30 Aralık, İstanbul

Hava iyice soğudu. Yıl sonu olduğunu hissedelim diye sanki. Dün ilk TİK’e girdim. İlkine girmediğim için teorik olarak ikinci TİK. Zekiye Hoca ve Bergen Hoca neredeyse tamam derlerken, Necati doktora tezi böyle olmaz diyerek hizaya soktu hepimizi ve neleri değiştirmem, nasıl bir yol izlemem konusunda çok iyi tavsiyelerde bulundu. Necati’nin çok iyi felsefe hocası olmasının da nedeni bu işte. 

FluTV’de DSM 5 ile ilgili bir program yapacağım. Psikolog bir arkadaşımla birlikte. Sponsor bulmak lazım böyle bir program için. İlâç firmalarından biri belki destek olacaktır. Göreceğiz. 

Oktay Rifat’ın ‘Denize Doğru Konuşma’ kitabını elimden düşüremiyorum bu günlerde. Yılın son süsü elbette bu kitaptan olacak. “Ne güzel ölüler vardı bir vakitler, / yüzler, şimdi dirilerin bile çaydanlığı boş, / omuzları sarkık ceketler içinde, / çayırdaki evlerinin gözleri kör (…)” diyor bir yerde. İçim acıyor ve coşku doluyorum gerçek şiirle karşılaştığımda. Benim de masanın başına oturup kanırta kanırta şiirle uğraşasım geliyor. Sonra hayat bana kendini hatırlatıyor. 

Ait olduğumuz şehri gerçekten de çekiyoruz ardımızdan; nereye gidersek gidelim. En azından bazılarımız. Kavafis ne olursa olsun “o şehre” dönermiş. Bense şehri peşimden sürüklüyorum sanki. İstanbul’u hep sürükledim peşimden. Basel ayağını sürüye sürüye bir süre takip etti beni. Biraz ait olmaya başladığım şehir gibi, bazan bir hayalet gibi. Berlin’le ilişkimin nasıl olacağını merak ediyorum. Orada kendimi hâlâ azıcık misafir gibi hissediyorum. Bir evim olmasına rağmen orada. Oğlumla birlikte yaşıyor olmamıza rağmen o evde. 

Eylül bakalım nasıl bir kapak yapacak Günler’e. 

Ekonomim Gazetesinin başlığı: “Yoksulluk azaldı, ev sahipliği arttı.” Duy da inanma! Nasıl olur da böyle başlıklar atmaya cesaret edebiliyorlar, gerçekten anlamak mümkün değil. Açlık sınırının altında yaşayan bu kadar çok insan varken ülkede, böyle başlık atmak nasıl bir iki yüzlülük. 

Fatih Altaylı tahliye edildi. Hangi koşullarda bırakıldı diye düşünmeden edemiyor insan. Ama ne olursa olsun, yeni yıla evinde, sevdikleriyle birlikte girecek olması önemli. 

Siz bu satırları okurken yılın son günü olacak. Yorgun muyum, yoksa hayat motivasyonum mu azaldı bilmiyorum. Ama herhangi bir şey yapmak gelmiyor içimden. Almanca ‘lebensmüde’ diye bir kelime var. Gerçi intihara meyilli olanlar için kullanılır ama bire bir kelime anlamı çok daha anlamlı bence: hayat yorgunu. Biraz öyleyim sanırım. Bu mutsuz olduğum, huzurumun olmadığı anlamına gelmiyor. Aksine kendimi oldukça iyi de hissediyorum bir yandan. Ama bu ülke umudumuzu koruma konusunda hiç destek olmuyor. Ne yapsak boşunaymış gibi bir hissiyat derimizin içine işledi sanki. 

Tekrar grup terapisi yapmaya başlayacağım. Seviyorum grupla çalışmayı. Tema hazır ama şimdilik yazmayayım. Yarın öbür gün açıklama metnini tam olarak kaleme aldığımda yayınlayacağım. Genç bir psikolog arkadaşım da ko-terapist olarak yardımcı olacak bana. Grup terapisi yapmayı özledim. 

Biraz evvel kızıma Doorstep’in “yandan önden” fotoğraflarını gönderdim. ‘Günler’in kapağına Doorstep de dahil olacak anladığım kadarıyla. Ya da kızım evini özledi, babasının ve kendisinin ve kardeşinin en çok gittiği kafenin fotoğraflarını istiyor bu vesileyle.  

Yılın süsü elbette Oktay Rifat’tan: Bir öpüş su içiyor maşrapasından gecenin / her dudak yalnızlığımın peşinde.