Son bir senedir, neredeyse her hafta vergi kayıp ve kaçağının önlenmesine ilişkin alınması planlanan yeni bir tedbire ilişkin açıklamalar yapılıyor. Kanunlara eklenen yeni düzenlemeler, kullanılmaya başlanacak yeni teknolojiler, mükelleflerin yerine getireceği ek yükümlülükler şüphesiz ki vergi kayıp ve kaçağının önlenmesinde bir rol oynayabilir. Peki kayıt dışılık ile mücadelede en etkin yöntem gerçekten yeni uygulamalar silsilesi mi?
Mevzuatta yer alan yaptırım ve cezaların vatandaşları kanunlara uymaya teşvik ettikleri aşikâr. Bununla birlikte, toplumda yerleşik kültür kurallarının hukuk kurallarına uyum üzerindeki etkisi hiç de azımsanmamalı. “Hasta Toplumlar” başlıklı kitabın yazarı antropolog Robert Edgerton kitabında insanların “hep böyle yapılmış olduğu için” toplumda yerleşik gelenekleri sorgulamadan takip etme eğiliminde olduklarını belirtiyor. Toplumda var olan kültür kuralları zaman içinde yerleşik hale geliyor ve toplumun çoğunluğu tarafından “mantıklı” ve “doğal” olarak algılanmaya başlıyor. Cass Sunstein’in “Why Nudge?” kitabında altını çizdiği gibi toplum tarafından yaygın olarak benimsenen bu kuralların varlığı o kadar doğal bir hal alıyor ki tıpkı balıkların içinde bulundukları suyun farkına varmaması gibi bireyler de bunların birer kültür kuralı olduğunun adeta farkına varmıyor. “Mantıklı” ve “doğal” olarak algılanan bu kültürel kuralları değiştirmek ise, değişim her ne kadar gerekli olursa olsun, hiç kolay değil. Bu noktada Edgerton toplumların bazı kültürel kuralları değiştirmektense kendini yok edebileceğinin altını çiziyor.
Dünya genelinde vergi sistemleri halihazırda “gönüllü uyuma” dayalı. Vergi idarelerinin denetimi sonucu gerçekleşen uyum yüzdesi son derece sınırlı. Dolayısıyla esas olan vergi kurallarına mükelleflerin kendiliklerinden uyum göstererek yükümlülüklerini yerine getirmesini sağlamak. Vergi uyumunu etkileyen faktörler ise son derece fazla. Vergi Dünyası dergisinde 2012’de yayınlanan makalesinde Erdal Güleç farklı faktörleri son derece başarılı özetliyor. Bu çok çeşitli faktörlerden bazıları ödeme gücü, aile içinde kişi başına düşen gelir, eğitim düzeyi, meslek, yaş, kamu harcamalarına bakış, diğer mükellefler hakkındaki düşünceler, vergi bilinci ve vergi ahlakı. Özetle, toplum genelindeki mükelleflerin kamu hizmetlerinin gerçekleştirilebilmesi için vergi ödemeleri gerektiği algısı ne kadar yüksek ve içselleştirilmiş ise ve diğer vergi mükelleflerinin de mevzuata uyumlu davrandıklarına dair güvenleri ne kadar çoksa vergi uyumu da o kadar yüksek oluyor.
Toplumda genel olarak çoğunluğun veya bazı kesimlerin zaten vergi ödemediğine, olası bir vergi affını beklemenin daha makul olduğuna ya da zaten idarenin yeteri kadar etkin denetim yapamadığına benzer bir algı varsa vergiye uyum azalıyor, vergi kayıp ve kaçağı artıyor. “Herkes böyle yaptığına göre normali bu” düşüncesiyle pek çok kurala uyulmamaya başlanıyor. Büyük bir çoğunluk kurallara uymamaya başladığında ise bazı kurallara uyum göstermek başlı başına bir mücadele haline gelebiliyor. Örneğin işletmelerin pek çoğunun fatura düzenlemekten imtina etmesi ve KDV kaybına yol açması bu işletmelerle rekabet etmeye çalışan diğer işletmelerin vergiye uyumunu son derece güçleştirebiliyor.
Hal böyle iken sorulması gereken temel soru Türkiye’de gönüllü vergi uyumunun nasıl güçlendirilebileceği olmalı. Pek tabii ki yeni düzenlemeler, teknolojiler ve uygulamalar bu uyumu artırabilir. Fakat her düzenleme ve uygulamanın bir de uyum maliyetinin olduğu unutulmamalı. Mesela en güncel örneklerden olan ulusal taşıt tanıma sisteminin uyum maliyeti oldukça yüksek: Vatandaşın araç başına ödeyeceği tutarın 2.172 TL, ülkemizdeki 8.000 civarındaki akaryakıt istasyonunun sistemi kurmak için harcayacağı tutarınsa 150 milyon dolar olduğu belirtiliyor. Uyum maliyetleri sadece sistemlerin kurulmasından kaynaklanmıyor. Yeni düzenlemelere ilişkin hukuki yükümlülükleri yerine getirmek, personele eğitim vermek veya kalifiye personel istihdam etmek, yazılım edinmek gibi farklı maliyetler de işin içine giriyor. Firmaların uyum maliyetlerinin bir bölümünün tüketiciye yansıtıldığı zaten tartışmasız. Her yeni vergi yükümlülüğünden doğan uyum maliyeti işletmeler için bir gider teşkil ettiğinden fiyatları olumsuz yönde etkiliyor.
Hem mükellefler, hem vergi idaresi, hem de devlet açısından en kârlı strateji sadece elzem olan yeni düzenleme ve uygulamaları getirmek ve bunları mutlaka vergiye gönüllü uyumun geliştirilmesine yönelik çalışmalarla desteklemek olur. Yapılan kamusal harcamalarda vergi gelirlerinin etkisini topluma duyurmak, vergi mevzuatını mümkün olduğu kadar basitleştirmek, vergi aflarını azaltmak gibi atılabilecek birçok adım var. Bu değişim sürecinin gerçek bir dönüşüme yol açabilmesi için bunların da göz ardı edilmemesi gerektiği aşikâr.