Mutluluk her zamanki gibi kısa sürdü… İşin içinde ne zaman Türkler ve futbol olsa, uçlarda gezinilir, duygularda gelgitler yaşanır, zirveyle dip arasında gidilip gelinir. Bundan önce katıldığımız hemen her turnuvada gözlediğimiz bu grafik bir kez daha karşımıza çıktı. Gürcistan maçında ortaya konan mücadele, atılan gollerin estetik kalitesi, maçın iki tarafa da göz kırpan yapısı, nihayetinde kazananın bizim olmamız, Arda Güler resitali derken göz kamaştırıcı bir performansın sahibi olarak turnuvanın ilk turuna damga vurmuştuk. Lakin yer aldığımız F Grubu’nun ikinci randevusu kıtanın Latinleri tadını her daim taşıyan ve çıkardığı onca yıldız futbolcunun yanı sıra teknik direktör profilleriyle futbola damga vurmuş bir temsilciydi ve Portekiz’le ‘Avrupa Şampiyonaları’ tarihinde daha önce üç kez karşı karşıya gelirken üç maçta da mağlup olmuştuk. Ama bu grubun bir önceki adımında aldığımız ‘sükseli’ galibiyet makûs talihin yenilebileceği hissiyatını, duygusunu, ümidini hepimize aşılamıştı.
Yıldızlara karşı oynadık…
Ve fakat takımın teknik patronu Vincenzo Montella, bu macerayı daha ötelere taşımak adına sonraki maçları da göz önünde bulundurarak Gürcistan karşısında sahaya çıkan 11’de dün rötuşlara gitmiş, göz bebeği niteliğindeki Arda Güler’i de kulübede tutarak sahaya toplamda dört değişiklikten oluşan bir kadro sürmüştü. Kalede Altay Bayındır, sağ bekte Zeki Çelik, sol kanatta Kerem Aktürkoğlu ve sağ kanatta da Yunus Akgün’dü bu rotasyonun sahadaki yansımaları.
Türkiye 25.8’le turnuvanın en genç ikinci ekibi, Portekiz’in yaş ortalaması ise 27. Lakin ilk 11’deki Pepe 41, Ronaldo’ysa 39 yaşındaydı… Dünkü maçı okurken sadece bu iki yaşı ilerlemiş yıldızın performansları ya da tecrübenin gençliğe galip gelmesi gibi argümanları kullanabiliriz ama meseleyi açıklamak açısında sadece bu iki kriter yeterli değil. Portekiz 11’inin Suudi Ligi’nde forma giyen Ronaldo haricindeki 10 isminin neredeyse tamamı Avrupa futbolunun kalburüstü liglerindeki takımlarda top koşturuyordu (bir tek Palhinha Fulham’da oynuyor ve o da bir süredir Bayern’in radarında).
‘Önümüze çıkanı deviririz’den ‘Bizden bir şey olmaz’a…
Türkiye ise aslında gerçek kişiliğini bulma yolunda ilerleyen ve gelecekte sağlam bir zemin üzerinde yükselecek bir portreyi (genci de diyebiliriz) andırıyor. Umut veriyorlar, dinamik isimleri var, gelecek vaat ediyorlar… Bu durumda şöyle bir açmaz karşımıza çıkıyor; peki ya bugün ne olacak? Takımın pişmesine kadar nasıl bir süreç yaşanacak? İdeali elbette şimdiki zamanda da var olarak yarına uzanmak. Gürcistan maçında ortaya konan performans ve kazanılan galibiyet şimdiki zamanın da etkileyici geçebileceğini, geleceğe dair umutların yüksek tutulmasını gösteren bir zaferdi… Lakin bu coğrafyanın kültüründe sabırsızlık önemli bir veridir ve hele hele işin futbol cephesinde tek bir galibiyetle kendinizi dev aynasında görmek, “Önümüze çıkanı deviririz” hissiyatına girmek en kolayıdır. Bir sonraki adımda gelen yenilgiyle “Bizden bir şey olmaz” de ‘besin zincirimiz’deki bilinen temel duraklardır.
#ÖZET | 🇹🇷 Milli Takımımız, EURO 2024’te oynadığı ikinci maçta Portekiz’e 3-0 mağlup oldu. #EURO2024
📽️ Maçın özeti: 👇 pic.twitter.com/6lIQ7b7Nso
— TRT Spor (@trtspor) June 22, 2024
Dünkü maçın özeline gelirsek Montella ‘ilk 11’ tercihlerinde elbette büyük bir risk almıştı, 3-0’lık mağlubiyet pusuda bekleyenler için aradıkları malzemeyi sundu tabii ki. Yapılan rotasyonlar beklenen performansın ortaya konulmasına geçit vermedi. Amatörce yenilen ikinci golle birlikte Altay ve uzun süredir gündemde olan Samet bir kez daha tartışma başlıkları arasında girdi. Yunus Akgün iyi değildi mesela ama onu iyi gösterecek bir oyun da yoktu ki sahada. Mert Müldür’ün yerine Serie A’daki deneyimi göz önüne alınarak Leao’yu durdurmak adına Zeki tercih edilmişti. Ama yeteneklerinin ne kadar kısıtlı olduğunu ve sorunlara çözüm üretemediğini gördük.
