Son aylarda farklı mecralarda dillerde sık dolandığı üzere tiyatromuz ‘altın çağı’nı mı yaşıyor, tartışılır ama nicelik açısından ciddi bir üretim olduğu apaçık. Bu sezon görünüşe göre -net sayıya ulaşmak mümkün değil- 300’den fazla yeni oyun prömiyer yaptı.
Tiyatro dünyasında olan biteni, üretimlerin, reji anlayışının nereye gittiğini, yeni metinleri takip etmek, yeni oyuncular keşfetmek tiyatroyu profesyonel olarak takip eden bizler için de seyirci için de gerçekten hayli zor. Her sezon olduğu gibi bu sene de kaçırdığım pek çok iş oldu. Bu yoğun oyun gündeminde kaçırdığıma en çok hayıflandıklarım ise konservatuvarlardan yeni mezun/genç ekiplerin işleri oluyor. Özellikle pandemiden beri çok sayıda genç mezun tiyatro oyuncusu, yazar, yönetmen kendi ekiplerini kurdu. Ve genç gözleriyle -kıt imkanlarla- dünyaya, hayata bakışlarını sahneye taşıyan işler yapıyorlar.
Geçen hafta görme şansı bulduğum tek kişilik oyun ‘Sendrom’, bu genç ekiplerden Fact Tiyatro’nun, şubatta prömiyer yapan tek kişilik oyunu. Tiyatro gözüne güvendiğim bir başka oyuncunun, ‘Sendrom’a ve oyuncusu Dilara Vural’a dair takdirlerini görüp, fikrini dinleyince aklıma not etmiştim oyunu. Çıktığımda “İyi ki gelmişim” duygusu vardı üstümde. En çok da kariyerinin erken bir döneminde Dilara Vural’ı zorlu bir performansla, sahnede tek başına etkileyici bir mevcudiyetle izlemiş olduğuma sevindim.
Hem hüzünlü hem sarkastik bir metin
Beyaz ışıklı zeminde, boş sahnede, yüksek bir sandalye üzerinde oturan bir kız çocuğu karşılıyor bizi. Bir tür ‘sorgulama’ sahnesi. Arkadaşına neden şiddet gösterdiğini anlamaya çalışan bir dış sesi yanıtlıyor, kız çocuğu. İlerleyen sahnelerde çocuğun bugünüyle tanışıyoruz. Yalnız bir genç kadın. Gündelik hayatını ilaçlarla ayakta tutmaya, yalnızlık duygusunu ve ilgi ihtiyacını tesadüfi erkeklerle gidermeye çalışan yalnız bir kadın. Sadece Alzheimer hastalarının kaldığı bir bakımevinde çalışıyor. Unutmak konusundaki ‘başarısına’ tezat olarak; bakımevindeki yaşlılara ‘hatırlatmak’ gibi bir gündelik rutini var. Çocukluğundan gelen travmatik geçmişine, çökkünlük, karamsarlık tüneline girdiği depresyon dönemlerine inat da sarkastik bir aklı ve ruhu var.
Ali Haydar Çataltepe’nin yazıp yönettiği metni, Dilara Vural’ın tek kişilik performansıyla, karakterin hayatını ileri-geri sararak izliyoruz. Karakterin anne babasıyla yaşadıklarını, kaybından itibaren kendine getirdiği suçlamayı ve boşlukta salınma halini, sürprizi finalde gelen bir akışla veriyor metin.
Karamsar, depresif ve üzücü içeriğine rağmen seyirciyi boğmayan, eğlenceli çıkışlarıyla seyri rahat olan bir iş çıkmış ortaya. Gördüğüm kadarıyla yazarın sahnelenen ilk metni. Metnin dramaturg gözüyle yeniden çalışılması, belki de yeniden, yeniden yazılmasına ihtiyaç var bana kalırsa. Bu bir ‘olmamışlık’ eleştirisi değil. ‘Olgunlaşma ihtiyacı’ diyelim.
Karakterin gündelik dili ve olayları birbirine bağlayış şekli (müthiş performansın da etkisiyle) evet, tutarlı. Ama baba ve anne arasında yaşanan ‘şeyin’ bağlandığı sonuç misal (hikâyedeki kilit nokta olduğu için ‘şey’i açmayalım), beni ikna etmedi. Genç kadının yaşadığı ağır depresyon haline ne kadar ikna olduysam, bunu tetikleyen o olayın gerçekleşme biçimine o kadar ikna olmadım. Genç kadının anneyle ilişkisindeki sıkıntıların da pek derinleşemediği kanaatindeyim. Yanı sıra -huzurevi sahnelerinde- yer yer gereksiz uzayan anlar içeriyor metin/oyun.
