Önce işin tadına varalım ve Kerem’le başlayalım. Üzerindeki transfer baskısını atınca nasıl da infilak etti gördünüz mü? Parça tesirli bir futbol oynadı ve oynattı. Minareden attı, indi aşağı tuttu. Bastı, bastırdı, koştu, koşturdu, nihayetinde harika üç gole imza attı. Nasıl bir sihirbaz olduğunu bir kez daha ispat etti ele güne. Düzeltiyorum, ele güne falan değil, bizzat kendisine en yakınlarına. Türkiye’de kıymeti sürekli tağşiş edilen, attıklarına değil kaçırdıklarına bakılan, ülkenin en iyi futbolcularından biriyken saçma sapan tartışmalarla durduk yere tüketilen pek çok oyuncu gibi o da ülkeyi terk ederek kendini kurtarabileceğini anladı. Tıpkı bu ülkenin doktorları, en iyi tahsiline sahip pek çok genci gibi. Bu ülkenin gerçeği budur işte. Dünkü maça en çok Benficalılar sevinmiştir. Çok ucuza kapatmışlar be!
Gelelim bir başka güzelliğe. Şu İzmir’e -pek çok şey gibi- futbol da nasıl yakışıyor değil mi? Tutkulu, futboldan anlayan, toplumsal konulara duyarlı tribünler önünde top oynamak futbolculara da keyif veriyor mu acaba? Normal şartlarda 9 Eylül’de oynanan bir karşılaşmanın hamaseti bitmek bilmezdi. Ama tribünler İzmir Marşı mutedilliğinde ifade etti her şeyi. Gene bayrakları salladılar, yine gururlandılar. Yeri geldi Narin konusuna değinmekten de geri durmadılar. ‘Merih Demiral stayla’ değil, kendilerine has bir zarafetle. Münevver şehir vesselam.
İzlanda deyince futbol hafızları pek de iyi şeyler hatırlamaz. Benim de unutamadığım maçlar, 1990 Dünya Kupası Elemeleri’ndekiler. İki maçta bir değil üç puan alsaydık Türkiye’nin futbol devrimi erken başlayacaktı. Deplasmandaki maçta rahmetli Mustafa Yücedağ’ın 40 metreden vurduğu top direkten dönmese oradan alınacak puan bile yetebilirdi. O takım bence tarihin en iyilerindendi. İzlanda yüzünden başaramadı. Üstelik sıradan bir takımdılar o zaman. Mahalleden adam toplayıp gelir, bizi yenip dönerlerdi. Ama bu İzlanda o İzlanda değil. Öyle kasaplarla, memurlarla oynamıyorlar artık. Epey zamandır Avrupa’nın dirençli futbol numunesi kendileri. Bu yüzden korkutuculardı. Hele de sezon başı mahmurluğunu atamayan Türkiye için.
İyi de bir tür hazırlık maçı bu. Bakmayın Uluslar Ligi gibi fiyakalı adına. Ucunda kupa falan yok. Teselli ikramiyeli dostluk turnuvası. Fakat gayet iyi bildiğimiz bu gerçeği ikide bir ihmal ediyoruz. Galler maçında öyle tutuk, öyle kötü bir futbol oynandı ki, bildiğimizi de unuttuk. Gene çıkarttık giyotini başladık kelle almaya. Oyuncuya ayrı bıçak bileyledik, teknik adama ayrı. Montella’nın acı kaderi bu. Kendisini hiç de yabancı düşmanı olarak görmeyen bir ülkenin bitmek bilmez yabancı nefretinden kurtulamıyor. Galler maçında görevden alınmanın eşiğine geldi.
Neyse ki İzlanda karşılaşması bize gerçekleri hatırlattı. Bu takım iyi bir takım. Montella bunu ısrarla anlatmaya çalışıyor. Ama koşmadığı, topu rakibe bıraktığı zaman ise eli kolu bağlanıyor. Bunu da takım Montella’ya gösteriyor. İçindeki katenaçyoyu dizginlerse, nasıl bir futbol oynatabileceğini gördü dün İtalyan teknik adam. İsmail-Hakan-Arda nefis bir orta saha. İleride top tutan bir forvet şart. Önde bastıkça oyun akar. Eren gibi gerçek bekler olursa kanatlar uçar. Bu takım iş yapar vesselam. Yeter ki herkes önyargılarını bir kenara bıraksın.
Bundan sonra bu noktadan devam.