Merkez Bankası, rezervlerini pozitife çıkarabilmek için döviz alıyor. Ancak rezervlerini güçlendirme çabasının enflasyonla mücadeleye sekte vurmaması için de dövizde yükselişe yol açacak kadar alımdan da kaçınıyor.

Daha önce yazdığım T24’te ekonomi yazılarında uymaya çalıştığım kuralları şöyle özetlemiştim: “Dört yıl önce T24’te yazmaya başlarken yapmak istediğim bazı şeyler vardı: 1. Ekonomi kamuoyu için değil ekonomide olup biteni anlamaya çalışanlar için yazacaktım. 2. Halkın merak ettiği basit konuları küçümsemeden, ciddiyetle yazacaktım” (Devamı: https://t24.com.tr/yazarlar/baris-soydan/helallesme-yazisi,33310). Bugün de bu kurallara uyacak ve ekonomiyi yakından izleyenlerin bildiği ama halkın büyük kesiminin tam olarak çözemediği bir konuyu, doların 32 TL’ye demir atmasını anlatacağım. Bilenler okumayı burada bırakabilir.

Yerel seçimlerden önce çok sayıda kişi ve şirket 31 Mart sonrasında devalüasyon olacağı beklentisiyle döviz almıştı. Beklentileri gerçekleşmedi. İktidar partisi yerel seçimden hezimet değil zaferle çıksaydı muhtemelen her şey farklı olacaktı. O senaryoda Cumhur ittifakı zaferin rüzgarını arkasına almış ve muhalefet partilerini de dağınık halde yakalamışken muhtemelen bekletmeden anayasa referandumuna gidecekti. En azından bunu bekleyen çok sayıda gözlemci vardı. Referandum “ortodoks” ekonomi politikalarına dönüşü muhtemelen engelleyecek veya geciktirecekti, “Dört yıl seçim yok” tezi masadan kalkacaktı. O senaryoda Türkiye’ye bugünkü kadar büyük sıcak para girişi olmaz, kurda büyük olasılıkla farklı gelişmeler yaşanırdı.

Türkiye’ye seçim sonrası çok ciddi miktarda sıcak para girdi

Neyse tarihte spekülasyon olmaz, böyle olmadı ve seçimlerin ardından ekonomi yönetimi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın desteğini alarak bildiği yoldan ilerlemeye devam etti. Bunun ve Merkez Bankası’nın politika faizini yüzde 50’ye çıkarmasının etkisiyle seçimden sonra Türkiye’ye çok ciddi miktarda sıcak para (kısa vadeli yabancı sermaye) girdi. Bu arada yurtiçindeki döviz mevduatlarında çok ciddi bir erime gerçekleşti. Bunların sonucunda Merkez Bankası seçimden bu yana piyasadan 50 milyar dolardan fazla döviz aldı ve karşılığında piyasaya TL verdi. Yani aradan geçen yaklaşık iki ayda TL’ye 50 milyar doları aşkın talep geldi. Talebi artan bir şeyin fiyatı artar, Merkez Bankası yabancıların getirdiği ve yurtiçindeki vatandaşlarla şirketlerin sattığı dövizleri almasa TL değer kazanacak, dolar düşecekti. Düşmemesinin sebebi Merkez Bankası’nın bu dövizi alarak karşılığında TL vermesi, yani arz ve talebin 32 TL’de buluşmasını sağlamasıydı.

Merkez rezervlerini pozitife çıkarabilmek için döviz alıyor

Merkez Bankası neden böyle yaptı? Çünkü birincisi, Swap hariç rezervleri (yani para takasıyla başka bankalardan borç olarak aldığı dövizler hariç rezervleri) eksideydi. Hem de çok uzun zamandır, Mayıs 2020’den beri eksideydi. Ve bir ara Swap hariç rezervler eksi 70 milyar doları da geçmişti. Bunun çok büyük bir risk olduğu açıktı. Merkez Bankası işte bu nedenle rezervlerini pozitife çıkarabilmek için döviz alıyor. Ve başa baş noktasına ulaşmak için daha 20 milyar dolardan fazla döviz alması gerek. Ondan sonra da normalleşmeyi sağlamak için bir 30-40 milyar dolar daha…

Öte yandan Merkez Bankası döviz almayıp TL’nin değerlenmesini sağlasa cari açık yeniden artışa geçer. Şimdiden feryat eden ihracatçıların rekabet yeteneği o durumda iyice azalır, ithalatın cazibesi iyice artar. Bu da azalma trendine giren cari açığın yeniden artmasına yol açar. Ekonomi yönetimi bunu da istemiyor. Merkez Bankası işte bu nedenle de döviz alıyor.

Fakat Merkez Bankası rezervlerini güçlendirme çabasının enflasyonla mücadeleye sekte vurmaması da lazım. Yani Merkez Bankası dövizde yükselişe yol açacak kadar alımdan da kaçınıyor, kademeli bir strateji izliyor. İzlediği stratejinin resmi adı, TL’nin reel olarak değerlenmesi. Amacının bu olduğunu son üç faiz kararında ilan etti. Reel değerlenme, TL’nin yine değer kaybetmesi ama değer kaybı oranının enflasyonun altında kalması demek. Yani TL önümüzdeki aylarda yine bir miktar değer kaybedecek ama değer kaybı enflasyonun altında kalacak. Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek geçen hafta “TL’de bir miktar zayıflık olacaktır, ancak volatilite son derece azalmıştır” derken işte bunu kastetti.

Amerikan bankaları ne diyor?

Peki TL ne kadar reel değer kazanacak? Açıklanmış resmi bir strateji olmadığı için bilmiyoruz. Ama çeşitli yatırım kuruluşları TL’deki değer kaybının bu yıl enflasyonun 10-20 puan altında kalacağını ne zamandır öngörüyor. Ve bu varsayımdan hareketle doların yılı 36-38 TL arasında bir yerde bitireceğini tahmin ediyorlar. Mesela geçen hafta Amerikan yatırım bankaları, Bank of America doların yılı 38, Morgan Stanley 36 lirada tamamlayacağını öngördü.

Ama daha yılın ortasına bile gelmedik, yolun üstünde birçok belirsizlik var. Sıcak para girişinin üstüne yaz aylarında turizm gelirleri de eklendiğinde Merkez Bankası doları 32 TL’de tutmayı başarabilecek mi? Veya tam tersi, Türkiye’ye bu kadar sıcak para girmişken Batı ülkeleriyle yaşanabilecek yeni bir Rahip Brunson krizinde ani sıcak para çıkışı ve ona bağlı olarak yüksek volatilite olmayacak, TL üstünde değer kaybı baskısı oluşmayacak mı?

Evdeki hesap çarşıya uyacak mı, göreceğiz.

Piyasa memnun: Merkez’den likiditeye 600 milyar TL’lik tırpan

Merkez seçimden bu yana 42 milyar dolar aldı ama daha atılacak çok adım var