The Economist’in 2026 kapağına bakınca insan ister istemez dünyanın geleceğiyle ilgili derin düşüncelere dalıyor. Ben de daldım ama sonra sudan hızlı çıktım çünkü o kadar ciddiyet beni boğuyor. Kapağın renkleri, sembolleri, karanlık bakışı ve o meşhur global kaygı tonu, tüm dünyayı bir komplo teorisine bağlamayı çok seven zihinlere güzel malzeme veriyor. Yapay zekâ insanları ele mi geçirecek, Çin 2026’da dünya sahnesine nasıl bir sürprizle çıkacak, Amerika iki yüz ellinci yaşını kutlarken mumları kim üfleyecek gibi sorular uçuşuyor ortalıkta.

Ama bütün bunların arasında ben kendi Economist falımı okurken şöyle bir karar aldım. Bu yıl beni bu komplo teorileri, abartılı senaryolar, jeopolitik gerilim dalgaları içine çekemeyecek. Çünkü kendimi biliyorum. Bu tarz ağır şeyleri fazla düşünürsem on dakika sonra buz gibi su içip tavana bakmaya başlıyorum.

Amerika’nın iki yüz ellinci yılıymış. Çok güzel, tebrik ederiz. Ama iki yüz elli yıllık ülke kendi doğum günü pastasını bile ekonomik kaygılarla kutlayamazken ben neden kendi pazar keyfimi bozdurayım. Avrupa’nın jeopolitik sürüklenmesi mi. Zaten Avrupa bir süredir kendi iç dekorasyonuyla meşgul. Sürekli taşınan ama bir türlü yeni eve yerleşemeyen biri gibi. Çin 2026 fırsat yılına giriyormuş. O kadar sessiz yükseliyor ki bazen ben bile Çin’in beni geçmiş olabileceğini düşünüyorum.

Compute teorileri, yapay zekânın işlem gücü savaşları, iklim krizi, zayıflama ilaçları, ekonomik belirsizlikler derken kapak insanın kalbini sıkıştırıyor. Bütün dünya stresli, herkes kaygılı ama kimse kaygılı olduğunu kabul etmiyor. Enflasyon ile kira fiyatları arasında sıkışmış insanlar artık markete giderken bile mini bir meditasyon yapmak zorunda kalıyor.

Ve spor meselesi. Acaba spor siyasetten kaçış sağlar mı. Dünya bu kadar ağırlaşınca insanlar iki saat maç izleyip nefes alabilir mi. Belki. Ama bazen maçı izlerken de geriliyoruz. Yani insanlık bir türlü rahatlayacak kanal bulamıyor.

Tam bu noktada Economist kapağını tekrar açıyorum ve kendime hatırlatıyorum. Ben bu yıl dünyanın bütün ağırlığını üzerime almak zorunda değilim. Dünya zaten kendi ağırlığını taşıyamıyor, bana ne oluyor.

Bu yüzden falımı şöyle kapatıyorum. 2026’da komplo teorilerinden çok kendime manifestler yapsam daha iyi. Mesela yeni yıl piyango ikramiyesinin bana çıkması gibi. Bunu bir ihtimal değil bir motivasyon kaynağı olarak görüyorum. Ikramiye çıkarsa dünyayı kurtarmam gerekmiyor, sadece tatil planlarımı daha geniş bir hayal gücüyle yapabilirim.

Zaten bu yılın en güzel planı Economist kapağını kapatıp uçak bileti sitelerini açmak olabilir. Jeopolitik sürüklenmeyi bırakıp nerede güneş açar ona bakmak. Küresel krizleri bir kenara koyup ben bu yaz nerede denize girerim diye düşünmek. Çünkü bazen dünyayı kurtarmak yerine kendini sakinleştirmek daha büyük bir başarıdır.

Kısacası Economist kapağı bana ne anlatırsa anlatsın ben bu yıl kendi kehanetimi seçiyorum. Olumlu olanı. Mizahı olanı. Tatil ihtimali olanı. Çünkü ağır senaryoları çok düşündüğümüzde ağırlaşıyoruz. Ben ise bu yıl hafif kalmak istiyorum. Gülerek, plan yaparak, hayal kurarak ve hayatı fazla ciddiye almadan.

Sonuç olarak ben Economist’in komplo teorilerini fal malzemesi olarak kullanıyorum ama finali her zaman kendim yazıyorum. Ve final cümlem şöyle. Dünyanın karmaşası hiçbir zaman bitmeyecek ama benim plaj çantam her an hazır olabilir.