Futbolu yıllardır İngiliz liglerinden takip ederim. Premier lig yalnız iyi futbolcuları yıldız haline getirmekle kalmaz, karizmatik teknik direktörleri de birbirleriyle yarıştırarak heyecanı en üst düzeye taşır. On yıl önce Alex Ferguson ile Arsene Wenger arasındaki rekabete Jose Mourinho da Chelsea ile katıldığında heyecanın ne kadar yükseldiğini hâlâ hatırlıyorum. Bu üçlü arasında egosu en yüksek olan Mourinho kazandığında da kaybettiğinde de hep kendinden söz ettiren bir antrenör oldu. Tesadüflerin bir araya gelmesiyle, dört bir yanı dağlarla çevrili küçük bir İsviçre kentinin küçük bir stadında kendisini ilk kez canlı olarak izleme fırsatı buldum. Bern’de tatil yaparken 30 kilometre ötedeki Thun’da oynanan Lugano – Fenerbahçe maçını kaçırmak olmazdı.
Maç öncesinde tanıştığım İsviçre Milli Takımı eski savunma oyuncusu Mario Cantaluppi’ye göre Mourinho iyisiyle kötüsüyle maçların sorumluluğunu tek başına yüklenen, soyunma odasında fırça atsa bile basın önünde tüm oyuncularını savunan bir teknik direktör. O yüzden oyuncular onun yönetimi altında daha rahat bir performans gösteriyor.
Maç yorumu yazmayı işin uzmanlarına bırakıyorum, ama iki takım arasındaki kalite farkı göz önüne alındığında Fenerbahçe daha farklı kazanmalıydı ve maça birlikte gittiğimiz Zürihli taraftar Arda Onur’un da söylediği gibi bu kadar kolay goller yememeliydi.
Benim için maçın en ilginç tarafı İsviçre’de yaşayan Türkiyeli taraftarlar arasında Mourinho isminin yarattığı heyecanı görmek oldu. Karşılaşmanın başlamasına birkaç saat kala civar kentlerden gelerek Thun’un Stockhorn Stadı önünde çoluk çocuk toplanmaya başlayan taraftarların oluşturduğu atmosfer çok hoş, sakin ve neşeliydi.
12 yaşındaki Baselli ikizler Umut ve Onur Top kocaman pankartlar hazırlamışlar, biri Livakovic’in eldivenlerini, öteki Ferdi’nin formasını istediğini ilan ediyor (Amaçlarına ulaştılar mı acaba). “İyi ki geldi Mourinho” diyorlar. “Zaten dünyanın en iyi antrenörü, inşallah on senenin ardından yeniden şampiyon oluruz.”
25 yıldır İsviçre’de yaşayan Oktay Yalçın maçı yetişkin kızı ve oğluyla birlikte izleyeceğini söylüyor. “Fenerbahçe’nin yaşadığımız ülkeye gelmesi büyük şans” diyor ve devam ekliyor: “Bu sabah İsviçre radyosu Mourinho’dan bahsetti. Dünyanın sayılı teknik direktörlerinden olsa da son dönemi iyi geçmiyor, oynattığı futbol tartışılıyor diye yorum yaptılar. Ama biz ona güveniyoruz, tek başına varlığı yeter.”
Taraftarların Mourinho’yla gurur duydukları her hallerinden anlaşılıyor. “Başka bir takımda 5 milyona oynayacak bir oyuncu, sadece o var diye Fenerbahçe’ye 3 milyona gelebilir” diye yorum yapıyor bir başka taraftar. “Rakiplerimiz için de ayrı bir motivasyon kaynağı ve Mourinho’yu yenmek bir hoca için ileride anlatabileceği bir anı” diye ekliyor.
Sohbet ettiğim taraftarların hepsi ‘Maçı alırız’ yorumu yapıyor doğal olarak ve hemen hepsi ‘Babadan Fenerbahçeli’ olduklarını söylüyor. Taraftarlık hanedanlık gibi babadan oğula geçiyor anlaşılan. Ama maça gelen kadın taraftarların sayısına bakınca yakında anneden de geçebilir diye düşünüyorum.
Önümüzde oturan Mizgin-Mahmut Tuşgül çifti 2, 4 ve 6 yaşındaki çocuklarını da yanlarında getirmiş. O kadar çok çocuk var ki stadyumda, onların varlığı tek başına taraftarlık algısına yeni bir boyut katıyor.
Fenerbahçe cezalı olduğu için maça Türkiye’den seyirci gelemedi, ama Thuner Tagblatt gazetesinin yazdığına göre satılan 6 bin biletin 5 binini civar şehirlerde yaşayan Fenerbahçeli taraftarlar almış. Zaten stadyumdaki renkler de durumu belli ediyordu, cezalı boş tribünler dışında her yer sarı lacivertti.