Bu genç metnin, üzerine biraz daha çalışılırsa, öykünün güçleneceğine şüphem yok. Zira yazarın dili rahat, eğlenceli ve hassas konulara temas ederken de titiz. (Bazı yorumlarda hikâyede bahsi geçen ‘cüce’ karakterle ilgili yapılan sert eleştirilere katılmadım. Yazarın niyeti gayet açık ve sıkıntısız.)
Afife’nin ‘genç kuşak’ adaylarından…
Gelelim oyunun müthiş ışıltısına, yani oyuncusuna. Kendisine teslim edilen zorlu metni, gözümü bir an bile ayırmak istemediğim enfes bir oyunculukla taşımış, havalandırmış, yükseltmiş Dilara Vural. İlk kez izlediğim bu genç oyuncuda hakiki bir sahne plastiği var. Bedeninde, yüz hatlarında, sesinde, bakışlarında… İleride adını çok daha sık duyacağımıza emin olabiliriz. Ne anlatırsa anlatsın, izledikçe izleyesi geliyor insanın. Birkaç farklı karakteri, tiplemeyi beceriyle oynamasında da değil asıl mahareti. Bunun ötesinde bir oyunculuk kumaşına sahip olduğunu daha ilk sahneden gösteriyor.
Fact Tiyatro’yu oyunun yazarı ve yönetmeni Ali Haydar Çataltepe ile birlikte kurmuş Dilara Vural. Geçen seneki oyunları ‘Sipariş Listesi’ndeki performansıyla Vural, geçen sezon Afife Tiyatro Ödülleri’nde ‘genç kuşak sanatçı’ kategorisinde aday gösterilmişti. Hafta başında bu seneki Afife Tiyatro Ödülleri’nin adaylarının açıklandığı basın toplantısında Dilara Vural ile karşılaştığımda “Ah, harika!” dedim. Vural bu sene de -her biri birbirinden yetenekli olduğunu bildiğimiz- ‘genç kuşak’ adaylarından biri.
Gençlerin -hayatın her alanında- kendilerini gerçekleştirmelerinin, dilediklerince yaşamalarının, istedikleri yoldan, tutkularının ve yeteneklerinin peşinden yürümelerinin her geçen sene zorlaştığı bu ülkede, ‘Afife’nin belki de en önemli kategorisi bu dal. ‘Genç kuşak’ dalında sadece aday olmak, burada görünür olmak bile çok kıymetli. Umarım biz profesyoneller dahil, tüm tiyatro takipçileri ve sektör temsilcileri de gençleri daha fazla görür ve yollarının bir parça da olsa kolaylaşması için bir şekilde el verir.
‘Sendrom’u ve mezuniyetlerinin hemen ardından bu kaotik ‘altın çağ’da kendilerine yer bulmaya çalışan genç ekipleri es geçmeyin, geçmeyelim…
Sendrom Fact Tiyatro
Yazan ve Yöneten: Ali Haydar Çataltepe
Oyuncu: Dilara Vural
Süre: 75 dakika
Ne zaman, nerede: 17 Mayıs Cuma, 20.30’da Koma Sahnesi’nde, 21 Mayıs Salı, 20.30’da Hann Sahne’de.
Bilet fiyatı: 270 ve 350 TL
***
‘Afife’ adaylarına hızlı bir bakış
Madem yukarıda sözü Afife Tiyatro Ödülleri’ne bağladık, o halde 26. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri’nin hafta başında açıklanan adaylarına ve genel manzaraya hızlı bir bakış atalım. Tiyatro ödülleri bolluğu yaşanan bir atmosferde, kararları her sene pek doğal olarak eleştirilse de titiz bir sistemle işleyen, sadece tiyatro camiasında değil oyuncuların -özellikle de yolun başındakilerin- kariyerleri üzerinde de etkisi olan, artısıyla eksisiyle Türkiye’nin en prestijli tiyatro ödülü Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri. (Üyesi olduğum Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nde de adayların nasıl detay detay incelendiğini, tamamı profesyonel eleştirmenler ve akademisyenlerden oluşan jürinin bakışını ve her bir kararın gerekçesiyle sunulduğunu anımsatarak, TEB Ödülleri’nin de alandaki yapıcı rolünü anımsatmak isterim.)
