Adalet bir zamanlar ağır yürürdü.
Sükunet isterdi, soruşturma isterdi, delil isterdi, zaman isterdi.
Bugün adalet hızın bir yan ürünü.
Gürültünün bir gösterisi, öfkenin bir eğlencesi haline geldi.
Artık bir olay yaşandığında mahkeme salonları değil, sosyal medya yorumları doluyor.
Hakimlerin değil, klavye mangalarının sesi çıkıyor.
Vicdan değil algoritma karar veriyor.
Doğru değil gürültü kabul görüyor.
Bir görüntü düşüyor, bir cümle bağlamından kopuyor.
Bir hesap bir şey yazıyor ve saniyeler içinde insanlar rollerini kapıyor.
Kimisi savcı, kimisi hakim, kimisi infaz memuru, kimisi seyirci…
Hepsi aynı anda, hepsi aynı iştahla.
Bu çağda adalet dağıtılmıyor duygu boşaltılıyor.
Linç artık bir refleks, öfke artık bir alışkanlık, yargılamak ise toplu bir eğlence.
Ve bu saldırı hali sadece belli konulara değil.
Her şeye yöneliyor, her şeye.
Kimse güvende değil.
Açık giyinen bir kız fotoğraf paylaşıyor.
Binlerce yorum…
Ahlak bekçileri sıraya girmiş.
Kimisi edep diyor, kimisi terbiye…
Kimisi çirkinleşiyor, kimisi tehdit ediyor, kimisi hakaret ediyor.
Kız sadece nefes almak için bir kare paylaşmış, o kare bir anda toplu taşlama törenine dönüşüyor.
Sonra aynı kalabalık bu kez kapalı giyinen bir kadının peşine düşüyor.
Fark etmiyor, kıyafetin açıklığı linç sebebi, kıyafetin kapalılığı da linç sebebi…
Çünkü mesele kıyafet değil mesele bir boşluğu doldurmak.
Mesele bir yerlere öfke yöneltmek.
Mesele birilerini cezalandırarak kendini güçlü hissetmek.
Dini inancı olan linç ediliyor, dini inancı olmayan linç ediliyor.
Siyah saçlıya laf, sarı saçlıya laf, koyu giyene laf, açık giyene laf… Çok gülen linç, az gülen linç, zayıfa laf, kiloluya laf, yaş alana laf, genç olana laf, evli olana laf, bekara laf, anne olana laf, anne olmayana laf, çalışana laf, çalışmayana laf…
Kim olursan ol birileri seni linç etmeye hazır bekliyor.
Bu sadece dijital bir kültür değil dijital bir şiddet türü.
Çünkü ekran arkasından vurmak kolay, yüz yok, göz yok, utanma yok, sorumluluk yok, empati yok.
Kimse kimseye insan gözüyle bakmıyor, herkes birbirine hedef gözüyle bakıyor.
Atılacak ok arıyor.
Hazır bekleyen bir öfke birikimi duruyor içeride.
Biri düştüğü anda herkes saldırıyor. Sanki günah çıkartır gibi, sanki aklanır gibi, sanki kendi hayatının yükünü hafifletirmiş gibi.
Güya fakirlere laf eden bir kız, sahte parfüm kullananları aşağılıyor.
Yaptığı zaten başlı başına bir görgüsüzlük ama onu taşlayanlar aslında onu büyütüyor.
Bir gazeteci saldırıyor, ertesi gün bir başkası, sonra bir yorumcu, sonra bir influencer.
Herkes sırayla onu gündeme taşıyor.
Onu eleştirirken onu parlatıyor.
Onu kınarken onu görünür kılıyor.
Onu taşlarken onu trend yapıyor.
Bunları izledikçe insan şunu fark ediyor.
Şiddet sadece yapanın suçu değil.
Alkışlayan kalabalık da bu şiddetin ortağı.
Hiç kimse linç ederken masum değil
Benim de başıma geldi.
Ramazan günü paylaştığım bir TBT yüzünden. Elimde bir kadeh yanımda bir dilim pizza…
Bağlamı olmayan bir kare o güne ait olmayan bir fotoğraf ama insanların öfkesi için yeterliydi.
Bir anda saldırılar başladı. Yargılamalar, ahlak dersleri, sözde hassasiyetler. Bir anda herkes beni kendi kafasındaki mahkemede yargıladı
Peki ben ne yaptım?
Hiçbir şey.
Fotoğrafı silmedim, açıklama yapmadım, imzalı bir savunma vermedim, sadece yok saydım.
Kötü yorumların yanından geçip gittim enerjimi onlara vermedim.
Ben bilince onların öfkesi bana işlemiyor.
Arkadaşlarımın bile yorumlarda birbirine girdiği oldu, kimseyi durdurmadım.
Çünkü o kavga benim kavga değildi, benim hayatımda bir fotoğraf başkasının hayatında bir savaş sebebi olmuştu.
Ben bu saçmalığın tarafı olmadım olmayacağım da.
Ve o gürültü birkaç gün içinde söndü, kimse bir şey hatırlamadı çünkü dijital hafıza yok, sadece dijital tepki var.
Bugün olan şey şu: Herkes herkesi düzeltmeye çalışıyor ama kimse kendini düzeltmiyor.
Herkes birini yargılıyor ama kimse kendi hayatını sorgulamıyor.
Herkes ahlak dağıtıyor ama kimse kendi ahlak aynasına bakmıyor.
Bu yüzden dijital adalet yok, dijital öfke var, dijital gösteri var, dijital kudret sanrısı var, dijital taşlama var.
Ve en tehlikelisi bu duygu hali toplumdan toplumlara bulaşıyor. Normalleşiyor, kültürleşiyor, ritüelleşiyor.
Bir linç gidiyor bir linç geliyor. Herkes bir gün kurban bir gün cellat bir gün masum bir gün fail.
Gerçek adalet ise bu gürültünün içinde boğuluyor.
Belki de asıl adalet bağırarak değil susarak bulunur.
Saldırarak değil sakin durarak, görünerek değil görmezden gelerek, aşağı inerek değil yükseğe çıkıp bakarak.
Ve belki de bu çağın en büyük gücü linç eden kalabalığa katılmamak, öfkenin oyununa alet olmamak, kendi zarafetini korumak, kendi sesini kirletmemektir.
