Üzüm ve şarabın hikâye anlatma sanatıyla olan hem tarihsel hem mitolojik bağına leziz bir selam. ‘Bu Bir Aşk Hikâyesi’ monolog ve şarabı eşleştiren bir tür ‘deneyim tiyatrosu’…

“Bir salkımda ne kadar çok üzüm varsa o kadar hikâye vardır…” Kocaman, neşeli bir arkadaş/aile sofrasında gibiyiz. Önümüzde isim kartlarımız olmasa, bir 10 dakika sonra her birimizin birbirimizi önceden tanıdığını iddia edebilecek kadar içten bir atmosfer oluşmuş bile. Önümüzde sadece isim kartları değil; üçer kadeh şarap, su ve numaralandırılmış peynir tabakları var. Bir de az sonra yudumlayacağımız şarapları kısaca tarifleyen mönü kartları. Ha bir de, hepimizin bilekliğinde aynı el yapımı (Işıl Çelik tasarımı) zarif bileklikten var. Buraya girmeden az önce taktık.

Beyoğlu Şaraphane’sinin üst katında, 30 kadar ‘seyirci’ olarak buradayız. Üzüm ile Tanen’in ya da ‘üzümlere ve şaraba yazılmış’ aşk öyküsünü dinleyip izlemek üzere…

Çünkü, tam da Başak Kıvılcım Ertanoğlu’nun metinde -yazının girişinde yaptığım alıntıda- dediği gibi, üzüm ‘hikâyesi olan’ bir mucize. Nar ve incir gibi üzüm de bereketin, verimliliğin, doğurganlığın, güzelliğin, aşkın, aşkla coşmanın işareti, sembolü çünkü. Mitolojide de değil sadece, dizinizi toprağa dayayıp bir asmadan usulca kestiğiniz salkımı avcunuza aldığınızda bile hissedebileceğiniz güçlü bir duygu bu. Toprağın size ilettiği yaşam gücü hissi gibi. Üzümün şaraba dönüşüp kanınıza karışması deseniz, o apayrı bir hikâye… Gerçekten de bir salkımda, taşıdığı üzüm kadar hikâye olsa gerek… Ya da bir salkımdaki her bir üzüm, üzerine hikâyeler yazılmasını hak ediyor olmalı…

Şarap tadında bir oyun

MonoVino projesinin fikir annesi Zeliha Kaya, bir şarap profesyoneli olarak üzümün ve şarabın, hikâyelerle işlenmeye, anlatılmaya ve dinlenilmeye değer oluşunun peşine düşmüş. İki yaratıcı tiyatro kadını Melis Öz ve Başak Kıvılcım Ertanoğlu ile yollarını kesiştirip, bizi bir şaraphanenin proje için ayrılmış katında, uzun bir masanın etrafında buluşturan, ‘Bu Bir Aşk Hikâyesi’nin doğmasını sağlamış. Siz deyin performatif şarap tadımı ben diyeyim şarap eşliğinde bir monolog. Ya da son zamanlarda farklı örneklerine sık rastladığımız türde bir ‘deneyim tiyatrosu’…

Önceden rezerve edilen yerlerimizi aldığımızda önce Üzüm ile tanışıyoruz. Her izlediğimde sebebini asla çözemediğim şekilde gözlerimi dolduran (oynarken gözlerinden çıkan garip ışıltı hasebiyle olsa gerek) Melis Öz, Üzüm’ü bize tanıştıran oyuncu. Üç bölümden oluşan anlatı boyunca biz de hikâyeye eşlik eden üç ayrı şarabı tadacağız, o şarapla eşleştirilmiş peynirler eşliğinde… Her bir bölümün öncesinde Zeliha Kaya’dan içeceğimiz şaraba dair ufak bilgiler alıyoruz. Kaya’nın ‘sahnesi’ni her seferinde Melis Öz masanın etrafındakileri gülücükler ve merakla sarmalayan enerjisiyle ele geçiriyor. Ve beklenmedik bir yerde ve şekilde yaşamaya başladığı aşk öyküsünü anlatmaya, kaldığı yerden devam ediyor.

