Galatasaray’ın ‘Modern zamanlar’daki Avrupa serüveninde İsviçre takımları her daim aşılması gereken öncelikli virajlar oldu. Ki bu tarihsel süreçte hafızalardaki en derin yeri kuşkusuz Neuchâtel Xamax kapsar. Bugün artık ‘Göller ülkesi’nin en üst liginde yer almayan Kırmızı-Siyahlılara ilk maçta 3-0 mağlup olan Mustafa Denizli’nin talebeleri, hatırlanacağı gibi rövanşı 5-0 kazanarak futbol tarihimizin belki de en büyük mucizesini imza atmıştı.
Daha sonraki süreçlerde Şampiyonlar Ligi’nde boy gösterebilmek için oynanan ön eleme turlarında Sion, Grasshopper ve St. Gallen gibi dönemeçleri aşarak kendini şenliğin en güzel hattına, yani grup aşamasına atmıştı Sarı-Kırmızılılar. Günümüze gelirsek yine bir Şampiyonlar Ligi heyecanı ve podyumda olabilmek için yine geçilmesi gereken bir mevzi olarak bir kez daha rakip olarak bir İsviçre takımı; Young Boys vardı karşı cephede.
Küçümsenen Young Boys ilk yarıda Galatasaray’ı darmadağın etti
‘Çikolata ve saat diyarı’nın futbolda kaydettiği aşamayı bu yaz düzenlenen Euro 2024’de şahit olmuştuk. Hoş, Kırmızı-Beyazlıları ayakta tutan kadronun iskeleti Avrupa’nın üst düzey liglerinde forma giyiyor ve kendi liglerinde yer alan takımlar daha alt düzey futbol kapasitesine ve yeteneğine sahip oyunculardan oluşuyor. Ama bilindiği gibi bu oyunda eksik yanlarınızı başka fazlalıklarla kapatmanız mümkün. Örneğin mali gücünüz yüksek değil, yaratıcı oyuncularınız azsa takım bütünlüğüne, kimyasına yönelir ve ‘Total’ hareket ederek meseleyi nispeten halledebilirsiniz. Dün de haftalardır spor basınımız tarafından küçümsenen, “İsviçre Ligi’nin son sıralarındalar” denilerek bir anlamda ti’ye alınan Young Boys, maça yüreğini, mücadele gücünü, üstün fiziğini koydu ve özellikle ilk yarıda Galatasaray’ı darmadağın etti.
İlk yarıda fark dört olabilirdi
Okan Buruk’un takım üzerindeki ‘dokunuşlarını’ daha önceki maç yazılarında defalarca belirttim; bu takım yıldızlar üzerine kurulmuş, onların klas hamleleri, tecrübeleri, birikimleri oyunu çözüyor. Durduklarında ise iskeletin emekçileri devreye giriyor ve nihayetinde maçlar bir şekilde kazanılıyor. Ama nerde? Tabii ki ‘Süper Lig’de; yani sizin onca masrafla oluşturduğunuz kadronun kalitesi iç sularda yetiyor ama iş Avrupa cephesine geçilince ya da geçen sezonki Fenerbahçe, bu sezon başında Beşiktaş ‘Süper Kupa’ mücadelesinde olduğu gibi rakip az-biraz direnç gösterdiğinde işin rengi değişiyor. Bu gerçek dün de tezahür etti ve Sarı-Kırmızılılar maçın ilk yarısında kalesinde iki gol gördü ama İsviçre temsilcisindeki hücumcular son vuruş kalitesine sahip olsa devre dört farklı bile bitebilirdi. Maazallah öyle bir durum olsaydı yeni bir ‘Neuchâtel destanı’ daha yazmaya çalışıp dur!
Batshuayi’nin ikinci golü muhteşemdi…
Galatasaray genel olarak iyi oynamadığı bir karşılaşmada ikinci yarıda oyuna dahil olan Batshuayi’nin becerileriyle beraberliğe ulaştı ama savunmadaki arıza devam edince mücadeleyi yenik kapadılar (bu arada Belçikalı forvetin ikinci golü organizasyon ve son vuruş olarak enfesti). Şurası bir gerçek ki takımın kalitesi Avrupa serüveni için yeterli değil, Okan Buruk’un genel performansı da benzer bir görüntü arz ediyor. Artık portföyü için ‘Tecrübeli’ sıfatını hak edecek konuma gelen Buruk, ne yazık ki üçüncü sezonunu yaşadığı Galatasaray’da bir türlü savunma sorunlarını çözemedi. Her maç rakibe çok sayıda pozisyon armağan eden defans, Türkiye dahilinde rakip takımların vasat hücumcuları ve onların vuruş kalitesindeki eksiklikler sayesinde engelleri nispeten aşıyor ama Avrupa cephesine gelince işler değişiyor.