Sayıca ezici üstünlüklerine rağmen Fenerbahçeliler, aralarına karışmış tek tük Luganolu taraftarla birlikte maçı agresiflikten uzak bir sportmenlik içinde izlediler. Mourinho’yu görmeye çalıştılar. Ferdi sahaya çıkınca büyük bir coşkuyla alkışladılar.
Şimdi gelelim Kanarya’nın rakibi Lugano’ya… Kulübün hikayesi birkaç ay önce üzerine yazı yazdığım Belçika semt takımımız Union’un inişli-çıkışlı dramatik öyküsüyle benzerlikler taşıyor. 1908’de kurulan Lugano hiç de fena olmayan bir kariyerin ardından 2003’te iflas edip ligden çıkarılmış. Bir yıl sonra eskisine çok benzeyen yeni bir isimle, yeni bir başlangıç yapmış ve kuruluşlarının yüzüncü yılında geleneksel ismine yeniden kavuşmuş. Bir yıl önce Chicago Fire takımının da sahibi olan Amerikalı milyarder Joe Mansueto’nun satın aldığı Lugano bu yıl İsviçre ligini Young Boys’un ardından ikinci olarak bitirdi.
Aslına bakarsanız onlar da bir anlamda deplasmanda ve çok az izleyiciyle oynadı. Lugano İsviçre’nin güney kesiminde İtalyanca konuşulan bir şehrin takımı. Ancak stadyumları UEFA standartlarına uygun olmadığı için maçı 215 kilometre kuzeydeki Almanca konuşulan Thun’un stadında oynamak zorunda kaldılar. Maçtaki tüm anonslar ev sahibi takımın dili İtalyanca olarak yapıldı. Lugano’nun ultraları kale arkasındaki küçük alanlarında büyük taraftarlık gösterdi. Ajda Pekkan’ın ‘Kim ne derse desin, aşk bana yalan gelir’ şarkısından tanıdığımız müziğiyle başladıkları tezahüratlarını birbiri ardına sıraladıkları güzel melodilerle maç boyunca sürdürdüler.
Maç öncesinde taraftarlardan duyduğum sentetik çim saha sorununu maç sonrasında yaptığı basın toplantısında Mourinho da oyuncularının adaptasyonda zorlandığını söyleyerek dile getirdi. Fenerbahçe’nin ilk yarım saatteki şaşırtıcı tutukluğunun sebebi belki gerçekten de tasarruflu olduğu için tercih edilen ‘plastik’ sahaydı. Geçen sene sonunda da Manchester City Teknik Direktörü Pep Guardiola İsviçre’de karşılaştığı Young Boys’un suni çim sahası konusunda endişelerini dile getirmiş, takımını Bern’e bir gün erken götürüp rakibin sentetik sahasında antrenman yaptırmıştı.
💛💙 İsviçre’de gol yağmuru başladı…
Yine Dzeko, yine gol!
Kaptan Dzeko, karşılaşmanın 46. dakikasında skoru 2-1’e getirdi!#SporSmart #DSmart #DSmartGO #LUGvFB #FenerinMaçıVar pic.twitter.com/XqVd5TVU8K
— D-Smart (@DSmartDunyasi) July 23, 2024
Canlı maç izlemek televizyondan izlemeye hiç benzemiyor, tekrarların olmamasına alışmak zaman alıyor. Mourinho’nun uzaktan fotoğraflarını çekmeye çalışanlar arasına katıldığım sırada maç başlayıverdi. Fenerliler açısından hayal kırıklığıyla geçen ilk devrenin bitmesine birkaç dakika kala gelen golün stadyumda yarattığı rahatlama inanılmaz boyuttaydı. Fener ikinci yarıya öyle hızlı başladı ki devre arasında sosis patates almaya gidip de geciken yan taraftaki gençler takımlarının ikinci yarının hemen başında attığı golü kaçırınca bayağı üzüldü.
Thun Stockhorn gibi küçük stadyumların olumlu tarafı, tribünlerin en üstünde bile otursanız sahaya yakın olmak. İki sene önce Şampiyonlar Ligi finalini izlediğim Paris’teki gibi büyük stadyumlar ise tam gövde gösterisi alanları. Maç çıkışında olağan güvenlik önlemleri alınmıştı ama izleyiciler İsviçre düzenliliği içinde sakince dağıldılar. Luganolular üzüldü, Fenerbahçeliler sevindi, ben de tarafsız bir seyirci olarak bol gollü bir maç izlemenin zevkini yaşadım.