Futbol Kuzey İtalya sporudur. Bir Nijeryalı, bir Gürcü, bir Slovak, bir Makedon, bir Polonyalı, bir Güney Koreliden olsa olsa fıkra olur. Şampiyon olunmaz. Eski Fenerlilerle, Lille’lilerle ancak küme düşmezsen sevinirsin. Spaletti mi? Hani beş yıl Rusya’da kaybolan teknik adam mı? Olacak iş mi bu?

Futbola azıcık ilginiz varsa -hele de bu aralar- biliyorsunuzdur. 1987 yılında Maradona’yla gelen şampiyonluk sonrası Napoli mezarlığının girişine şu pankart asılır: “E non sanno che se so’ perso” (Ne kaçırdığınızı bilemezsiniz.)

Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece Napoli 33 yıl aradan sonra tekrar şampiyon oldu. Ve bunu bu sefer Maradonasız başardı. 25 Kasım 2020’de Diego Armando Maradona öldükten sonra oldu bu. Bu sefer ne kaçırdığını bilemeyecek olan El Diego’nun kendisiydi. Tıpkı Messili Arjantin’in Dünya Kupası’nı kazanması gibi. İsterseniz abartalım. O öldükten sonra herkesin önü açıldı. Bir efsane olduğu Boca Juniors da 2022’de şampiyon oldu. Napoli’den önceki takımı Barcelona da bu yıl şampiyon olmak üzere. Bunların bir anlamı olmalı değil mi? Baba öldü ve erkek çocuk(lar) nihayet kırdı mı zincirlerini? Psikanalistler asıl bunu açıklasın!

Tanrı’nın eli 33 yıl sonra Napoli’nin üstünde: Şampiyon!

Bu konu çok cazip ama öncelik şampiyonu kutalayalım. Maradona’nın Napoli’si 1987’de şampiyon olduğunda (koca başkenti güneye saymazsak) Çizme’nin güneyinden gelip bunu başaran ilk kulüp olmuştu. Bunu bir kez de 1990’da başardılar. Olacak şey değildi. Sonrasında da olmadı zaten. Geçtiğimiz 33 sene boyunca gene hep Kuzeyliler kazandı. En güneylisi başkent takımı AS Roma’ydı. Şampiyonluğu boşverin. Serie A’da hepi topu üç güney takımı var, diğer ikisi küme düşmemeye oynuyor. Son beş sezonda Güneyli takım sayısı altı. Bunların üçü düşüp duruyor. Futbol bir Kuzey İtalya sporudur. Nokta.

Bu şampiyonluğun altındaki en büyük imza Luciano Spalletti’nin. İtalyanların futbola armağan ettiği dahi teknik adamlardan biri o. Biraz deli olandan. İtalya’da futbolu değiştiren yeni kuşak isimlerden biriyken, Roma’da Totti’ye belki de kariyerinin en iyi günlerini yaşatırken bastı gitti Rusya’ya, Zenit St. Petersburg’un başına. 5 yıl Rusya tatilinin ardından geri döndü. Tam herkes onu unutmuşken. Inter’le iyi bir yükseliş yakaladı. Oyunu yeniden belirleyenlerden olacak, sonrasına damga vuracak gibiydi. İtalya’yı sarsacaktı. Olmadı. Kovdular. Napoli onu bulduğunda hangi taraf daha çaresizdi, tartışılır. O kadar kırılgan bir ilişkiydi ki, nisan ayının başında, takım onlarca puan öndeyken sezon sonunda kovulacağı dedikodusu çıktı. Bu halde şampiyon yaptı Spaletti. Olacak iş değil!

Hangi Napoli şampiyon oldu, bir de onu hatırlayalım. Maradona gittikten sonra ligde ilk beşe girmek için 21 yıl bekleyen Napoli. 1998’de ikinci lige, 2004’te iflas edip üçüncü lige düşen Napoli. 2016’da 24. haftada lig lideri olup sonra liderin dokuz puan gerisinde ikinci olan Napoli. 2018’de son dört maçın ikisinde puan kaybedip şampiyonluğu kaçıran Napoli. O dönemde beş sezonun dördünde ligi ikinci bitirmiş ve öğrenilmiş çaresizliğe kurban olduğu düşünülen Napoli. Olacak iş mi?

Kimlerle oldu peki? Her daim hırsız ve işsiz olmakla suçlanan, dili bile İtalyanca sayılmayan taraftarıyla öncelikle. Paolo Sorrentino’nun “Tanrı’nın Eli” filminde anlattığı gibi suçun ve hayal kırıklığının başkentinde… Neredeyse inanmaya inanmaya… Artık oldu derken bile olmuyor gibi gelirken… Kazanılmış şampiyonluğa kavuşmayı bile haftalarca bekleyen bir şehirde… Olmayacak topraklarda, olmayacak bir ruh halinde…

Tanrı’nın ayağı!

Takımın yıldızları kim? Irkçılığıyla ünlü Güney’de en çok gol atan oyuncuları Nijeryalı Osimhen. Yeni Maradona gibi gördükleri Hıviça Kıvaratskelya (yanlış ama bilinen yazımıyla Khvicha Kvaratskhelia). Hatırlatalım, bu Gürcü arkadaş, iki sene önce Rubin’den ‘pek o kadar da büyük olmayacak galiba’ hissi verdiği için Ukrayna Savaşı yüzünden anavatanının takımı Dinamo Batum’a dönmüştü. Yani takımın en çok forma giyen altı oyuncusunun dördünün kütüğü kabaca futbolun arka bahçesinden. Bir Nijeryalı, bir Gürcü, bir Slovak, bir Makedon, bir Polonyalı, bir Güney Koreliyle sanki bir fıkranın girişi gibi bir takım! Elif Elmas ve Min-Jae Kim’i Fenerbahçe’den, Lobotka’yı Celta Vigo’dan, Zielinski’yi Empoli’den, Osimhen’i Lille’den alarak. Yani futbol kapitalizminin kurallarına göre gayet hesaplı bir kadroyla.
Olacak iş mi bu?

Başardı Napoli. Oldurdu. Hakikaten bir futbol mucizesine imza attılar. Hem de haftalar öncesinde dört nala giderek. Hiçbir tereddüde mahal vermeden. Kırılganlıklarına dokundurmadan. Maradona’nın ölümünden sonra. O’na selam çakarcasına. Belki de baba otoritesinden kurtulup özgürlüğe kavuşmanın cesaretiyle… Tıpkı Messi’yle Arjantin’in başardığı gibi.

Bu konu daha çok yazı kaldırır…