24.12.2025, İstanbul

Sabah 08.00. Hava aydınlanmadı daha. Doorstep’teyim. Kimsecikler yok henüz. Coldplay’den ‘Don’t Panic’ adlı şarkı çalıyor. Kafenin loşluğuna ve ıssızlığına çok uyan bir melodisi var parçanın. Tezimin bir bölümünü teslim ettim, şimdi tez izleme kurulu nasıl olduğuna, bir teze benzeyip benzemediğine karar verecek. Düzeltilmesi gereken yerlerini düzelt diyecekler vs. Eminim benim yazı tarzım akademik yazı formatına uymadığı için çeşitli düzeltmeler alacağım. Ama bu da işin bir parçası zaten. Nasılsa ben metni her şey bittikten sonra daha deneme tarzı bir şekle sokarım ve yayınlanacak bir kitap haline sokarım.

Dün gece Levent’le Soho’da bir gösterimiz vardı. Bu kez Levent’in biraz sahne almasını istedik ve öyle de oldu. İnsanların alışmadıkları bir format oldu ama bence iyiydi. Levent’in söylediklerine biraz daha fazla güvenmesi gerek. Çok güzel şeyler anlatıyor çünkü. Bir coğrafya ve yaşam biçimi dersi gibi. Kant’ın verdiği coğrafya dersleri geldi aklıma dinlerken. 

Geçen hafta birkaç gün Kars’taydık. Levent’in Volvo için yaptığı etkinliklerden birinde misafir olarak oradaydım. Umut Karakuş, mükemmel bir ahçı-şef bize yemek hazırladı ve biz de donmuş Çıldır Gölü üzerinde hazırladığı sofrada yemek yedik. Kentin fakirliği, orada yaşamak zorunda olmanın iç karartıcı çaresizliği, tek bir ağacın olmadığı çorak topraklar. İstanbul’dan şikâyet etme şımarıklığından utandıran manzaralar.. 

26.12.2025, İstanbul

Sanki ülkenin üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi. Hiç kimse hiçbir şey yapmadan öylece duruyor. Ne iş insanları kıpırdıyor, ne bilim insanları. Herhangi bir şey üretmenin, gelecek için bir şeyler yapmaya çalışmanın hiçbir anlamı yok gibi. Gelecek var mı, hiç kimse bilmiyor. Umut tedavülden kalkalı o kadar çok oldu ki, öyle bir şey olduğunu hatırlayan dahi yok. Yaptıklarımızı neden yaptığımız bilmiyoruz, alışkanlıktan yapıp etmeye devam ediyoruz bazı şeyleri. Bu satırları yazmak, İsmet’e göndermek ve yarın ya da ertesi gün yayınlanmasını beklemek. Birileri okuyacak da ne olacak? Ne düşünecek okuduğunda? Birilerine dokunacak ne yazıyor olabilirim ki? 

Arada insanlardan övücü sözler duyuyorum. Anlattıklarımın, yazdıklarımın onlara iyi geldiğini söylüyorlar. Benden ne çok şey öğrendiklerini, ne kadar çok şey konusunda ufuklarını açtığımı filan söylüyorlar. O kadar tuhaf geliyor ki bana bu duyduklarım. Ben öncelikle anlattıklarımın zaten atla deve olmadığını gayet iyi biliyorum, çünkü aslında benim okuduklarımın basit, özet anlatımı oluyor, özellikle anlattıklarım. Öte yandan çok iyi biliyorum ki, beni dinleyen, okuyan insanlar duyduklarını anladıklarını sanarak – yani benim kastettiğim şekilde anladıklarını – o kadar yanılıyorlar ki. İnsanların çoğu kafalarından geçirdikleri düşünce kırıntılarının teyidi peşinde koşuyor farkında dahi olmadan. Bilmedikleri bir şeyi öğrenmenin değil, kendilerinden emin olabilmenin peşinde koşuyorlar. 

Yalnız hissediyorum kendimi. Hayır, yalnız değilim, yalnız hissediyorum. Çekip gitmek, çıkıp gitmek arzusu içindeyim. Yeni yıl gelsin ve oğlumla Berlin’e döneyim ve kışı orada geçireyim istiyorum. Bunun mümkün olmadığını da bilerek. Böyle zamanlarda bir mirasyedi olmadığım için bir ergen şımarıklığıyla  kızıyorum babama. 

27 Aralık, İstanbul

İstanbul’a kış geldi. Hava soğudu, hatta bir ara sulu kar yağdı. Artık kazakları dolabın ön taraflarına taşıma zamanı geldi. 

Bugün FluTv’de ‘psikolojiye giriş’ dersinin son çekimlerini yaptık. Önümüzdeki yıl bilinçle ilgili bir seri yapmayı düşünüyoruz. Tezimin bir parçası olduğu için kolayca yapabileceğim bir seri olacak. Bilincin sandığımız şey olmadığını anlayalı o kadar da çok olmuyor aslında. Bildiklerim bilmediklerimden fazla ve hep böyle kalacak anlaşılan. 

Gerçekten kış geldi İstanbul’a. “Sana boyun atkısı gerek,” dedi on yıllar önce bir şair karısına. 

28 Aralık 2025, İstanbul

Bugün güzel bir gün olacak. Soğuk ve neşeli bir pazar sabahı. Arnavutköy Doorstep’in aşina kitlesi mırıl mırıl sohbet ediyor. Sakin, huzurlu ve bir arada. İnsanın insana ihtiyacının bir bağımlılığa dönüşmemesinin tek yolu yalnız olmaktan keyif almayı öğrenmek olsa gerek. 

Yarın tezimin ilk bölümünü anlatacağım tez komitesine. Yazabilmek istediklerimin yalnızca ve sanırım en çok yarısını kâğıda geçirebilmişimdir. Üstelik belki de felsefece bir dil kullanmayı da çok başaramamış olabilirim. Bakalım neler bekliyor beni. Çok uzun zamandır sadece kendi bildiğim gibi yazıyorum. Yarın akademik bir formatta yazmanın nasıl olması gerektiğini öğreneceğim belki. Göreceğiz. 

Moravia’nın Düzen Adamı kitabını tekrar okuyorum. Deniz Yüce Başarır’ın ‘Ben Okurum’ programında o kitabı konuşacağız. Çok güzel bir filmi de çekilmişti bu romanın. Yönetmeni Bertolucci’di. Normali hayatının normu yapabilmek için takıntılı bir insanın yapabilecekleri. Ve buna neden bu kadar ihtiyaç duyduğunun travmatik öyküsü. Moravia İtalyan edebiyatının çok önemli isimlerinden. 1907 yılında Roma’da dünyaya gelip 1990 yılında Roma’da hayata veda eden, kitaplarında ön planda toplumsal yabancılaşmayı ve sevgisiz cinselliği konu edinen gazeteci ve yazar. Varoluş sorunları kısacası Moravia’nın en önemli derdi. Dünya savaşlarına tanıklık etmiş bir İtalyan yazarın başka türlü bir hayatı yaşayış şekli olamaz gibi. Ayrıca sekiz yaşındayken kemik veremi olup hayat boyu bununla savaştığını da düşünürsek. 

Günün süsü Turgut Uyar’dan olsun: Başarısız boktan bir kış geçirdik / Kanımız bile doğru dürüst akmadı / Bir sürü çocuğu öldürdüler.