Kendini ‘Modern hayatı sadeleştirmenin yolu’ diye tanıtan kişisel bakım markası TAKK’ı ilk gördüğümde, ne yalan söyleyeyim, ‘Ne çok marka sadeleşmenin ekmeğini yiyor’ diye düşünmeden edemedim. Sadeleşmek için yeni bir markaya daha ihtiyaç var mı? Yine de ürün isimlerinin periyodik tablodaki elementler gibi konması ilgimi çekti. Mesela, yüz kremi (Facial cream) Fc, diş macunu (Tooth paste) Tp, şampuan (Shampoo) Sh… diye gidiyor.
Vegan ürünler, döngüsel ekonomi, abonelik sistemi, sadeleşme vaadi… Hepsi güzel ama merakımı asıl tetikleyen markanın kurucusu Pınar Akıskalıoğlu’nun bir patrondan duymaya alışık olmadığımız söylemleri oldu.
Güzellik sektöründe geçirdiği 10 küsür yılda varoluşuyla işi arasındaki makas gittikçe açılınca kurumsal hayata veda eden Akıskalıoğlu; 3,5 yıl önce Oxford Üniversite’nde MBA yaparken kendi markasını kurdu. İş yapmayı seviyor, parayı önemsiyor ancak emeği ve doğayı sömürmeden de patron olunabileceğini söylüyor.
📌 Hayatımızdaki markaları, ürünleri azaltmaya çalıştığımız bir dönemde yeni bir markaya daha ihtiyaç var mı?
Yola çıkarken bizim de kendimize ilk sorduğumuz soru buydu. İşin odağına problemi koyuyoruz; modern insanın önemli ihtiyaçlarından biri sadeleşmek. Acaba bir ürün satmasak, sözümüzü sadece bir platform olarak mı söylesek dedik. Yine de kendi markamızla piyasaya girmek istememizin nedeni şu: Her ne kadar dünyada çok fazla bakım ürünü markası varmış gibi görünse de eninde sonunda hepsi 3-4 global şirketin elinde. Global oyunculara dahil olmayan yeni çıkan markalarının çoğunun hedefi de bir noktada bunlar tarafından satın alınmak. O yüzden dünyada hızlı tüketim ürünlerini bir oligopol yönetiyor.
Sistem bu şekilde kaldığı sürece herkes halinden memnun, niye sistemi değiştirmek minimalizmi savunmak istesin. Minimal bir ürün çıkarmak ille de minimal olduğunuzu göstermiyor. Sistemin kendisine çomak sokmak ve bu işi etiğe uygun yapmak istedik.
📌 Neden başka bir sorunu değil de sadeleşme meselesini sahiplendiniz?
Ben bu sektöre girip uluslararası şirketlerde çalışmaya başladığımdan beri kişisel bakım sektörü hiç küçülmedi, hep büyüdü. Bakım yapmadığımız yerimiz kalmadı halbuki temel ihtiyaçları karşılayan ürünler hep aynı. Aynı zamanda kişisel bir tercih. Ben de böyleyim: Mesela kapsül gardırobum var, ne giyeceğimi düşünmem. Eve yeni bir şey alırsak mutlaka bir şey çıkartırım. Markete giderken alışveriş listesi yaparım, fazla yemek atığı çıkarmam. Hayatımı küçük tutarım. Sadeleşme kişisel değerlerimle de uyumlu.
📌 Toplumun iyiliğine bir şey yapmak, aldığının bir kısmını geri vermek, sosyal girişim… Bunlar uzunca bir süredir dolaşımda olan kavramlar ama ‘aktivist iş insanı’ görece yeni. Bu kavramı biraz anlatır mısınız?
Kapitalizm giderek vahşileşiyor, gelir adaletsizliği sürekli derinleşiyor. Bitmek bilmeyen hırs dünyanın kaynaklarını sonsuz şekilde tüketiyor. İşler hiç iyi gitmiyor. Sosyal girişimcilik, sosyal kapitalizm… Bu yumuşak müdahalelerle sistem değişmiyor. Aksine bir şey yapıyormuş hissiyatı oluşturup gerçekten atılması gereken adımları geciktiriyor. Daha sert müdahalelere, daha doğru kurgulanmış yapılara ihtiyaç var.
