Tarihçi bir arkadaşım Hitler için, ‘Bir insanın yakınına girdiğinde onu sevecek bir şeyler bulursun elbet. Hitler de vejetaryen, köpek dostu, sigara karşıtı, sanatsever biriydi’ demişti. Hakikaten insanı huzursuz eden bir şey bu. Benim de spor dünyasında en itici bulduğum klişelerden biridir: ‘Sahada nasıl göründüğüne bakmayın. Saha dışında dünya tatlısıdır.’
Çıkar biri hem rakibe hem hakeme sahada yapmadığını bırakmaz. Diğeri herkesle dalaşır, herkese ‘gider’ yapar. Öbürü aldatmaya yönelik hareketlerin kitabını yazar. Ama sonra dışarıda melaike kesilir, ‘tanısan seversin’e dönüşür. Futbol dünyasının öne çıkan aktörleri kamusal alanda başkalar, dışarıda başka. İnsan görme problemi yaşıyor haliyle. Gerçeklere karşı bazen hipermetrop oluyorsunuz, bazen miyop. Hatta post-truth zamanlarında topluca bulanıklaşıyor her şey, astigmata dönüyor.
Emre Belözoğlu’nu ilk defa 2004 yılında Milli Takım kampında yakından görmüştüm. TamSaha dergisi için sohbet ediyorduk. Karşımda Türkiye’nin en büyük yıldızlarından biri vardı. Buna rağmen kibirden uzak, samimi ve sıcak açıklamaları vardı. ‘Tatlı adammış’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Sonra en hazzetmediğim tiplerden biri haline geldi. Öfkesini kontrol edemeyen, herkesle kavgalı bir tip. Bu kez, ‘Artık böyle’ diye düşünmüştüm. Sonra tekrar bir televizyon programında bir araya geldik. Gene birebirde çok zeki, esprili, kendisiyle dalga geçebilen bir adam. Hangisi ‘gerçek’ Emre acaba?
Volkan Demirel’den son Hatayspor-Galatasaray maç yazısında bahsettim. Ortak arkadaşlarımız ’Çok harika insandır.’ diyor, ama ben o harikayı saha içinde bir türlü göremiyorum. Sonra Hatayspor’un başına geçiyor ve karakter dersi veriyor. Fenerbahçeli olmayan birine bundan sadece üç sene önce ‘Volkan aslında…’ diye başlayan bir cümle kursanız devamını dinlemezdi herhalde.
Arda Turan hayatımda gördüğüm sosyal zekâsı en gelişkin futbolculardan biriydi. Sohbetine, aklına bayılırdım. Sonra külhani delikanlı oldu çıktı. Ama işte, ne oldu? Saha kenarına geçti, akil adama döndü. Yeniden kendisiyle barışık, enerjik, olumlu Arda var karşımızda. Sevelim mi, sevmeyelim mi? Çiçek falı gibi ilişki. Ne harcayabiliyoruz ne de büyük değerler atfedebiliyoruz. Bir öyle bir böyle…
Kafamızın karışıklığı biraz bundan. Sahada canavara dönenler sohbette filozof oluyor. Dün rakibine çift dalan, rakip antrenörün üzerine yürüyen adam bugün bir ortamda yanınıza düşüyor. Ne de tatlı, ne de espritüel diyorsunuz. Kızan olacaktır ama şunu söylemeden geçemeyeceğim. Rıdvan Dilmen’i istediğiniz kadar yerden yere vurun fakat bir sohbetinde yanında bulunun, aklınız şaşar. En kral komedyenden daha komedyen, daha hazırcevap. İletişim üstadı adeta. Ama işte bir yandan da lakabının hakkını veren biri! Bu tip insanları saymayı assolistle bitirelim. Sonuçta Marx olmadan Marksizm’den bahsedilemez. Di mi Fatih Hocam?
Gelgelelim, teşekkür borçlu olduğumuz biri var artık: Burak Yılmaz. Nihayet sahada neyse öyle olan bir insan evladı çıktı karşımıza. Beşiktaş teknik heyetine katıldığı ilk gün Şenol Güneş’e ne övgüler düzdü. ‘Emeğiniz büyük hocam’lar, ‘Türk futboluna çok şey kattınız’lar, ‘Kalbimde yeriniz ayrı’lar… Bırakınca da başladı sallamaya. ‘Şenol Hocamızın gergin ve asabi halleri’ demeler, üslubundan şikayet etmeler… Hangi Şenol Güneş bu? Hem futbolcu hem de teknik adam olarak Burak Yılmaz’ı çukurdan alıp yeniden var eden Güneş!
Neyse, bir şekilde oturuyordu koltukta beyefendi. Görev başında tam bir felaketti. İletişimi ondan da kötü çıktı. Sahanın en iyi oyuncusunu takım arkadaşına çıkıştı diye oyundan aldı sözde. Eleştiri gelince konu ‘Benim ülkemde Türk oyuncuya bunu yapamaz’a geldi. Görevden ayrıldığında olay ‘Türk’e yapılan saygısızlık’ oldu, ırkçılık sınırlarına ulaştı. Sonrasında yönetimi ateşe atmalar mı dersiniz, Rıza Çalımbay’a üstü kapalı eleştiriler mi? ‘Kamerunlu golcü’ oldu mu size para yüzünden sakat numarası yapan oyuncu?
Teknik adamlık kariyerinin ilk günlerinde bütün tuşlara aynı anda basan bir portre bu. Sahadaki feci skorlara girmiyorum bile. Peki oyuncuyken de böyle değil miydi? Hakemi aldatmaya yönelik davranışın üstadıydı. Escude pozisyonu ve o penaltı ‘alışı’ hâlâ akıllarda mesela. Milli Takım’da gruplaşmalar, eşiyle yaşadıkları vesaire. İlişkileri hep böyle toksik değil miydi? Instagram profiline bakın, zannedersiniz bir tek Lille’de oynadı. Diğer her şeyi silmiş!
Olsun, iyi ki var Burak. En azından kafamız rahat. Yeteneğine, kariyerine kimse söz edemez. Ama saha içindeki davranışları her zaman sorgulanmış bir isim. Hazzetmeyeni çoktu. Ben de onlardan biriydim. Ama korkuyordum filmin sonundan. Belli mi olur, yaşlandıkça onun da içinden ahlakçı bir Kant çıkar falan. Neyse ki olmadı. Allah razı olsun. Olduğu gibi göründü, göründüğü gibi oldu. ‘Adam gibi adam’ kaldı! Biz de sayesinde bu sefer sapla samanı rahat ayırabildik.
NOT: Bu yazı yazılırken adı Milli Takım’a iliştirildi Burak’ın. Bitmiyor arkadaş. Bu memleketin celladına aşık olmada sınırı yok! Kabineye de girer inşallah!