Sanki kazanmaktan başka çaremiz yok gibi çıkıyoruz her maça. Karadağ’ı devirene dek helak olduk. Oysa gidiş yolu da kazanmak kadar önemli. Hedef Dünya Kupası olmalı ve uzun soluklu düşünmeliyiz. Uluslar Ligi’nde küme atlasan ne, atlamasan ne!

Hatırlarsınız. Futbolun İstanbullu efendileri bir ara o kadar polarize olmuştu ki (evet, bugünden bile beterdi), A Milli Futbol Takımı İstanbul’da onların statlarında maç yapamaz hale gelmişti. Bunu böyle söylemediler tabii. Ama Volkan Demirel’in stadı terk ettiği 2014’teki meşhur Kazakistan maçından 2019’daki Andorra karşılaşmasına dek, beş yıl ‘onlara’ uğramadı Milli Takım. Her işte bir hayır varmış. Çünkü diğer şehirlere futbol götürmek adeta bir turne havası yarattı. Önce Konya’da direttiler bir süre. Orada da ‘sıkıntılar’ olunca gezmeye çıktılar. Antalya denendi bol bol. Sonra Trabzon gördük, ardından Rize’ye gidildi. İstanbulluların kürek cezası bittikten sonra da devam etti bu gelenek. Eskişehir, Sivas, Gaziantep, Bursa, İzmir… Güzel de oldu. Dün Samsunluları (bir kez daha) mutlu etme zamanıydı. Stadın zemini hariç her şey güzeldi.

Uluslar Ligi garabetinin üçüncü ayağıydı Karadağ karşılaşması. Hazırlık maçı gibi görünse de tek amaç kazanmaktı. Öyle olmasa neredeyse hiç yeni ismin olmadığı bir 11’i anlamak zor olurdu. Gerçi başka şeyleri de anlamak pek kolay olmadı. Misal bu kadar baskılı oynanan bir maçta neden yine Barış Alper forvet oynar diye merak ediyor insan. Kerem Aktürkoğlu kötü oynarken neden 67 dakika sahada kalır? Yanlış anlaşılmasın, kimse bu isimleri neden oynatıyor diye hesap soramaz Montella’dan. Ay-Yıldızlı formayı giyen oyuncular içinde en parlaklar bunlar. Ama bazen olmayabiliyor işte. İtalyan teknik adam bu durumu ne kadar erken görse o kadar iyi olacak.

Türkiye’den tek şekerli kahve: Karadağ aşıldı

Gerçi ona da yazık. Her maçı kazanmak zorunda olmak ne kötü! Sanki Dünya Kupası elemelerinin son maçıymış gibi bir baskının varlığıyla oynadı A Milliler. İrfan Can’la golü bulana dek 20 şut çektiler. 27 kez rakip ceza sahasında topla buluştular. 1,68’lik gol beklentisine çıktılar. Gol olsun diye hem helak oldular, hem de risk aldılar. Prosinecki maç öncesinde ‘savunmaya yapmaya gelmedik’ dedi ama sanki bütün Podgorica’yı kale önüne yığmış gibiydiler. Bu sıradan bir hazırlık maçı olsaydı iki taraf da böyle hırpalar mıydı kendisini? Zannetmiyorum. Ama artık yok o maçlar. Bahis mevzubahisse her maç bıçak sırtı.

Ne gördük peki dün? Nasıl bir umut birikti? Bu takımın karakterinde hücum var. Önde basıp pres hattı kurduğunda gol atamasa da hevesli bir futbol sergiliyor. Stoperinden, hatta kalecisinden en ilerideki oyuncuya kadar herkes topu öne atmak istiyor. Ama işte bazı imkansızlıklar var. Hâlâ komple bir santrfor yok. Fazla kapanan takımları açmak kolay olmuyor. Takımın gençliği bazen telaşa neden oluyor. Yine de Arda var, Kenan var, kötü oynasa da Kerem var. Arkada dağ gibi Hakan var. Defansta Abdülkerim-Merih de olmuş gibi. Bazen büyük maharetler izliyoruz sahada. İnsan mutlu oluyor.

Türkiye savunması Karadağ’a karşı kaleyi gole kapadı.

Mesele Karadağ’ı yenmek, Uluslar Ligi’nde küme atlamak değil. Mesele Dünya Kupası’na gitmek. Kim ne derse desin, sizi nasıl oyalarsa oyalasın, hedef Kuzey Amerika’ya gidiş biletidir. Oynanan her maçın tek tartısı budur. Bunu unutmayalım.