📌 İş aktivisti bu yapının neresinde, ne yapıyor?
Aktivistin bir derdi bir meselesi vardır, ben de kendime daha az tüketme meselesini seçtim. İşimin fikri, amacı bu. Ayrıca, iş aktivisti olmadan önce aktivisttim. 1 Mayıslarda, LGBT +’ ve kadın yürüyüşlerinde… Türkiye’de çıkılması gereken her durumda sokağa çıkmışımdır. Sorumlu vatandaş olma gibi bir derdim hep oldu. İşle birleşme konusu da şöyle oldu. “İşte çok disiplinli, sert ama özel hayatında çok tatlı” gibi şeyler söylenir ya ben buna inanmıyorum. İnsan kendi içinde bu kadar bölünemez. İş dünyasında kendime güvendikçe ve buralarda bazı yetenekler geliştirdikçe aktivist yanımla işi birleştirmek istedim.
Şundan da rahatsızım. İş insanı deyince çok kötü bir profil canlanıyor insanların kafasında. Bazı insanlar zenginliğe özenebilir ama iş insanı deyince akla, parasının peşinde koşan, karını maksimize etmek için ağaç kesen, çalışanı sömüren bir profil geliyor. Buna itirazım var, ben böyle değilim ama bu işi yapmak istiyorum. Benim de ilgim, becerim bu. Patron deyince aklımıza başka profiller de gelsin isterim.
📌 Kapitalizmin başarı ölçütü kar etmek. Sizin başka bir ölçünüz var mı?
Etkimizi ölçebilmek istiyoruz. Etkiyi (impact) ölçme konusundaki çalışmaları yakından takip ediyorum. Bu arada şunu da belirtmem lazım. Yaptığımız işin finansal olarak başarıya dönüşmesi lazım ki devam edebilsin. Parayı az önemsiyor değilim, etkili bir araç. Ama ne pahasına kazandığınız önemli. Doğayı ve emeği sömürerek mi kazanıyorsunuz? İş insanıyım derken utanıyor musunuz, gurur mu duyuyorsunuz?
Şahsi olarak da iki ölçüm var. Müşterilerim kim ve beni neden tercih ediyorlar? İkincisi de kimlerle çalışıyorum? Genç insanlar bizimle çalışmak istiyorlar mı? Geldiğimiz noktada ikisi de beni tatmin ediyor.
📌 Nasıl bir ekibiniz var?
20 kişiyiz, ben dahil hepimizin başka işleri var. TAKK’ta hepimiz freelance çalışıyoruz. Herkes startup’larda çalışmak istiyor ama şöyle de bir gerçek var, bakalım o şirket iki sene sonra hala ayakta olacak mı? O yüzden İngiltere’de start-up ekosisteminde insanlar bir konuda uzmanlaşıp birden fazla girişime destek verebiliyor.
Ekibimizde herkes saatli çalışıyor ve herkes birbirinin kazandığı parayı biliyor. İki seviye ücret var; biri uzman diğeri başlangıç seviyesi. İnsanların bize ayırdığı süreyi verimli geçirdiğimiz ve çok ciddi bir konsantrasyon da beklediğimiz için piyasanın altında bir ücret vermiyoruz.
Toplantılarda kullandığımız kartlarımız var mesela, biri konunun dışına çıkıyorsa ya da detaylara fazla takılıyorsa ‘micro karar’ kartı gösteriyoruz. Biri kurumsal bir jargonla gereksiz bir özgüven gösterisi yapıyorsa ‘bullshit blocker’ (kes tıraşı) kartı gösteriyoruz. İnsan bazen kendini göremiyor, duyamıyor. Birbirine güvenen insanların bu geribildirimi vermesi değerli. İş yerinde bir güven ortamı oluşturabilmek de aktivizmin bir parçası.
📌 Etrafımdan bir gözlemimi aktarayım: Daha eski kuşaklar, sizin gibi girişimcilere inanmıyor, bunun bir pazarlama hilesi olduğunu düşünüyor. Daha genç olanlar, şüpheci yaklaşsa da merak ediyor, tanımak istiyor. Z kuşağı ise çok daha ilgili ve derdi olan markalara güveniyor. Ne dersiniz?