Dionysos’a şık bir selam

Üzüm ile Tanen’in, iki sıradan kentlinin, filmlerdeki gibi karşılaşmasıyla başlayan bu minik hikâyeye seyirciler olarak büyük hızla dahil oluyoruz. Kendimizi Üzüm’e mesajlaşma macerası ya da ilk buluşmaları için tüyolar verirken buluyoruz. Üzüm bütün coşkusunu, aşki duygularını şarap ve üzümler üzerinden tarifliyor. Şarabı nasıl “Her bir yudum yeni bir maceraya atılmak gibi, her bir koku yeni bir ülkeye ilk defa adım atmak gibi” diye kelimelere döküyorsa, kendi hikâyelerini de “Yaşadıklarınızı öyle içten yaşamalısınız ki damağınızda bir tat bırakmalı” diyerek benzer bir coşkuyla tanımlıyor.
Başak Kıvılcım Ertanoğlu’nun kelimeleri uçuşturan metnini Melis Öz aynı uçuş uçuş enerjiyle seyircilerin şarap kadehlerinin yanına bırakıveriyor.

Zeliha Kaya projeyi ‘monolog ve şarap eşleşmesi’ olarak tanımlıyor. 2 bin 500 yüz sene önce, bağbozumu/şarap tanrısı Dionysos adına düzenlenen şenliklerde insanların şarap eşliğinde içlerindeki ‘oyun’u çıkarmalarıyla doğmuş tiyatroya, şık bir selam veriyor bu eşleşme. Tiyatronun sahne ve sahne dışı her yerde nefes alıp verebileceğine de neşeli bir örnek…

Bu Bir Aşk Hikâyesi
MonoVino

Yazan, yöneten: Başak Kıvılcım Ertanoğlu
Oyuncu: Melis Öz
Ne zaman, nerede: 21 Nisan Pazar, 15.30’da Beyoğlu Şaraphanesi’nde (Öncesinde yarım saatlik bir kokteyl var).
Süre: 70 dakika.
Bilet fiyatı: 1750 TL. Katılım için: https://monovino.net/katilim-formu



BU HAFTA SAHNELERDE

Küvetteki Gelinler/Tatbikat Sahnesi:

Aynı adamın ‘kurbanı’ olarak bulunan üç kadının öyküsü. İçi su dolu küvetlerde, etkileyici birer performans sunan Hazal Türesan, Selin Zafertepe ve Naz Göktan; Beth Graham imzalı ve gerçek bir hikâyeden uyarlanan metni seyirciyle buluşturuyor. Erdal Beşikçioğlu’nun yönetiminde. 19 Nisan Cuma, 20.30’da Alan Kadıköy’de.


Mavi Müzikhol:

Ankara pavyonlarından iki konsomatris kadının hikâyesi. Gül ve Bahar’ı Gülşah Yavuz ve İpek Yorulmaz’a teslim etmiş; oyunun yazarı Elçin Gürler ile yönetmeni Muharrem Uğurlu. Erkek egemen ve çok da merak edilen, Ankara kentiyle iyice özdeşleşen pavyon kültüründe ayakta kalmaya çalışan kadınların hayatına bir bakış… 18 Nisan Perşembe, 20.30’da Endless Art Taksim’de.


Kırmızı Küre/İstanbul Devlet Tiyatrosu:

Son dönemlerde gördüklerim arasında üzerine en çok düşünülmüş çocuk oyunu. En zihin açıcı (çocuklar için felsefe’ tadında), koreografisinden canlı müziğine kostümlerinden video grafiklerine ve genel tasarım diline çocukluk evreninin sınırsızlığına da en çok yaklaşan oyun. Pınar Akkuzu’nun yazdığı hikâye, yetişkinlerin kuralcı ve sınırlı dünyasının aksine; çocuk zihninin enginliğine ve çocuk kalbinin kocamanlığına işaret ediyor. Havada gördüğü ve sorular sordukça büyüyen kırmızı bir kürenin peşine düşen Ester’in öyküsü bu. Yönetmen Güray Dinçol’un fiziksel tiyatroyu merkeze alan reji gözünün öncülüğünde nefis bir oyun kuruluyor sahnede. Dört dörtlük bir çocuk oyunu. 7 yaş üstüne daha çok hitap edecektir. Yetişkinlere de nefes aldıran bir iş. 14 Nisan Pazar, 13.00’te Mecidiyeköy Büyük Sahne’de.

Kardeşlerimi Arıyorum: Stockholm’de bir olağan şüpheli