2028 seçimlerinin 2019-2023 dinamiklerine paralel bir izlekte yaşanıp yaşanmayacağıyla ilgilidir.

Tarihin tekerrür etmeyeceği kanaatini güçlendiren yeni iki dinamik var.

İlk olarak, AK Parti’nin ve iktidar blokunun istikrarlı oy kaybı dinamik-öncü sosyolojiyi kaybetme yolunda ilerliyor. İktidar 2023’te büyükşehirlerin kaybını Anadolu’nun desteğiyle telafi edebilmişti. 31 Mart seçimlerinde büyükşehirlerdeki kayıp oranı büyürken Anadolu’da da ciddi mevziler kaybetmeye başladı. Bu çerçevede iktidarın taşraya hapsolma riskiyle karşı karşıya olduğunu söylemek yanlış olmaz.

İkinci olarak, CHP ilk defa birçok farklı kesimin oyunu bu denli yaygın şekilde alıyor. Uzunca süre belli bir kimliğe ve bölgeye sıkışan CHP ilk defa kimlik ve bölge sınırlarını aşarak Türkiye partisi olma imkânı yakaladı.

AK Parti adım adım merkez partisi olma konumundan uzaklaşırken CHP kararlı bir şekilde merkez partisi olmaya yöneliyor.

Bu bir yandan AK Parti’nin hem genel olarak toplum, hem de kendi tabanı üzerindeki siyasal hegemonyasını kaybetme sürecine girdiğini, bir yandan da CHP’nin tarihsel-kimliksel bagajlarının yükünden kurtulma imkânı yakaladığını gösteriyor.

Bu siyasal sürece henüz çok sınırlı düzeyde olmakla birlikte sosyolojik kimliklerin esneme eğilimine girmesi ve radarlarını açarak farklı siyasal arayışlara yönelmesi eşlik ediyor.

Bu durum iktidarın (ve muhalefetin) 2018’den beri yaptığı hataların (ve yatırımların) sonucu. İktidar açısından gecikmiş bir fatura, muhalefet/CHP için gecikmiş bir kredi, toplum ve siyaset içinse ciddi bir imkân.

Bu bir dönüm noktası. Ancak düz-doğrusal olarak 2028’in kaderini tayin eden bir moment değil. Toplum mayıs seçimlerinin siyasal sonuçlarını tashih ederek siyasal aktörlerin 2028 rotasını yeniden çizdi. Ancak daha önümüzde yaşanacak-geçirilecek muhtemel dört yıl var. Bu süre boyunca iktidarın kendisine verilen dersi alıp almayacağı, CHP’nin kendisine açılan krediyi doğru kullanıp kullanmayacağı ve dengeleyici yan aktörler olarak MHP ve DEM Parti’nin siyasal denklemde nasıl bir rol oynayacakları belli olacak.

Dolayısıyla 2028’in akıbetini önümüzdeki dört yıl boyunca başta AK Parti ve CHP olmak üzere iktidar ve muhalefetin siyasal performansı belirleyecek.

İktidar tabanını küstürse de henüz kaybetmiş değil. Önümüzdeki dönemde küsen tabanını geri kazanması da tamamen kaybetmesi de mümkün.

CHP toplumsal muhalefetten beklenmedik büyüklükte bir destek aldı. Bunu -şimdilik- CHP’ye açılan bir kredi olarak okumak gerekir. Önümüzdeki dönemde CHP bu stratejik desteği kalıcı hale getirme imkânlarına sahip olduğu gibi kaybetme riskine de açık.

AK Parti’nin ciddi bir siyasal tecrübesi ve birikimi var, ama siyasal enerjisi zayıflamış durumda. CHP’nin siyasal enerjisi yüksek, ama siyasal birikimi ve tecrübesi zayıf.

AK Parti toplumla bağ kurmayı beceriyor ama devletçi refleksler, ittifak denklemi ve iktidar konforu duyarlılığını ve adaptasyon melekelerini köreltmiş durumda.

CHP ise, farklı toplumsal kesimlerle ilişki kurma refleksleri tarihsel olarak zayıf, ama hızlı şekilde değişiyor, öğreniyor ve adapte oluyor.

AK Parti’nin en önemli sınavı ittifak denklemi, güvenlik ekseni ve iktidar konforu dolayısıyla körelen siyasal reflekslerini güçlendirip yeniden reformcu siyasete ve rasyonel yönetime yönelip yönelemeyeceği olacak.

CHP’nin en önemli sınavı ise toplumun bugün belediyeleri yönetmek için verdiği muazzam krediyi neden 10 ay önce ülkeyi yönetmek için vermekten kaçındığını doğru etüt edip toplumun verdiği siyasal krediyi belediye başkanlarıyla ilgili kişisel algının ve onların performansının ötesine taşıyarak siyasal bir söylem ve tutuma dönüştürmeyi başarıp başaramayacağı olacak.

…..

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Ankara Enstitüsü Araştırma Direktörü Hatem Ete’nin bu yazısı Perspektif.online sitesinden alınmıştır.