28 Temmuz, Yalıkavak

Hayatım boyunca yalnızca edebiyat ve felsefeyle uğraşmayı ne kadar isterdim. Sabahları Vegas’la yürüyüşümü yapıp duşumu aldıktan sonra Edip Cansever gibi saat 09.00’da masamın başına oturup şiir çalışmak. Öğleye doğru masadan kalkıp birkaç telefon konuşması yaptıktan ve bir şeyler atıştırdıktan sonra, o sırada hangi filozofu çalışıyorsam, onunla ilgili okumalarıma devam etmek. Yapabiliyorsam o konuyla ilgili birkaç satır karalamak. Örneğin Kant’ın antropolojisi ve bilinç. 

Ama sanırım hayatım boyunca böyle bir şansım olmayacak. Ben hep bir şeylere yetişmek için çalışmak zorunda kalacağım. Bu yaptığım işi sevmediğim anlamına gelmiyor elbette. Ne kadar dertli olursam olayım seans yapmaya başladığımda kendimi daha iyi hissediyorum ama zorunluluktan dolayı çalışmakla arzu ettiğin çalışmak arasında ciddi bir fark var. 

İki gün önce Umberto Eco’nun editörlüğünü yaptığı bir serinin 17. yüzyılla ilgili olan cildini aldım. Bir ara kendi kendime bir seri kitap yazma hevesine kapılmıştım. Serinin adı ‘İnsanlık Ansiklopedisi’ olacaktı. Yazının keşfinden beri bu dünya üzerinde olan bitenleri, antropolojik, felsefi, biyolojik, psikolojik, Herder’in tarihselliği çerçevesinde ve Gadamerci bir hermeneutik bakışla yazabilmek. Eco bunu neredeyse gerçekleştirebilmiş bir yazar. 

Bunun bir kişinin yapabileceği bir şey olmadığını elbette biliyorum. Hatta Orhan Pamuk’un Sessiz Ev romanında benzer bir çabaya girişmiş olan acınası bir karakter de var. Yani bu yazdıklarımla alay edilmesini göze alarak yazıyorum bu satırları. 

Çok gençken, 20’li yaşlarıma yakın, üç şeyi çok istiyordum. Biri çok iyi trompet çalmak, diğeri Oxford’da 1950 sonrası Türk şiiri hakkında dersler vermek, üçüncüsü Beşiktaş’ta sol açık olmak. Üçü de olmadı. 

Müzik yeteneğimin olmadığı çok çabuk çıktı ortaya. Oxford’da, 1950 sonrası Türk şiiriyle kim neden ilgilenecek de bana bunun için maaş verecekler, bunu kısa sürede anlayacak kadar akıllıydım sanırım. İyi futbol oynuyor olmama rağmen, hem tıp fakültesinde okumanın hem de futbolcu olmanın mümkün olmadığı çok kısa sürede anlaşıldı. Bunun yerine, geldiğim bu yaşta göbekli bir psikiyatristim, başka bir şey değil. 

Şimdi yine birileri ukalalık yaptığımı, seans ücreti yüksek tanınmış bir terapist olduğumu, Yalıkavak’ta tatil yaparken oturmuş bu zırvaları kaleme aldığımı söyleyebilir. İyi de bu yaşta bırakın bu kadarı da olsun yani. 

“Ah Albayım, kimse beni anlamıyor. Bat dünya bat!”

Oğuz Atay o güzelim romanlarıyla öykülerini yazdıktan sonra, çok az okunduğu için belli ki üzülüyordu ve hayal kırıklığına uğramıştı. Bu kanıya nereden vardın derseniz, kanser olup son günlerini yaşarken günlüğüne yazdığı son satırlar şöyleydi: “Ben buradayım sevgili okur, sen neredesin?” 

Güzelim Ege Denizine bakarak bu kadar karamsar satırlar yazdığıma göre gidip Xanax mı alsam acaba diye düşünmüyor değilim. 

Bunun yerine bugün için susmayı tercih ediyorum. 

Günün süsü Edip Cansever’den olsun bugün: Ah, aşkların çocuk bahçesi / Neden ömrün çok kısa.