Geçen sezon ve yakın dönem yaşanmışlıkları çok net göstermişti ki oturmuş, sert, diri, yıldızlarından çok takım oyunuyla öne çıkan rakipler karşısında Okan Buruk ne yazık ki çare üretemiyordu. Özellikle Kuzey’in temsilcilerine karşı Sarı-Kırmızılılar düğümü çözemiyor, çözse bile fazlasıyla yıpranıyordu. Dün Avrupa Ligi’nin yeni formatında çıktığı üçüncü randevuda yine karşılarında benzer ruh ve bedene sahip bir İsveç takımı vardı. Dolasıyla herkesin zihninin bir yerinde “Acaba?” sorusu da yer alıyordu.
Galatasaray’ın RAMS Park’ta ağırladığı Elfsborg ilk maçında AZ Alkmaar’a deplasmanda 3-2 mağlup olmuş, ikinci adımında ise evinde Roma’yı 1-0 yenmişti. Yani ilk iki randevu itibariyle yeterince tehlike sinyalleri yollamıştı. Ev sahibinin ise son dönemde sert takımlar karşısında dağılmasının yanında öne geçtiği maçlarda yakalanma gibi yeni bir derdi daha ortaya çıkmıştı. Bu saikler altında başlayan mücadelede Sarı-Kırmızılılar ilk 45 dakikada oyun ve top hâkimiyetini skorboard’a da yansıttı ve Icardi, Abdülkerim (hoş gol kaleci Pettersson’a yazıldı ama) ve Barış Alper’in arka arkaya gelen golleriyle yarıyı 3-0 önde kapadı.
Icardi’nin sayısı Ronaldo’nun golünü hatırlattı
Sarı-Siyahlı konuk takım başlarda hafif direnç göstermişti ama diğer Kuzey temsilcileri kadar mücadeleci ve mahir görünmedi. Ve fakat ikinci yarıyla birlikte yakın dönem kâbusları kapıyı yeniden çalar oldu. Arka arkaya gelen iki golle hem fark kapandı hem de panik başladı. Hoş ikinci devrenin başında Osimhen kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda golü bulsa rakibin gardı erkenden düşecekti. Yunus’un son sayısı galibiyeti getiren hamle oldu (Demek ki Galatasaray’ın kesinkes galip gelmesi için en az dört gol atması gerekiyormuş!)
Bu arada Icardi’nin kaydettiği gol Uluslar Ligi’nde Portekiz’in deplasmanda Polonya’yı 3-1 yendiği maçta Ronaldo’nun, Leão’nun getirip vurduğu ve direkten dönen topu bir anlamda ‘tiplediği’ golü hatırlattı.
Düşük bütçeli sıradan Avrupa takımlarına karşı zorlanan bir kimlik
Evet, dünkü maç kazanıldı ve toplamda yedi puana ulaşıldı. Ama sahada izlediğimiz oyun hiç de iç açıcı değildi. Süper Lig’de kadro zenginliği ve yıldız farkıyla zayıf takımları yenmek kolay ama Okan Buruk’un kendilerinden bütçe olarak kat kat düşük Avrupa’nın sıradan takımları (örneğin Elfsborg’un değeri eldeki verilerle 17.5 milyon Euro civarıymış) karşısında niye bir türlü oyunu koparan bir kimlik oturtamadığı hala çözülmesi gereken öncelikli sorun. Rehavet denilebilir, rakibi ciddiye almamak denilebilir (ama Buruk’un zaman zaman sığındığı saha zemini, hakem gibi gerekçeler olmadığı kesin) ama ne denirse denilsin bu cephede bir an önce çare üretilmesi gerektiği aşikâr.
Üçlü defans üç yedi
Dün Galatasaray mücadeleye defansı üçleyerek başladı, bunun gerekçesini karşılaşma öncesi Okan Buruk rakibin de benzer formatta oynamasına bağladı. Bu kararın sahadaki yansıması nasıl oldu derseniz, Icardi sık sık merkezden uzaklaştı, o alanı Osimhen’e bıraktı; kendisi de bir tür dağıtıcı, oyunu yönlendirici kimliğe büründü. Ben doğrusu futbolda sistemlere çok takılmam, nihayetinde Sarı-Kırmızılılar hangi formatta oynarlarsa oynasınlar farkı elde ettikten sonra gardlarının düşebileceklerini ve rakibi skora ortak edebilecekleri gösterdiler.
Abdülkerim ve Barış Alper sorunsalları…
Takımın bireysel sorunlarına ise her yazıda bir parça değiniyorum ama bunların tamir edilmediği o kadar belli ki. “Sakalımız da var ama bizi dinlemiyorlar” demiyorum elbet, zaten bu problemlerin altının çizilmesi için bana gerek yok, kendilerini o kadar çok açık ediyorlar ki. Örneğin Abdülkerim; sürekli gol arayarak ve arada atarak takıma katkıda bulunuyor ama kendisinin temel işlevi savunma hattında var olmak. Topla çıkmada ısrarlı ama ne yazık ki ayağı o kadar da iyi değil ve kaptırdıkları doğaldır ki her daim tehlikeye dönüşüyor. Dün de nitekim üçüncü gol kendisinin üç kişinin arasında çıkmaya çalışırken kaptırdığı bir toptan geldi. Barış Alper de inanılmaz dağınık… Fiziği elbette ki en büyük artısı, geçen sezonki özel performansıyla özgüveni de üst düzeyde ama top kayıpları giderek artar oldu; keza dağınıklığıyla da dün penaltıya sebebiyet verdi.
Dokuz puan beklenirken yedide kalındı
Takımın genel görüntüsüne gelince: Galatasaray’ın hücum hattı bilindiği gibi birinci sınıf; hatta Avrupa çapında yıldızları barındırıyorlar. Ama savunma için aynı şeyi söylemek mümkün değil; Davinson Sanchez’in dışındaki isimler vasat. Tabii ki eldeki kadro lig yarışı için yeterli ama daha derin sularda sürekli bocalandığını görüyoruz. Sakatlığı süren Jacobs ve Avrupa kadrosu içine dahil olamayan Sallai’nin yoklukları da dün oyunun tutulması gerektiği anlardaki yetersizliğin nedenlerinden biriydi sanırım…
Sonuçta Galatasaray bu kez bir Kuzey temsilcisini zor da olsa geçti. İlk yarıda görüntü devam etse ve fark daha da açılsa ‘Elfler’e (!) karşı oynanan bu maçın ardından “Puanların Efendisi” diyecektik belki de ama dünkü genel görüntü bize bu şansı pek vermedi. Evet, puanlar geldi ama zorlanarak. Neyse, nihayetinde günümüz ‘endüstriyel futbol’da kazanmak her zaman güzeldir… Ama fikstür belli olduğunda ‘İlk üç maç’ın karşılığında zihinlerde beliren sayı dokuz puandı, ama Rigas Skola beraberliğiyle haneye yazılan rakam yedi, bu küçük hatırlatmayla son noktayı koyayım…