Aslında her şey ne güzel başladı değil mi? Kilimcinin kör oğlu takımlar bile attığını vuruyor, top iki direk arasında vals yapıyordu. Biz de takımlardan takım, maçlardan maç beğeniyorduk. Bellingham geleceğin süperstarı, Musiala büyük yetenek, Lamine Yamal daha 16 yaşında, Arda’nın golünden güzeli yok, Romenler iyi görünüyor vs…
Ceza sahası dışından atılan goller, xG yani gol beklentisi teorisini yerle bir ediyor, Guardiola’ya göndermeler yapılıyor, atipik vuruşlarla kilidi açılan maçlarda acayip bir futbol oynanıyor, büyük küçük denmiyor, meydan gümbür gümbür deniyordu. İkinci maçların bir noktasına dek sürdü bu. Sonra Fransa girdi devreye, ardından İngiltere, onu takiben Almanya derken bir anda frene basıldı, balatalar yandı. Hesap defterleri açıldı. Kazanma iradesinin yerini kaybetme korkusu aldı ve futbol yerlerde sürünür oldu.
Bir süredir böyle oluyor. Büyük turnuvalar önce ziyafet gibi başlıyor, Halil İbrahim sofrasına çöker gibi üşüşüyoruz futbolseverler olarak. Sonra mutfak kapandı deyip kuru sandviçe mahkûm ediyorlar. Soruyorum size şimdi, hangisi gerçek İngiltere? Kasım kasım kasılan, orta sahada çöreklenen, Slovenya’ya diş geçiremeyen mi? Yoksa kadro kalitesine ve oyuncuların sezon içinde yaptıklarına bakarak yakıştırılan Aslan Yürekli Rişard mı? Yenilikçi, gençlere forma veren Southgate mi, yoksa bu turnuvadaki milliyetçi-mukaddesatçı nato kafa Gary mi?
Bu ekolü başlatan Deschamps’a sormak lazım aslında. Fransa tarihinin şampiyon olan 1998, olamayan 1986 kadrolarından bile daha iyi bir oyuncu grubuna, ikinci takımıyla bile kupayı zorlayabilecek yeteneklere sahip bir teknik adamken inatla savunma oynatıyor. Hem de takribi 10 senedir. Griezmann’ı defansif orta sahaya çevirecek neredeyse. Mendy’i çok çıkıyor diye beke almıyor. Orta sahaya üç çapayı sürüp, o bölgeyi parselliyor. Ne oluyor peki? Bu turnuvada toplam iki gol atmış durumdalar. İngiltere de öyle. İki takımın toplam değeri neredeyse 3 milyar dolar hem de. Turnuvanın en pahalı ekipleri bunlar. Üstüne Portekiz’i, her daim fos çıkan Belçika’yı da ekleyin…
Yapmayın ağalar beyler, azıcık futbol oynamak, biraz düşünmeden, içinden geldiği gibi akmak iyidir şu oyunda. Kalitenizin altında seyretmeyin, mutedil bir oyun vaat etmeyin, açıklarda yer yer kaba dalgalı olun. Şu turnuvayı bir renklendirin yahu!
Bundan sonrasını katırlarla gitmeyelim artık. Güzel eşleşmeler var. Bunun tadına varalım. Almanya-Danimarka maçının mazisi çok eskilere dayanır. Tam 38 sene önce bugünlerde aynı gruba düşmüşlerdi. Danimarka grubun son maçında Almanya’yı ezip geçmiş, o zamanın Eriksen’i (John) gol atmış, Vikingler tüm dünyanın saygısını kazanmıştı. Sonradan anladık ki Almanya, İspanya ile eşleşmemek için vites düşürmüş meğer. Bu hesapların kini Danimarkalılarda yoktur, tamam. Ama hentbol dahil pek çok sporda ezeli rakip olan bu iki ülkenin eşleşmesinde bir hırs faktörü olmalı en azından.
Romanya-Hollanda ise benim gizli favorim bu aşamada. Güzel maç olacaktır. İkisi de en şaşalı günlerinde değil. Ama haddini bilmek de bir futbol gerçeği. Portekiz-Slovenya maçından daha fazla şey vaat ediyor olmalılar.
Tek korkum Fransa-Belçika maçı. Maça duygusal yatırımımız çok. Ama hayal kırıklığı beklentisi de az değil. Bu kadar potansiyelle ya Game of Thrones’un Gece Kralı gibi soğutup ruhumuzu emerlerse bizim. Daha önce kaç kez olmadı mı bu?
Velhasıl bu tur belirler Euro 2024’ün kalitesini. Tarihin en zevkli kupalarında bile çeyrek finalden itibaren güzel futbol beklentisi duvara toslar. O yüzden ellerini çabuk tutsunlar. Yoksa bir gelenek daha son bulacak.