İlk önce onlar geldi. Benim favorim İlyas Tüfekçi’ydi. Fenerbahçe formasıyla Beşiktaş’a attığı gol hâlâ hafızamdadır. Çizgi üzerinden yarım röveşata. Matematik öğretmenimin Erhan Önal’a öfkesini hatırlıyorum. Neuchatel Xamax ilk maçında tel tel dökülmüştü. Oysa yarı finalist Galatasaray’ın en önemli dişlilerindendi. Yatılı okulda Almanca bölümünde okuyanlar genelde oradan göçenlerdi. Orhan Gencebay dinlerlerdi ve Erdal Keser’e bayılırlardı. ‘Futbolun Alamancıları’ onlarla başladı. Takımların çehresini değiştirdiler ama Milli Takım’da çok bir değişiklik olmadı. 8-0’lar zamanıydı. O dip noktadan bir yere gelinemiyordu.
Sonra Ümit Davala, İlhan Mansız, Tayfur Havutçu ve en önemlisi Yıldıray Baştürk kuşağı geldi. Yıldıray milenyum döneminde Bundesliga’nın Ballack’la birlikte en sükseli isimlerindendi. Leverkusen’le her kupada ikinci oldular. Sorsanız muhtemelen kötü hatırlar, ama kariyerinin zirvesindeydi. Almanlar ise kendilerinden, futbollarından, milli takımlarından mutsuzdular. 2002’de final oynamak onları kesmemişti. Sürekli Yıldıray nasıl olur da Almanya için oynamaz meselesini tartışıyorlardı. O gün bir şeylerin değişeceği belliydi. Biz maden bulduk sanıyorduk. Sahibi gelmişti.
O kadar kolay dönüşemediler yine de. Tam o yollarda Metin Tekin (o Metin Tekin değil, Almanya’daki Milli Takım sorumlusu Metin Tekin) ‘gurbetçiler’ arasında bir maç ayarlamıştı. Wattenscheid’lı iki kardeşten bahsedip duruyordu. Bizim ‘büyüklere’ önermişti. Kimse istememişti. Schalke 04 havada kaptı onları. Sonra parladıkça parladılar. Hamit işi Bayern’lere, Real Madrid’lere dek taşıdı. Hemen ardından Nuri’ye kanca attı Almanlar. Neyse ki onu da kaptırdılar. Bundesliga’nın hem en iyi genç oyuncusu hem de en iyi oyuncusu ödülünü alan Nuri’yi. Oysa daha 15’lerindeyken Almanya forması giydirmeye çalışmışlardı, ama Nuri’nin gönlü aklına galebe çaldı. Yine de kader ağlarını örüyordu. Sonrasında en iyi Türk kökenli oyuncuları ikna etmede zorluk yaşamadılar. Mesut’lar, İlkay’lar, Emre Can’lar… İki politikayla başardılar bunu. ‘Multi-kulti’ programıyla çok renkli, çok kökenli bir Milli Takım projesine herkesi ikna ettiler. Bu sayede Dünya Kupası’nı kaldırdılar. Aynı zamanda yasal önlemler de aldılar. Artık Ayyıldızlıları seçmek daha zorlaşacaktı.
İşte tam bu dönemde Türkiye’nin milli takım düzeyinde zorlandığı dönemler başladı. Onların gazıyla Euro ’96 ile birlikte başlayan dizi 2008’de sezon finali yapar gibi oldu. Artık Almanların seçmediği oyuncuları alıyorduk Milli Takım’a. Sadece Almanlar değil herkes uyandı. İsim vermeyelim, pek çok genç oyuncu ancak büyüdüğü ve futbol kültürünü aldığı ülkesinin milli takımına seçilemezse Türkiye’ye geliyordu. 2008’den 2016’ya dek yaşanan duraklama döneminin önemli nedenlerinden biri de buydu.
Sonra ne oldu? Altyapıya yatırımlar yaptık. Kendi sistemimizi kurduk. Onlardan öğrendiklerimizi kendi bildiklerimizle harmanladık ve yakaladığımız sentezle Avrupa’yı kasıp kavurmaya başladık. Yok öyle olmadı. Biz yine bildiğimizi okuduk. Daha doğrusu ne bilebildik, ne de okuyabildik. Ama bu sefer farkında olmadan başka bir şeye imkan verdik. Hiçbir ayar tutturamadığımızdan yabancı kuralı öyle karıştı ki, gencecik yetenekler Türkiye’de oynamanın pek matah olmadığını anladılar. Eskiden en kötü yerli oyuncu zorunluluğu nedeniyle hak ettiklerinden bile fazlasını kazanmaları mümkündü. Şimdi o hiç olmuyordu, bir de forma bulamıyorlardı. Bu durumda tası tarağı toplayıp yurtdışında şansını aramak daha mümkün olabilirdi. Merih Demiral, Zeki Çelik, Çağlar Söyüncü, Ozan Kabak ve son olarak Altay Bayındır… Parlamak için bizim hantal sistemimizi beklemediler. Bastılar gittiler. Bir çoğu buradayken değil oradayken geldiler Milli Takım’a.
Şimdilerde Almanya etkisi bitti diyemeyiz tabii. Takımın kaptanı Hakan Çalhanoğlu ‘gurbetçi’. Yine Salih Özcan, Orkun Kökçü bu takımın önemli harçları. Ama artık mantalite değişmiş durumda. Bir Hamit, Yıldıray, Nuri bulmamız zora girdi artık. Hakan istisna. Genelde onun gibiler Almanya’yı ya da diğer ülkeleri seçiyor. Ama gene bir arka kapı bulduk biz. Kendimiz yetiştiremiyoruz, fakat yetenek bol. Onları yurtdışına gönderip son ütülerini yaptırıyor, kadroya alıyoruz. Euro 2020/1’de hayal kırıklığı yaratan kadro onların ilk arz-ı endam ettiği sahneydi. Şimdi daha olgunlar. Ve geleceği onlar belirleyecek gibi. Şimdi onların çağı başladı.
Böyle bir kuşağın belki de ilk sükse yapacağı süreçte bir Almanya maçı oynayacağız. İlginç olacak. Artık Almanlar da Türko-Almanlardan medet ummanın sonuna gelmiş gibi duruyor. İlkay ve Emre Can’ın belki de son turnuvası olacak. Alt yaş milli takımlarında Mert Kömür, Taylan Bulut, Bilal Yalçınkaya’ya rastlıyoruz. Ama ne kadar yükselebilecekler, meçhul.
Sanırım artık bir dönemin sonu bu. Bu maçı bir de o gözle izlemek nasıl olur sizce?