Zamanın akmak bilmediği bir gündeyiz. Kafamızda tek bir gündem var, gerisi hava cıva. En fanatik taraftardan en ilgisiz sanatsevere herkesin odağı kaydı. Elimizde çekiç var, her şeyi çivi gibi görüyoruz. Siyasetin en mütehakkim, en belirleyici olduğu gün bugün. Seçimden başka hiçbir şey çekmiyor bizi. Hal böyleyken spor adına ne yazılabilir? Guardiola’yla röportaj yapsanız, Obradoviç’in evine konuk olsanız nafile. Ancak çubuğu politikaya bükerseniz bir anlamı olabilir. Öyle yapalım o zaman. Madem hayatın aynası diyoruz futbola, oradan feyz alalım.
2018 Mayıs’ının son günleri… Aziz Yıldırım ve Ali Koç Fenerbahçe başkanlığı için kıran kırana bir yarışta. Yıldırım’ın 20 yıllık başkanlık dönemi ağır eleştiri altında. Ali Koç’un dinamizmi iktidarı sarsıyor. Ama kimse emin değil. Gazetelerde, televizyonlarda herkes üç aşağı beş yukarı aynı şeyi söylüyor: “Ali Koç favori ama Aziz Yıldırım’ın işi belli olmaz. Örgüte hâkim.” Anketlerde açık ara önde Ali Koç. Ama dikkat çekici bir araştırma var. Direkt kongre üyelerine soruyorlar: “Sizce kim kazanır?” Yüzde 55 Ali Koç diyor, yüzde 45 Aziz Yıldırım. Eski başkanın ne yapıp edip rakibini yakalayacağı kanısı mevcut. N’oluyor? Ali Koç oyların yüzde 77,6’sını alıyor, Aziz Bey ise yüzde 22,4’ünü. Kimsenin öngöremediği ölçüde tek taraflı bir sonuç.
Kıssadan hisse: Güç, bazen gerçeği o kadar puslu hale getirir ki aşikâr olanı göremezsin.
2000’lerdeyiz… Mart ayının sonu. Beşiktaş’ta 16 yıldır başkan olan Süleyman Seba, protestolara dayanamayıp kongre kararı alıyor ve aday olmayacağını açıklıyor. Artık yeni bir dönem başlayacak Beşiktaş’ta. Serdar Bilgili, Hasan Arat, Mehmet Kazancı ve Nevzat Demir aday. Seba çekilmiş ama kimi işaret edeceği merak konusu. Hasan Arat’ı işaret ediyor büyük başkan. Ama sonuç beklediği gibi çıkmıyor. İşaret edilen değil, gerçek alternatif kazanıyor.
Kıssadan hisse: Seni bu duruma sokan, seni bu durumdan çıkaramaz. Kendisi ya da devamı fark etmez. Gerçek yenilenme ister insan.
Yıl 2011. Mayısın güzel günleri. Galatasaray kritik bir seçime gidiyor. Adaylar kuvvetli. Mehmet Helvacı, Turgay Kıran ve Ünal Aysal. Oyların yüzde 75’ini alıyor Aysal. Gümbür gümbür geliyor. Şovla başlıyor dönemi. Fatih Terim alkışlarla dönüyor. Ortalık çileklerle dolu: Sneijderler, Drogbalar… İki şampiyonluk kazanılıyor. Sonrasında kulüp öyle bir darboğaz yaşıyor ki bugün bile etkisini hissediyor. Borçtan kıpırdayamaz hale geliyor, transfer yasağı kıskacında nefes almakta zorlanıyor.
Kıssadan Hisse: Seçilince her yer toz pembe. İlk günlerin/ayların gazı geçince ayağı sağlam basmak gerek. Yoksa tekne erken su alıyor.