Sevindiren adaylıklar
Afife jürisinin (her sene yeni üyelerle güncelleniyor) ‘büyük prodüksiyon’ ve ‘ödenekli tiyatroları’ özellikle seven bir doğal ruhu olduğu hep konuşulur. Bu sene ‘en başarılı oyun’ kategorisinde ‘39 Buçuk Basamak/Tiyatroadam’, ‘Otomatik Portakal/Tatbikat Sahnesi’, ‘Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi/Kocaeli Şehir Tiyatroları’ gibi büyük ve iddialı yapımların yanında; senenin en özgün işlerinden olan, kapsayıcı bir iş olarak karşımıza çıkan ‘Çirkin/Dolkun Production’ ile çok daha naif bir özgün dili ve yapısı olan, 20 seyirci kapasitesiyle sınırlı, mekâna özgü oyun ‘Büyük Zarifi Apartmanı/İstos Sahne’nin görülmesi hem şaşırtan hem de sevindiren bir gelişme. Aynı şekilde Kundura Sahne yapımı, Çıplak Ayaklar Kumpanyası ekibinin yaratıcı dokunuşlarıyla sezona hediye ettiği ‘Geçen Gün’ün iki kategoride adaylığı olması da sevindirici.
Ama bir yandan da ‘Büyük Zarifi Apartmanı’ ve ‘Geçen Gün’ü es geçmeyen jürinin, yılın yine en zihin açıcı metinlerinden birini ve özellikle erkek oyuncuda (Ümit Erlim) iddialı bir performans içeren ‘Treplev’i hiç görmemesi şaşırttı. Erkek oyuncu demişken, sezon boyu çok güçlü erkek oyuncular izledik. Kişisel favorilerimden Berkay Ateş’in ismine ‘yılın en başarılı erkek oyuncusu’ dalında rastlamadığıma epey şaşkınım. Kaleme aldığı ve Yiğit Sertdemir’in rejisiyle iddialı bir işe dönüşen ‘Uykusuz Bir Rüya, Salim’in adı bile geçmiyor adaylık listesinde.
Dar bütçeli yapımların ‘Afife’ ile imtihanı…
Benzer şekilde Kadıköy Boa Sahne’nin sahneye yaydığı genç enerjisiyle her izleyeni tuhaf şekilde büyüleyen, Emrah Eren yönetimindeki ‘Tarihte Yaşanmamış Olaylar’ı da Afife jürisinin görmezden geldiği bağımsız işlerden olmuş. Sürekli aklımda olanı bir kez daha not edeyim: ‘Afife’nin ayrı bir ‘küçük salon/bağımsız yapım’ kategorisine ihtiyacı var. Hacimli ve etkileyici iyi prodüksiyonların (özellikle yüksek bütçeli olan ya da ödenekli tiyatrolardan çıkanların), dar bütçeli bağımsız ekiplerin parlayan işleriyle ayrı kulvarda değerlendirilmesini sanırım her sene önereceğim…
Bir şaşırtan ‘görülmeme’ de Ferdi Çetin’in yazıp Kayhan Berkin’in yönettiği, İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyer yapan, Metrohan’ın tarihi dokusuna yerleşen oyun: ‘Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı’… Farklı ve zor bir iş olduğuna şüphe yok ama Ferdi Çetin’in öykücü ve dramaturg gözünün birleşiminden çıkan ve çağdaş meselelerimizi özgün bir dille sarmalayan metnin bir şekilde dikkat çekmesini beklerdim.
‘Kel Diva’ neden ‘en başarılı oyun’da yok?
Kişisel itiraz ve sitemlerime rağmen; bu senenin adayları hem performans ve tasarımlarda hem de reji ve oyun kategorilerinde güçlü ve iddialı işleri barındırıyor. Ama tabii ki en büyük ‘eksiklik’ Oyun Atölyesi’nin harikulade Ionesco/Kel Şarkıcı yorumu olan işi ‘Kel Diva’nın ‘oyun’ kategorisinde aday olmaması. ‘Kel Diva’nın tasarım ve performans kategorilerinde toplam yedi adaylığı var. Ama Oyun Atölyesi, ödül sistemine ‘yapım’ kategorisinde dahil olmak istemediği için değerlendirmeye alın(a)mıyor. Oyunculardan Zuhal Olcay (en başarılı kadın oyuncu), Gözde Kırgız ve Kıvanç Kılınç (yardımcı rolde en başarılı kadın ve erkek oyuncular) aday gösterilmiş ama kulislere göre Haluk Bilginer kendisi aday gösterilmek istememiş. Yani törende ‘Kel Diva’nın adını adaylıklar okunurken sık sık duyacak olsak da Haluk Bilginer ve oyunun kendisi ‘aday’ olarak bulunmayacaklar.
Afife Tiyatro Ödülleri artık başvuru sistemiyle işliyor ve ödüle başvuru yapan oyunları değerlendiriyor. Bu sene 196 oyunun değerlendirildiğini duyurdular. Çok zorlu bir süreçten geçiyorlar her sene. Lakin her prestijli ödülde olduğu gibi kararların ardından gelecek eleştiriler de sürecin doğal bir parçası. Şimdiden tüm adayların yolu açık olsun diyelim; ödüllerin belli olacağı 11 Haziran gecesini heyecanla bekliyoruz!