Buruk yine dersine çalışmamış ama suçlu hakem
Doğrusu futbol kariyerinde iki sezon Serie A tecrübesi bulunan ve “Katenaçyo’nun üretim merkezi”ni soluyan bir futbol figürünün bir türlü defansif çözümler üretememesi ilginç tabii. Galatasaray zaten hücum oynamak zorunda olan bir geleneğin uzantısı içinde, bu kadroyla Süper Lig’de hücum oynamayacaksınız da ne yapacaksınız? Sizin teknik patron olarak asli göreviniz takımın eksik yanlarını halletmek, çözüm üretmek. Ama Buruk bu konunun üstesinden bir türlü gelemiyor, gelemediği noktalarda da savunmasını başka yerlerde gerekçelendiriyor. Dün mesela maç sonu açıklamalarında mağlubiyetin sebeplerinden biri olarak mücadelenin Alman hakemini gösterdi ve “İsviçre takımının maçına Alman hakem verilmiş, belki de maça arabasıyla geldi. Bir Türk takımının maçına Azeri hakem veriliyor mu?” dedi. Bence skandal bir açıklamaydı. ‘Multi-kültürel bir endüstriyel futbol’ düzeninde hâlâ bu denli arkaik bir görüşe sahip olmak tuhaf tabii ki. Buruk ‘tezini’ şöyle gerekçelendirdi; “Almanca konuşan bir ülkeye Alman hakem vermek.” Geçiniz böyle gereksiz savunuları, siz eğer futbolun genel dilini ustaca kullansaydınız bütçe olarak dört-beş katı üzerinde olduğunuz bir takıma bu kadar mahkûm oynamazdınız. Her yenilgide suçu kendi hatalarında bulmak, aynaya bakmak yerine hakemde aramak tabii ki nafile bir çaba. Futbolun evrensel sularında yüzmek istiyorsanız dersinize iyi çalışacak, takımınızın fizik kalitesini yukarılara çekeceksiniz. 2-2’yi yakalayıp skoru tutamamak sizin probleminiz, meselenin hakemle ne ilgisi var?
Abdülkerim çok çok formsuz
Dün yenilen gollerde Muslera’nın normalde kurtaracağı topları ne yazık ki içeri ‘tiplemesi’ de etkendi ama Uruguaylı eldivenin bu takımın Türkiye ve Avrupa’daki nice başarısında o kadar emeği ve katkısı var ki, dünkü hataları hoş görülebilir düzeydeydi. Ama asıl problem geçirdiği sakatlık sonrası bir türlü gerçek anlamda sahaya dönemeyen Abdülkerim Bardakçı. Formsuz ve adeta futbolu unutmuş gibi oynuyor… Bence elde Metehan gibi bir alternatif var, bu soruna böylesi bir hamleyle çözüm aranabilir. Mertens geçen sezonun sonlarına doğru Süper Lig’de gösterdiği performansla gözleri kamaştırmıştı ama Avrupa için sanırım yaşı ve fiziki kalitesi bütün bir maçı çıkaracak düzeyde değil. Galiba emektar Belçikalıyı daha az sürelerde kullanmak gerekiyor. Keza Köhn de sürekli aksayan bir parça; asıl işlevi savunma ama kendisini daha çok hücumda göstermek istiyor; tamam takım düzeni açısından bu önemli bir özellik ama iş defansif meseleleri gelince fundamental sorunlar kıyıya vuruyor. Gana asıllı Alman oyuncu, dün dikkat ettim birkaç pozisyonda uzaklaştıracağı topları göbeğe atıyor ve rakibin atak yenilemesine ortam sağlıyor. Barış Alper de muhtemelen geçirdiği rahatsızlık sonucu iyi niyetine rağmen fiziksel açıdan yetersizdi. Yeni transfer Sara ise yavaş yavaş takıma ısınıyor göründü ve nispeten iyiler arasındaydı.
‘Şampiyonlar Ligi’ne gidilemezse fatura ağır olur
Sonuçta dün ‘gençlik’ tecrübeyi mağlup etti. Benim genel görüntü itibariyle hissettiğim en büyük eksiklik ise maçın bazı bölümlerinde bloklar arası kopukluk ve takımın genel olarak hırsını yansıtan bir oyun karakteri ortaya koymaması. Ama bunlar halledilebilir sorunlar, zaten kısa sürede (bir hafta içinde!) halledilmezse ‘Şampiyonlar Ligi’ hayal olur ve bunun faturası en kısa sürede yönetimi ve teknik kadroya çok ağır biçimlerde kesilir.