Jonas Hassen Khemiri ismiyle 2017’de izlediğim ve tadı hâlâ damağımda kalan ‘İstila’ vesilesiyle tanışmıştım. Tunus asıllı İsveçli yazarın özetle ‘Batı Avrupa’da Ortadoğulu olmak’ üzerine yazdığı oyun müthiş bir zekânın ürünüydü.
B Planı ekibi de nefis bir yorumla sahnelemişti. ‘İstila’daki monolog sahnesiyle tüylerimizi diken diken eden Barış Gönenen, yedi sene sonra, yine bir Khemiri oyununu getiriyor önümüze. Bu kez Taksim’in çiçeği burnunda mekânı Ara Sahne ekibiyle ve oyunun yönetmeni olarak.
Barış Gönenen henüz prova aşamasındayken “Sen çok seversin” diye anlatmaya başlamıştı oyunu. Benim için evet, Khemiri’nin ismini duymak bile kâfiydi. 1978 doğumlu yazar, parçası olduğu coğrafyadaki, Batı Avrupa kentlerindeki ‘kardeşlerinin’ (Siz bunu göçmenler, ötekiler, yabancılar, kaç kuşak geçmiş olsa bile ‘gerçekten oralı olduğu bir türlü tam olarak kabul edilmeyenler’ olarak okuyun) ruh halini müthiş zekice bir dille kâğıda döken bir isim zira.
Stockholm’de ‘güvercin tedirginliği’
‘Kardeşlerimi Arıyorum’, Stockholm Üniversitesi’nde okuyan Tunuslu Amor’un, kentte geçen 24 saatini takip ettiriyor bize. Amor’un önceki gece 2’ye kadar eğlendiği gece kulübünden çıktığı andan başlayarak şehrin sokaklarında geçireceği günü takip ederken, bir yandan da genç adamın kalbinde, zihninde ve anılarında dolaşıyoruz.
O gece -Amor’un çok geç haberdar olacağı üzere- şehirde bir bomba patlar. Ve Batıda yaşanan her terör eyleminde olduğu üzere olağan şüpheliler bellidir. Kimin kendisini, Amor’u takip ederken aklımdan hiç çıkmayan, Hrant Dink’in katledilmeden hemen önce kaleme aldığı yazısında tariflediğine benzer bir ‘güvercin tedirginliği’ halinde bulacağı da bellidir.
İşte yazar; hayatından kesitleri önümüze epizot epizot serdiği oyun boyunca bizi Stockholm’de yaşayan, kimya tutkunu (öyle ki liseden beri kendisini ve arkadaşlarını birer kimya elementiyle özdeşleştiriyor) Tunuslu bir gencin, kentindeki terör saldırısından sonra yaşadığı güvercin tedirginliğini anlatıyor. Kaleminin ve bakışının etkileyiciliğinin sırrı olan ironik bir zekâyla yapıyor bunu da.
‘İstila’dan referansla göçmen olmak üzerine eğlenceli, sarkastik ve zekice yazılmış bir oyun bekliyordum, öyle de oldu. Birkaç küçük itirazım dışında sezonun en özel işlerinden biri olduğunu düşünüyorum, umarım ömrü uzun olur.
Göçmen bir gencin zihnine konuk oluyoruz
Sahne tasarımında ağırlık, sahnenin gerisini kaplayan ve rengarenk Ortadoğu motifleriyle bezeli yarı şeffaf şerit şerit bir perde. Sahnedeyse bir halı, bir de plastik sandalyeden başka bir şey yok. Fonda belirecek LED ışık, oyuncuların rap yaparken kullanacakları mikrofonlar, farklı ihtiyaçlara dönüşecek iki parça poşu gibi birkaç aksesuar bu sade oyun alanının basit ve işlevsel destekçileri. Daha en baştan müzik, ışık ve sahne tasarımının dili, tonu; çok içten, samimi bir anlatıyla karşı karşıya olduğumuzun sinyalini veriyor zaten.
Güçlü anlatım bir diline sahip olan metninden sonra oyun en büyük gücünü ise oyuncularından ve sahne üstü seri hareket akışından alıyor. Başta Amor rolündeki Uğur Uzunel olmak üzere; Buse Külekci, Can Sertaç Adalıer, Gülin Bakkaloğlu ve Metehan Kaya’dan oluşan kadro hem kendi içlerinde enerjik bir uyum içinde hem de tek tek üstlendikleri karakter ve tiplemelerde ikna ediciler.
Amor malum 24 saatini yaşarken çocukluk arkadaşı Shavi, liseden beri takıntılı bicimde âşık olduğu Valeria, Tunus’ta kendini Budizm’e vermiş kuzeni, yapı market çalışanı, babaannesi, telefonun ucundaki sivil toplumcu kız gibi çok sayıda insanla temas ediyor. Bu karşılaşmaların kimi fiziken kimi telefonda kimiyse zihninde yaşanıyor. Bir yandan Amor’un zihnine derinlemesine dalışlar yaparken bir yandan da onun günlük rutinine tanık oluyoruz.
Sıradan bir Stockholmlü gençten farklarını da ince ince görüyoruz bu esnada. Ve işte tam da o farklardan dolayı yaşadığı ruh haline konuk oluyoruz. Boynunda poşusu, sırtında çantası, cebinde bıçağı var; rengi farklı, şivesi farklı, ismi farklı. Amor ‘kardeşlerinin’ her biri gibi, terör gündemiyle hareketlenen bu Batı Avrupa kentinde olağan şüpheli!
