Uyku sağlık demek.
Vücudun kendi kendini onardığı, hücrelerin yenilendiği, beynin temizlendiği, ruhun yeniden dengeye geldiği o sessiz mucize.
Ne kadar konuşulsa da kıymeti tam anlaşılamayan bir iyileşme biçimi aslında. Çünkü sağlıklı uyumuyorsan hiçbir besin takviyesi, hiçbir oksijen makinesi, hiçbir hiperoksijen kabini, hiçbir LED terapi sana fayda edemez.
Vücut bütün bu destekleri anlamlı hale getiren temel sistemiyle yani uykuyla çalışır.
Gelişme çağındaki çocukların uzun saatler uyuması bunun en saf göstergesidir. Büyüme hormonu derin uykuda salgılanır, hücreler o sırada çoğalır, kaslar güçlenir, beyin öğrenilenleri depolar.
Aslında çocukların uykusu sadece bir ihtiyaç değil, büyümenin ritmidir. Ve yetişkinler için de bu döngü hiçbir zaman sona ermez. Biz büyümeyi sadece bedensel bir süreç olarak algılarız ama her yaşta yenilenmek, öğrenmek, duygusal olarak toparlanmak da uykunun armağanıdır.
Modern hayat, bu en doğal ritmimizi alt üst ediyor. Sabahları ekranla uyanıyor, geceleri ekranla uyuyoruz. Mavi ışık, beynin biyolojik saatini şaşırtıyor. Göz retinasına giren bu kirli ışık, beynin hâlâ gündüz olduğunu zannetmesine yol açıyor. Melatonin üretimi duruyor, yani uykuya davet eden o doğal hormon baskılanıyor. Sonra bir türlü dalınamayan geceler, dinlenmeden uyanılan sabahlar ve yorgun bir zihin…
Aslında uykusuzluk sadece uykunun eksikliği değil, yaşamın ritmini kaybetmek anlamına geliyor.
Bütün gün güneş gözlüğüyle gezmek de bu dengenin bozulmasına neden oluyor. Güneş ışığı gözden beyne ulaştığında “uyanma” sinyalini verir. Sen bu sinyali sürekli filtrelersen beynin gündüzü tam algılayamaz. Sonra akşam olup eve döndüğünde güneş gözlüğünü çıkarırsın ama bu kez karanlık yerine ekran ışıklarıyla çevrilirsin. Televizyonu açarsın, bilgisayarını ya da telefonunu eline alırsın. Gözlerin yeniden parlak ışıklara maruz kalır, beynin gündüz sanır. Melatonin salgılanmaz, uykuya geçiş bozulur. Yani aslında beynin, sabah “uyanamadığı”, gece “uyuyamadığı” bir döngüye hapsolur.
Ne kadar sağlıklı beslensen, spor yapsan, besin takviyesi alsan, mühendislik ürünü cihazlar kullansan bile, uykusuzluk bunların tüm faydasını sıfırlar. Çünkü uyumayan beden tamir edilemez.
Peki ne yapılabilir?
Evde akşam saatlerinde ışığı loş tutmak, mümkünse sarı tonlarda ampuller kullanmak. Kırmızı filtreli gözlükler mavi ışığı azaltır, bu da beynin geceyi daha kolay algılamasını sağlar. Sosyal medyada gezmek, internette kaybolmak, telefona sürekli bakmak uykunun önündeki en büyük engellerdir. Bunları mümkün mertebe kısıtlamak gerekir. Televizyon izlenecekse bile belli bir saatte kapatmak, ardından kısa bir sessizlik içinde bedeni uykuya hazırlamak önemlidir.
Ofislerde gün boyu floresan lambalar ve bilgisayar ekranlarıyla çevriliyiz. Bu ışık bombardımanı bedenin karanlıkla olan dostluğunu bozar hale geldi. Akşam olduğunda karanlıktan korkar olduk. Oysa insan karanlığa ait bir varlık.
Gözlerin kapanması, ışığın azalması, beynin yavaşlaması doğanın binlerce yıldır kurduğu bir denge. Ama biz şehirlerde o dengeyi bozduk. Kentsel dönüşümün bitmeyen inşaat sesleri, arabaların korna gürültüsü, kalabalık binaların yankısı, nefes alamayan pencereler… Hepsi uykunun sessizliğini çalan etkenler haline geldi.
Bugün birçoğumuz “dinlenemiyorum” derken aslında “uyuyamıyorum” diyoruz. Çünkü uyku yalnızca gözleri kapatmak değil, zihni de susturabilmektir. Oysa modern insan zihnini susturmayı unuttu.
Telefonun ekran ışığı, televizyonun mırıltısı, bildirim sesleri, geceye sızan reklamlar… Her şey beynin kapanış komutunu geciktiriyor. Uykuya hazırlanmak da bir ritüel aslında. Işıkları kısmak, ekranları kapatmak, bedeni yavaşlatmak, zihne “artık durabilirsin” mesajını vermek.
Şehirde yaşamak elbette zorlu. Gürültüden, ışıktan, koşturmacadan tamamen kaçmak mümkün değil. Ama uykuya saygı duymayı yeniden öğrenmek mümkün. Her akşam aynı saatte yatmak, loş ışıkta bir kitap okumak, sessizliği çağıran bitki çayları içmek, telefondan uzaklaşmak, uyku öncesinde kısa bir şükür ya da nefes pratiği yapmak bile büyük fark yaratır. Çünkü beden, ona özen gösterildiğinde karşılık verir.
Uyku bir lüks değil, bir zaruret. Güzelliğin, bağışıklığın, hafızanın, sabrın, hatta neşenin kaynağı.
Dinlenen bir beden daha güzel görünür. Dinlenen bir zihin daha sabırlı olur. Dinlenen bir ruh daha nazik davranır.
Uykusuz kaldığında dünyanın tüm renkleri solar, hayatın iç sesi kısılır. Ama iyi uyuduğunda sabahın ilk ışıkları bile sana şifa gibi gelir.
Uykuya saygı duymak, aslında kendine saygı duymaktır.