Kısa zamanda defans problemlerini çözmek zor
Bence problem çok kısa bir zaman diliminde çözülmemiz. 21. dakikada yenilen golün ardından beklenmedik bir hatayla 29’da ikiyi de kalemizde görmemiz bütün dengemizi bozdu ve sanırım takımın ne kadar kırılgan olduğunu daha bir kez daha fark ettik.
Bu maç yazısını kaleme alırken bir yandan da çoğu eski futbolcu olan yorumculara kulak kabartıyorum; “Biz zamanında daha iyi Portekiz’e karşı oynadık, böyle ezilmedik vs.” şeklinde görüş bildiriyorlardı ve ellerine hazır fırsat geçmişken Montella’yı da yerden yere vuruyorlardı. Yıllardır onları takip ettiğim, futbol kariyerlerini de bildiğim için ne yazık ki ciddiye alınmayacak isimler oldukları kanaatindeyim ama ne yazık ki buranın futbol ikliminde varlar, var olabiliyorlar ve kendi içinde tutarlılık içermeyen yorumlarını sürdürüyorlar. Türkiye bu turnuvaya daha önce beş kez katıldı, ikisinde (biri ‘Euro 2020 olmak üzere) “Üç maçta sıfır puan ve sıfır gol’le bitirdi. Birinde iki mağlubiyet ve bir galibiyetle ilk turu geçemedi, birinde (Euro 2000) turnuva tarihinin en sıkıcı maçlarından biri olarak kabul edilen İsveç mücadelesinde 0-0 berabere kaldı, sonrasında ev sahibi Belçika’yı yenerek gruptan çıktı, ardından da Portekiz’e boyun eğdi. En başarılı turnuva maceramızda (Euro 2008) ise futbol olarak iyi değildik ama anları iyi oynadık, geriden gelip kazandık, mucizevi Hırvatistan mücadelesinde de mucizevi bir golle uzatmaya gidip penaltılarla güldük.
Kuntz’u yedik, sıra Montella’da mı?
Velhasıl tarihten miras kalan muhteşem bir futbol geçmişimiz yok. Bu çocukların alacağı her türlü zaferin yeni sayfalar açacağı muhakkak. Dün çok çok kötü oynadık ve karşımızdaki kalburüstü takım da yapılan hataların çok çabuk değerlendirecek, faturası kesecek düzeyde bir yapıya sahipti. Tabii ki böylesi bir performans eleştirilecek lakin bu eleştirilerin mantıklı, tutarlı olması gerekiyor. Hele ki takımın başında yabancı teknik direktör varsa her şey o kadar kolay ki. Ayrıca dün Montella’yı tefe koyanlar birkaç ay önce Kuntz’a da aynı tarifeyi uyguluyorlardı, ben sadece bunu hatırlatmak istedim.
İtalyan teknik direktörün hataları yok mu? Var elbette ama hikâye halen sürüyor ve son noktaya vardığımızda meseleyi daha doğru noktalardan ele almak bana daha mantıklı geliyor. Öte yandan futbol sonuca bağlı bir oyun olduğu için eleştirilerde de elle tutulan bir yanın olmaması da doğal. Örneğin dün Arda Güler, İsmail Yüksek, Kenan Yıldız ilk 11’de başlasa ve yine böyle bir sonuç alsak bu kez “Arda’yı, Kenan’ı niye dinlendirmedin, bu kadar genç oyunculara yüklenilir mi, İsmail 90 gündür sahaya çıkmamış, böyle birden bire sahaya sürülür mü?” şeklinde eleştiriler yapılacaktı. Sonuç olarak ben karşımızda daha gerçek ruhuna ve görüntüsüne ulaşamamış bir takım görüyorum. Bu turnuvada ise ikinci tura geçmek yeterli olacak kanısındayım. Dün keşke daha iyi bir mücadele ortaya koyup “Elimizden geleni sahada gösterdik ama yine de yenildik” denilecek türden bir iz bıraksaydık ama olmadı.
Çekya’yı geçersek kara bulutlar bir süreliğine dağılır!
Asıl sorunun defans bölgesinde olduğu çok açık ama turnuva öncesi yaşanan sakatlıkların yanı sıra eldeki isimlerin kapasiteleri bu problemin yakın bir zamanda çözülemeyeceğini gösteriyor. Sanırım ‘toplu hücum toplu defans’ tek reçete ama bunu başarmak da çok zor elbet… Ayrıca dün gördüğü ikinci sarı kartla Abdülkerim Bardakçı’nın da cezalı duruma düşmesinin ardından bu hatta Ahmetcan Kaplan monte edilecek, Samet’in dünkü sakatlığının durumuna göre de herhalde defansın göbeğini Kaan Ayhan’la paylaşacaklar…
Çekya maçında alınacak bir beraberlik bile bizi ikinci tura taşıyacak gibi görülüyor. Bu hedefi gerçekleştirip kendimizi ikinci tura atmak günlük düşünen, anlık sevinen, duygularını uçlarda yaşayan ait olduğumuz futbol kültürü içinde dünkü kara bulutları en azından bir süreliği dağıtacaktır.