Barış Gönenen’in, oyunun enerjisinin önemli kaynaklarından biri olan rap’i de anlatıya dahil eden rejisi, karakterleri Amor’un gününe/zihnine dahil ediş biçimleri ve oyuncu yönetimiyle başarılı bir rejiye imza atıyor.
İyi oyunculuklar, iyi senkron
Amor rolünde Uğur Uzunel oyun boyu sahneden ayrılmazken; Buse Külekci, Can Sertaç Adalıer, Gülin Bakkaloğlu ve Metehan Kaya yukarıda saydığım oyun kişilerine dönüşerek Amor’un karşısına çıkıyor. Oyunun bu anlamda iyi bir senkron tutturduğunu düşünüyorum. Bilhassa ilk sahnedeki Amor/Shavi kısımlarında bu senkron en iyi şekilde yerleşmişti sahneye.
Öte yandan yapılmak isteneni anlasam da oyuncuların şive/ağız yaparak farklı tiplere bürünmeleri (Bunu her ne kadar başarıyla yapsalar da) çok yakın hissetmediğim bir yol. Oyun gereği buna ihtiyaç olsa da yer yer itici geldiği anlar oldu.
Amor’un gerginliğini, kendisinden bile şüphe eder hale gelişini çok dinamik ve seyirciyi yormadan, can sıkıcı bir öğreticiliğe düşmeden anlatıyor; metin de reji de. Yine de salondan aklımda bazı boşluklarla ayrıldığımı not etmeliyim. En basitinden, Amor’un o gün boyunca gerçekten kendi kardeşlerini mi aradığı yoksa ‘kardeşlerim’ dediği şehrin göçmenlerinden mi bahsettiğini kafamda oturtamadım. Ya da eski platonik aşkıyla bu kadar uzun bir kesiti neden izlediğimizden tam emim olamadığım anlar oldu.
‘Kardeşlerimi Arıyorum’u ilk fırsatta okumak ve sonra belki bir kez daha izlemek istiyorum. Bu sezonun önerileri arasında ilk sıramdaki yerini aldı bile. Oyunu Khemeri’yle tanışmak için, göç meselesine çok dinamik ve doğrudan olmayan bir dille yaklaştığı, iç acıtıcı olduğu kadar komik olduğu için de zaten izleyin. Ama bir de Uğur Uzunel’in -benim gibi sahnede daha önce izlemediyseniz- oyuncu olmak için yaratılan insanlardan biri olduğuna tanıklık etmek için de gidin. Önümüzdeki sezon ödüllerinde en iyi erkek oyuncu adayları arasında yerini şimdiden almış olsa gerek…
Oyunun Avrupa’da Ortadoğulu göçmen olmak üzerine ortaya koydukları üzerine fazladan kelam etmeyeyse hiç gerek yok sanki, izlediğinizde meseleyi kalpten hissedeceğiniz emimin.
Yayınevlerine bir çağrı
Bu yazıya oturmadan önce ilk iş Khemiri’nin bolca ve çeşit çeşit prestijli ödülle karşılanmış roman ya da oyunlarından Türkçeye çevrilen var mı diye baktım. 2018’de Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda da sahnelenen oyunu ‘Kardeşlerimi Arıyorum’un (onun da sanırım baskısı tükenmiş) oyun metni dışında Türkçeye çevrilmiş eserine rastlayamadım yazarın. Yayıncılara bir ricam/çağrım olsun: Jonas Hassen Khemiri romanlarını basar mısınız?
Kardeşlerimi Arıyorum Ara Sahne
Yazan: Jonas Hassen Khemiri
Yöneten: Barış Gönenen
Oyuncular: Uğur Uzunel, Buse Külekci, Can Sertaç Adalıer, Gülin Bakkaloğlu, Metehan Kaya
Süre: 85 dakika.
Ne zaman, nerede: 12 Nisan Cuma 20.30’da Ara Sahne’de, 17 Nisan Çarşamba 20.00’de Bandırma Barış Manço Kültür Merkezi’nde.
Bilet fiyatları: 250 ve 300 TL.
Özel bir dans projesi
Dans dünyasının prestijli ismi, işleri dünyanın önde gelen sanat merkezlerinde sahnelenen Fransız dansçı ‘Jerôme Bel’in, dans yaşamına dair kişisel öyküsünü anlattığı gösteri bu akşam (5 Nisan) 19.00’da Fransız Kültür Merkezi sahnesinde olacak.
Bel ve kumpanyası 2009’da aldıkları karar uyarınca, ekolojik sebeplerden dolayı uçak seyahati yapmıyor. Bel’in Isadora Duncan’la birlikte hazırladığı ve ‘oto-biyo-koreo-grafik’ olarak tanımladığı bu işi Türkiye’de sahneleyen isim Dilek Champs olacak.
Atmasyon Dans Kumpanyası’nın sahneleyeceği gösteride Jérôme Bel, hikâyesini ilk kez anlatıyor; şüphelerini, taahhütlerini, başarısızlıklarını ve heyecanlarını paylaşıyor. Hikâye anlatımını anlamla birleştiren eser; onun hayatından, kariyerinden ve entelektüel projesinden kesitleri ortak yapılarını ortaya çıkaracak şekilde dile getiriyor.