Eğitim sistemimizin iyileştirilmeye muhtaç yanları olabilir. Fakat, sorun sadece akademisyenlerin niteliksiz olmasına bağlanamaz. Sistem olduğu gibi gözden geçirilmeli.

Geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan konularından bir tanesi sahte diplomalar oldu. 400 akademisyen usulsüz atanmış, 6 Şubat 2023 depremlerinde vefat eden avukatların bilgileri kullanılarak diplomalar düzenlenmiş, yüzlerce sahte diploma hazırlanmış gibi çeşitli haberler gündemi oldukça meşgul etti. Haberlere tepki de gecikmedi, sosyal medya platformlarını akademisyenlerin nitelikli olmadığına, üniversiteden mezun olmanın herhangi bir anlam ifade etmediğine, verilen herhangi bir belgeye güven olmayacağına ilişkin paylaşımlar kapladı.

Yapılan resmî açıklamalara göre, yürütülen soruşturma kapsamında, 57 sahte üniversite diploması, 4 sahte lise diploması ve 108 sahte sürücü belgesi üretildiği tespit edilmiş durumda. Bu belgelerin sadece iki tanesi bir mesleğin ifasında kullanılmış. Aralarında 6 Şubat 2023 depremlerinde hayatını kaybeden avukatların da bulunduğu belirtilen bazı kişilere ait hukuk fakültesi mezuniyet bilgileri hukuka aykırı şekilde tahrif edilmiş ve hukuk fakültesi mezuniyet kayıtları oluşturulmuş, fakat ilgili şahıslar herhangi bir baro levhasına kayıtlı değil.

Sorun tabii ki büyük, fakat altında yatan sorun daha da büyük. Üniversite eğitimi alan, senelerini bir alanda uzmanlaşmak için harcayan herkesin emeği ciddi risk altında, evet. Fakat bunun sebebi 57 adet sahte diploma değil. Asıl sebep ülkemizde eğitime verilen değerin giderek azalması.

Eğitim sadece “diploma almak” mı?

Sahte diploma haberlerinin gündeme gelmesi ile birlikte, nispeten geniş sayılabilecek bir sahte diploma piyasasının olduğu da ortaya çıktı. Diken’in haberine göre Şikayetvar platformunda sahte diplomaya ilişkin yüzlerce mağduriyet mesajı yer alıyor. İlgili haberden, bu piyasada yer aldığı iddia edilen diploma satıcılarının çoğunun dolandırıcı olduğu anlaşılıyor. Mağdurların satıcılarla genellikle sosyal medya platformları üzerinden iletişime geçiyor olmaları da bu varsayımı güçlendiriyor. “Piyasa” olarak adlandırılan oluşum, diploma düzenleme ve düzenlenen diplomaları e-devlete kaydettirme karşılığında para talep edip, bir ön ödeme aldıktan sonra ortadan kaybolan bir veya birkaç suç örgütünden müteşekkil.

Diken’in haberinin daha dikkat çekici olan tarafı, mağdurların şikayetlerini bildirirken yaptıkları yorumlar. Parasını ödedikleri için diplomalarının sisteme işlenmesi gerektiğinden o kadar eminler ki, bir an için bile yaptıkları işlemin yasal olmadığını göz önünde bulundurmuyorlar. İçlerinden en ilgi çekici olanını alıntılamak isterim: “Çoluk çocuğumun rızkından ayırıp, günde 12 saat çalışarak daha iyi bir yere gelmek için diploma almak istedim. Google’da arama yaparken ilk sıradaki bir siteye girdim. Sahte diploma hazırlayabileceklerini belirttiler ve yüksek bir meblağ karşılığında anlaştık. Parayı göndermeme rağmen beklediğim diploma elime ulaşmadı. Sahte üniversite diplomam gelmedi, emeğimin karşılığını alamadım”.

Açık öğretim imkânları varken, indirimle 12 bin liradan başlayan fiyatlarla diploma almanın mantıklı olduğuna inanan ve dahası bu fiyatı ödediği için diploma almayı hak ettiğinden emin olan insanların varlığıdır asıl sorun.

Eğitim şart…

Türkiye’de genel bir kanaatimiz var, “alaylı” olmanın bir sorun teşkil etmediğine inanıyoruz. Bir işin uygulamasının daha önemli olduğunu, eğitim almadan da sadece uygulama ile kendini yetiştiren insanların işin eğitimini almış kişilerden bile daha yetkin olabileceğini düşünüyoruz. Bu yüzdendir ki mali müşavirlerden hukuk danışmanlığı almaya kalkıyoruz, bir-iki haftalık kısa eğitimler harici herhangi bir eğitimi olmayan kişilerden yaşam koçluğu adı altında psikolojik destek bekliyoruz, kendini mimar olarak tanıtan kişilere ev yaptırmaya kalkıyoruz. Örnekler çoğaltılır.

Peki sonuç ne oluyor? Avukata danışılsa bile artık işin içinden çıkılmaz bir hal alan davalar, iyice bozulan bir psikoloji, bitmeyen ya da daha kötüsü ölümcül kazalara yol açabilen evler. Bir işi icra edebilmek için, o işin eğitimini almak şarttır. Uygulamada edinilmiş 1-2 pratik bilgi, 4 senelik bir lisans eğitiminin yerini tutamaz. Bir soruna sadece bilgi dahilinde belirli bir açıdan yaklaşılıp, sorunun diğer yanları bilgi eksikliğinden dolayı düşünülmezse ortaya istenmeyen sonuçların çıkması kaçınılmaz hale gelir. Bu bazen bir vergi cezası olur, bazen bir yamuk lavabo.

Sorun akademisyenlerde değil

Eğitim sistemimizin iyileştirilmeye muhtaç yanları olabilir. Fakat, sorun sadece akademisyenlerin niteliksiz olmasına bağlanamaz. Sistem olduğu gibi gözden geçirilmeli. Örneğin, teknik liselere verilen önem arttırılabilir, meslek odaları daha etkin kontroller sağlayabilir. Burada ailelere de iş düşüyor, üniversitede eğitim görmeye başlamış bir öğrenci bir dersten kaldığında onu gerekli gereksiz itiraz etmeye teşvik etmemeli mesela. Ya da bizzat dersten sorumlu akademisyeni arayarak “Daha çok karşılaşırız, piyasa küçük, çocuğumun şevkini kırmayın” dememeli aileler.

Unutulmamalıdır ki, üniversite bir mesleğin öğrenildiği, farklı görüşlerin tartışıldığı, farklı ufukların açıldığı bir bilim alanıdır. Öğrenciler bir dersten kalabilir, tekrar alabilir, tekrar sınava girebilir, bölüm değiştirebilir ve hatta mezun olamayabilir. Eğitimin gereği budur.

Her üniversiteye girenin mezun olamadığı, her mezun olanın meslek odalarına kaydolarak mesleği icra edemediği, herhangi bir eğitimi ya da diploması olmayan kişilerin eğitim ve diploma gerektiren sektörlerde barınamadığı, sahte diplomasız günler görmek dileği ile… Emeğimizin karşılığını ancak böyle alabiliriz.