Son yıllarda fark ettiğim bir şey var. Artık televizyon sadece bir eğlence aracı değil. İnsanların zihnini, algısını, zevkini, ilişkisini ve hatta kişilik beklentilerini şekillendiren görünmez bir güç. Eskiden televizyonun bir ritmi vardı. Müzik programları, eğlence saatleri, kültür sanat içerikleri, sohbet programları. Artık bunların hiçbiri yok gibi. Yerine aynı türde tekrar eden, birbirine benzeyen, kopyalanmış formatlar geldi.

Bir yanda diziler…

Bir yanda yarışmalar…

Bir yanda kaosla beslenen sabah programları…

Bir yanda gelin görümce rekabetleri…

Bir yanda özel hayatı ifşa eden formatlar…

Hepsi bir araya gelince ortaya tek bir gerçek çıkıyor: Televizyon artık toplumun en güçlü yönlendirme aracı

Müzik programlarının kaybolması bile başlı başına bir gösterge. Eskiden yeni sesler, yeni tarzlar, yeni sanatçılar keşfedilirdi. Şimdi ekranın yıldızı ya bir mafya karakteri ya bir gelin kaynana formatı ya da hayatındaki trajediyi anlatan biri. Televizyon bir dönem sanat üretirdi, şimdi içerik tüketiyor.

Daha tehlikelisi ise artık kim ünlü oluyor. Ne yazık ki çoğu zaman normal hayatta kimsenin dönüp bakmayacağı biri. Bazen kargaşasıyla, bazen saldırganlığıyla, bazen suçu ya da sapkınlığıyla. Çünkü ekran drama seviyor. Çünkü seyirci drama alıştı. Çünkü toplum artık sakinliğe değil gürültüye odaklanıyor.

Gelin kaynana rekabetiyle yapılan programları düşün. Kim daha hamarat, kim daha çok laf sokuyor, kim daha yüksek sesle kavga ediyor. Bu yarışmalar insanların günlük yaşamı değil ama insanlara sanki olması gereken davranışmış gibi sunuluyor. Çocuklar bunu izliyor. Ev kadınları bütün gün buna maruz kalıyor. Gençler ekranı açınca aynı çerçeveyle karşılaşıyor. Sonra ilişkilerde bile agresif, üstün, baskın karakter beklentisi oluşuyor.

Televizyonun bu kadar güçlü olmasının nedeni talep. Talebin nedeni ise toplumdaki boşluk, belirsizlik, sıkışma, yorgunluk ve güvensizlik. İnsanlar kaçacak bir kapı arıyor. Televizyon da o kapıyı tam gözlerinin önüne koyuyor.

Fakat televizyon sadece içerik yoluyla değil, dil yoluyla da hayatımızı ele geçiriyor. Dizilerde ve programlarda kullanılan Türkçe öyle bozulmuş durumda ki artık yanlış kelimeler, tuhaf cümleler ve hatalı tonlamalar günlük konuşma dili haline geliyor. İnsan hangi dile maruz kalırsa o dili doğru sanıyor. Hele ki çocuklar ve gençler, duydukları her ifadeyi doğru kabul ediyor. Çünkü ekranın otoritesi aileden bile güçlü hale gelmiş durumda.

Sabah programlarında kullanılan dil çoğu zaman acele, parçalı, agresif ve mantıksız. Dizilerde ise gereksiz yabancı kelimeler, yapay duygularla kurulmuş cümleler, argo ve anlamı kaymış ifadeler yayılıyor. Sonuç olarak toplumda şöyle bir şey oluyor.

Herkes konuşuyor ama kimse doğru konuşmuyor.

Eskiden televizyon Türkçeyi öğretirdi, şimdi Türkçe televizyon yüzünden yoruluyor.

Konu sadece estetik değil, zihinsel. Dil bozuldukça düşünce de bozuluyor. Bozuk cümle bozuk bakış açısı getiriyor. Bu yüzden televizyonun dili toplumun ruhunu da etkiliyor. Televizyon karakterlerinin yanlış kullandığı bir kelime ertesi gün sokakta duyuluyor. Bir sunucunun yanlış kurduğu cümle sosyal medyada aynen tekrar ediliyor. Bir dizinin içindeki kaba ton gençlerin günlük konuşma ritmine karışıyor. Yani ekran sadece izlenmiyor, içimize sızıyor.

Dil toplumun kimliğidir. Televizyon bu kimliği gün geçtikçe biraz daha hırpalıyor. Bu da gösteriyor ki mesele sadece diziler ve programlar değil. Onların taşıdığı yanlış dil de toplumun zihinsel dokusunu yavaşça değiştiriyor.

Bu içeriklerin gençleri nasıl etkilediğini görmek için çok uzağa bakmaya gerek yok. Genç kızlar alfa erkek beklentisiyle büyüyor. Sessiz, zarif, normal bir delikanlı artık gözlerine hitap etmiyor. Çünkü dizideki kahraman hep güçlü, baskın, kırılmıyor. Gerçekte ise herkes kırılıyor. Gerçekte herkes kusurlu. Ama ekran kusuru göstermediği için gençler gerçeklikle uyuşamıyor.

Genç erkekler de kendi karşılığını ekran karakterlerinde arıyor. Hırslı, agresif, gövdesiyle var olan bir profil. Oysa hayat çok daha yumuşak ve çok daha farklı. Televizyonun sunduğu rol modeller gerçek hayattan uzaklaştıkça gençler kendi hayatlarına yabancılaşıyor.

Peki televizyon ne vermeli?

Gerçeği mi?
Eğlenceyi mi?
Kaosu mu?
Sükuneti mi?
Toplumun aynası mı olmalı?
Yoksa toplumun yarınını mı şekillendirmeli?

Aslında en doğrusu şu: Televizyon tek başına suçlu değil ama etkisi inkâr edilemeyecek kadar büyük. Seyirci neye alkış tutuyorsa sektör onu üretmek zorunda kalıyor

Bu yüzden değişim ekranla değil izleyiciyle başlar. Evde izlenen şey değişirse yayın akışı değişir. Dizi değişir. Format değişir. Kahraman değişir. Kriter değişir. Çünkü televizyon kendini yaratmaz. Toplum onu yaratır. Toplum değişirse ekran da mecburen değişir.

Asıl güç seyircidedir. Ve bunu unutan biziz.