1998’deyiz. Bu sefer Misakı Milli dışındayız. Sepp Blatter ve Lennart Johansson FIFA başkanlığı için çekişiyor. Değişimden yana olan, eski yolsuzluk düzenine ağır eleştiriler getiren Johansson kendinden emin. Ama biraz da kibirli bir eminlik bu. Sokağa inmeden politika yapıyor. Doğruyu gösteriyor, ama ikna etmiyor. Blatter öyle mi? Tek tek geziyor konfederasyonları. Sonradan ortaya çıkıyor ki kazanmak için rüşvet dahil her şeyi yapıyor. Fakat futbolun sahibi Avrupa Johansson’un arkasında. İşi zor Blatter’in. Ama zoru başarıyor İsviçreli. Kimsenin beklemediği bir şekilde…
Kıssadan hisse: Hiçbir seçim çantada keklik değil. Doğruyu anlatmak kadar, bire bir ilişki kurmak da önemli. Rakip her türlü ayak oyununu yapabilir. Sen ona da hazırlıklı olacaksın. Sandıkları bırakmayacaksın.
İsviçre’den İspanya’ya uzanalım. 2003 Haziran’ındayız. Josep Lluiz Nunez tam 22 sene Barcelona’ya başkanlık yapıyor. Ne kadar büyük başarı varsa alınıyor. 176 kupa kaldırıyor kulüp. İlk Şampiyonlar Ligi kupası da dahil buna. Ama yoruluyor yaşlı başkan. Bırakmaya karar veriyor. Geçiş dönemi yaşanıyor. İki geçici başkan sonrası boşluğa düşüyor Barcelona yönetimi. Borç çok, ne yapacaklarını bilmiyorlar. Bir sonraki başkanlık yarışında genç ve idealist bir avukat çıkıyor: Joan Laporta. Favori değil önce. Diğer adaylardan reklamcı Bassat Bechkam’la anlaşmak üzere. Alır götürür diyorlar. Ama işte arı gibi çalışıyor Laporta. Genç iş adamlarını yanına alıyor. Yeni bir vizyon için plan program hazırlıyor. Kazanıyor da seçimi. O hızla bir tür Rönesans’a girişiyor. Mali reformlar başlıyor. En önemlisi de takımı altyapı hocası Guardiola’ya emanet ediyor. Hiçbir üst düzey tecrübesi olmamasına rağmen. Sonrasını biliyorsunuz. Futbol tarihinin en iyi takımı kuruluyor. Hem de altyapının gücüyle.
Kıssadan Hisse: Ufku olan, planı olan, programı olan alır yürür. Üretime, öz kaynak düzenine dönmek önemlidir. Bunu yaparsan en kötü dönemleri bile güneşli günlere taşırsın.
‘Vatan Millet Trabzon’ diyerek göreve gelen, hamasetten başka hiçbir şey yapmayan İbrahim Hacıosmanoğlu vardı bir de değil mi? 2013’te, en zor günlerinde Trabzonspor’un başına geçen. Belinde silahıyla spor kulübü yöneten. Kadınları hiçe sayan. Maçolukta sınır tanımayan. Örtülü ödenekten alındığı iddia edilen sus paylarıyla kulübü milyonlarca dolar zarara uğratan. Hiçbir başarı kazanamayan. Sadece mikro milliyetçi gazla gemiyi yürütmeye çalışan. Düşmanlık tohumlarından ve gerginlikten beslenen…
Kıssası içinde bu hissenin.
Ve son örnek: 15 Şubat 1998. Fenerbahçe’deyiz gene. Efsane Ali Şen bırakmış. İki aday var. Aziz Yıldırım ve Vefa Küçük. Bir oy farkla kazanıyor Aziz Bey. Kimse olay çıkarmıyor. Masalar devrilmiyor. Bir oy farkla kazanın ömrü uzun olmaz diyorlar. Fenerbahçe tarihinin en uzun süre koltukta kalan başkanı oluyor Yıldırım. Bir oy farkla.
Kıssadan hisse belli: Bir oy bir oydur. Oyuna sahip çıkacaksın.
Ne diyordu Ahmet Arif: “Zemheri de uzadıkça uzadı.” Baharın görüşmek dileğiyle.