Nefis bir ilk yarı. Sonra bundan utanmış gibi geri çekilen iki takım. Yapmayın. Bırakın, özgürleşin azıcık. Kaybetti Hollanda ama takdiri hak etti. İngiltere ise fonksiyonellik derdinde. Ne diyordu Freddie Mercury: I want to break free. Finale artık.

Bu turnuvanın bir hususiyeti ve laneti var. İyi oynayacaksın arkadaş. Oynayabileceksen yapacaksın. Kaçamak futbola yer yok. Muhafazakâr, fonksiyonel futbolla bir yere kadar. O da anca Fransa ya da İngiltere’ysen. Sonrası için yeni faza geçmen gerek. Fransa geçemedi, İspanya’nın sillesini yedi. İngiltere ise onu buraya kadar getiren futboldan vazgeçti ve daha özgürleşmiş bir forma terfi etti. En azından bir 45 dakika yaptılar bunu. Hal böyle olunca da çok daha iyi aktı takım. Son dakikadaki gol bunun ödülüdür. Yoksa o rezil ikinci yarı futbolunun değil.

Hollanda’yı da yedirmem ama sana ey okur. Sahaya çıktıkları her maçın bir hoşluğu vardı bu turnuvada. Fransa maçı hariç hep bir renk kattılar. Bu maçın da Pandora çilingiri onlardı. Evet dün akşam ‘erken gol hilesi’ vardı. Nedir o? Yazılı olmayan bir futbol kuralıdır: Eğer bir maçta erken gol olursa o maçın seyir kalitesi kafadan iki tık yükselir. İki yarı final de bu sayede olması gerekenden, pardon bugüne dek hep olandan farklı aktı. Ritim sazlar hiç susmadı, arkada bas hep kendini hissettirdi, nefesliler solo fırsatını hiç kaçırmadı, takım oyunun simgesi piyano hep doğru akorlara bastı. Dün gerçekten de senfonik bir maç vardı. Önce onun hakkını verelim.

İngiltere son dakika golüyle finalde

Oysa uluslararası futbol literatüründe İngiltere-Hollanda rekabeti diye bir şey yoktur. Bir şekilde denk gelememişlerdir. Euro 96’daki 4-1’lik İngiltere galibiyeti dışında mazisini bulamazsınız. Üstelik kulüpler düzeyinde de durum benzerdir. Son yirmi yılda Ajax’ı 2019’daki Şampiyonlar Ligi yarı finalinde mucizevi şekilde eleyen Tottenham dışında hafızamıza şerh düşen bir eşleşme hatırlamıyorum. Karşı karşıya gelmezler genelde. Bu turnuvaya bir güzellik olarak bu da eklenebilir.

Euro 2024’ten 10 gün önce Londra’daydım. Klasik siyah taksilerden birine bindim. Şoförün edasında eski bir holigan kokusu vardı. West Ham taraftarıymış. Kaşıyasım geldi. “Ne güzel takım di mi İngiltere?” “Ben çok sevmiyorum.” “Neden siyahi oyuncu çok diye mi?” Yürek yediğimi teyit etmek için arkaya döndü: “Hayır bu takım LGBTI takımı.” Tam olarak böyle demedi tabii. Formanın arkasında, yakanın oradaki gökkuşağına tilt oluyormuş. “Bence çok şirin takım” dedim hafif kırıtarak. Sırf kıllığına. İndikten sonra pis pis “Blue Wall” bakışı attı arkamdan. Emin değilim. Ama duyamadığım, duymak da istemeyeceğim bir şeyler söyledi, o kesin.

Böyle bir İngiltere takımı kurmuşsun. Gencecik bir dolu yetenek var. Oynamak istediğinde ne güzel oynuyorsun. Ama o ikinci yarı ayıp değil mi? Sözüm sana Gareth Southgate. Gizli gizli beni okuduğunu biliyorum. İlk yarıda azıcık kendi karakterini bulan takımın dizginlerine neden asıldın birader! Bak finalde böyle olmaz. Orada da yaparsan bir daha telefonlarına çıkmam. Boşa ağlama!

Zevzeklik bir yana da İspanya-İngiltere güzel final olmadı mı yahu! Hadi hayırlısı.

İspanya’dan Fransa’ya: No pasaran!