Herkes Köy Enstitüleri’ni bilir. Ama bir de Olgunlaşma Enstitüsü vardır. 1940’ların yarattığı, meyvesini 1968 Hareketi’ne veren iki büyük eğitim hamleleridir bunlar. Memleketin dört bir yanında evlerine hapsedilen gençleri toplumsal hayata dahil eden devrimlerdir. Bunun Fenerbahçe’yle ilgisi ne diyeceksiniz? İşte dün o Olgunlaşma Enstitüsü’nden mezun oldu Sarı Kanaryalar. İlk defa ‘kötü kaybeden’ olmadan. İlk defa içten ya da dıştan patlamalı bir öfkeye yenilmeden. Vakur ve mağrur…
Dakika 59’du. Galatasaray’ın üçüncü golünün haberi geldi Kadıköy’e. Ondan sonra ayağa kalktı Sarı-Lacivertli tribünler. Maç başından beri hiç olmadığı kadar gür bir şekilde, önce “Fenerbahçe sen çok yaşa” diye bağırmaya başladılar. Sonra da “Sonuna kadar biz Fenerbahçeliyiz ulan” diye haykırdılar. Derken 75. dakika geldi. Hep birlikte bu sefer teknik direktörleri için inlettiler tüm stadı: “Fenerbahçe çocuğu İsmail Kartal.”
Konya’dan ümit kesilmeden önce başladı bu sevgi tezahüratları. Son bölümde, malumun ilamından sonrası da teşekkürlerle, şükranlarla geçti. Dzeko’yu selamladılar. Kariyerinin muhtemelen son maçına çıkan Bonucci’yi uğurladılar. Onlar için bir simge olan Osayi’yi bağırlarına bastılar. Oynayan oynamayan bütün oyuncuları anmadan ayrılmadılar tribünden.
Son maçta şampiyonluğu ilk defa kaybetmiyor Fenerbahçe. Ama hiç bu şekilde kaybetmemişti. Takımını alkışlayarak, tribünleri doldurarak, desteği hiç bırakmadan… Bütün futbolcuların yüzü gülüyordu dün. Golleri buruk kutladılar, sevinçleri temkinliydi. Olsun, yüzleri gülüyordu işte. 99 puanla/golle ikinci olup tarih yazdılar sonuçta. Fakat yetmedi. Şampiyonluk gitti ve hiçbir övgü aslında teselli etmiyor onları. Bunların hepsi boş geliyordur.
Üzüntü soğuyunca şunu anlayacaklar: İpi böyle bir tavırla göğüsledikleri için büyük iş başardılar. Şampiyonluk yarışını kaybettiler evet. Ama bu kadar iyi yenilmemişlerdi hiç. Samuel Beckett’ın meşhur lafının cisimleşmiş hali gibiydi bu maç. Eğer seneye bir şekilde şampiyon olurlarsa ve bunun belgeseli yapılırsa, ilk görüntüler bu maçtan olmalı. Bu takımdan bir zafer hikayesi çıkacaksa dün akşam sayesindedir.
Futbol, pek çok erkek için bazen çocukluk, bazen de ergenlik nostaljisidir. O yüzden her kaybettiklerinde mızıkçılık pörtler bir yerlerden. Mağlubiyet çocuksulaştırır, gözyaşlarını tetikler. Sempatiktir, yazıktır, başını okşatır. Ama bir de öfke vardır. Daha ziyade ergenliğe benzeyen öfke. Antipatikliği tescilli bir taşkınlık hali. Şedittir, öfkelidir. Vurur, kırar, parçalar… Çünkü parça tesirlidir. Fenerbahçe’nin çocuksulaştığı çok ender an vardır. Ergen kılıklıdır Sarı-Lacivertliler. İşte dün öyle değildi. Maçı izleyen, taraflı tarafsız herkes gıyaben kafa okşadı, ‘olur öyle’ diye teselli etti onları. Az şey değil bu.
Galatasaray’ın övgülerini 10Haber için Uğur Vardan düzdü. Bu satırların müellifine verilen görev ise Fenerbahçe’ydi. Hangi Fenerbahçe? Bu lig tarihinin en inanılmaz performansına, en müthiş serisine yenilen takım… Lig tarihinin en iyi ikinci başarısına imza atan… Tüm rakiplerini en az bir kere yenmiş, en az yenilgi alan… 99 gol, 99 puanla bitirip yüzde 99’luk bir derece yapan… Sadece 100 olamayan… Ne olursa olsun sonuç oyunu futbol. Olamayınca üzülüyor insan tabii. Yine de son sözü maç sonunda koca bir pankart açan taraftarlar söylüyor: “We are proud of you / Bu taraftar sizinle gurur duyuyor.”
Bir şeyler değişecekse bu ruhla değişecek.