Z kuşağının iyi yaptığı bir şey, sürece odaklanması. Bir markayı seçmek ya da seçmemek çok önemli bir karar değil. Hikayenin devamını getiremiyorsak almaz, aboneliği iptal eder olur biter.
İngiltere’de online mağazamızı açtık, iki abonemiz vardı. Bir mail geldi, ESG (Environmental Social Governance) raporumuzu görmek istediğini yazmış. Bu şirketin doğa dostu bir üretim yapıp yapmadığın, çalışanların mutlu olup olmadığını gösteren bir rapor. Gönderdik, ertesi gün abonemiz oldu. Bazı markalar samimidir, bazıları müşterilerini manipüle etmek istiyor olabilir. Ama mevcut sistem zaten sömürü ve manipülasyon üzerine kurulu. Burada en azından bir şans, bir ihtimal var.
Bu insanın ne kadar sorumluluk almak istediğiyle, biraz da umutla alakalı bir şey. Dünyada bir şeylerin değişebileceğine dair umudunuz yoksa, sistem böyle gelmiş böyle gider diyorsanız, hareket etme iradeniz de zayıflıyor tabii ki. Benim mesela çok umudum var. Hatta naif bulunabilecek kadar umudum var.
📌 Türkiye’de nihilizme varan bir umutsuzluk var.
O kadar doğru ki. Biz temel şeyleri satıyoruz diyoruz ama bunlar bir çok insan için lüks. Benim problem diye tarif ettiğim şey bir ayrıcalık problemi. Ama hepimiz işin bir tarafından tutuyoruz. Bilinçli ve anlamlı kararlar vermek güzel bir his.
Abonelik sistemi geri dönüşüm için çok önemli
📌 Adı neden TAKK?
Takk İskandinav dillerinde teşekkür ederim demek. İngilizce’de (Taken care of / Halledildi) sözünün kısaltması. Bir de fiil gibi de olsun istedim. ‘Googlelamak’ (googling) gibi, ‘takking’.
📌 Temel bakım için banyoda 13 ürün yeter diyorsunuz. Bunlar hangi ürünler?
Diş macunu, diş ipi, sabun, şampuan, saç kremi, yüz yıkama losyonu, yüz kremi, göz kremi, duş jeli, el ve vücut losyonu, tıraş bıçağı, traş sonrası krem. Biz sadece bu ürünleri üretiyoruz.
📌 Yaşlanma karşıtı ürün yok mu?
Yok çünkü ürünlerde zaten yaşlanma karşıtı ürünlerde kullanılan A, C, E vitamini ve kolajen üretimini artırmaya yardımcı antioksidanlar var.
📌 Neden abonelik sistemini tercih ediyorsunuz?
Abonelik iş modeli atık yönetimi açısından çok verimli. Ne kadar ürün satacağımızı bilirsek buradan çıkan atığı nasıl dönüştüreceğimizi de bilebiliyoruz. Tüketici açısından iyi yanı da bu alışveriş kalemini kafasından çıkarması ve yalnızca ihtiyacı olan ürünleri kullanması. Türkiye’de abonelik sistemini kimse beceremedi deniyor ama ben Türkiye’de bizi anlayacak insan potansiyeline güveniyorum.
📌 Nerelerdesiniz?
İngiltere, Türkiye, ABD, Portekiz, Malezya. Rusya’ya uygulanan ambargo yüzünden kendi platformumuzu kuramadık ama satıyoruz. Başka ülkelere açılmadan Türkiye’yi büyütmek istiyorum
📌 Çeşitlilik, değişiklik hayatın tadı tuzu. İnsanlar hep aynı ürünlerden sıkılmaz mı?
Hayattan zevk almakla çok fazla ürün sahibi olma arasında sağlıksız bir ilişki kurduk bence. Çeşitliliği başka şeylerde arayabilsek keşke. Ama kozmetik bakım ürünlerine çok meraklısınızdır, her şeyi almak istersiniz, ona da saygı duyuyorum. Hepimizin fazla tükettiği şeyler var. Ben de mesela kağıt kalem kırtasiye çok seviyorum, o konuda minimalist olamıyorum.