Dünya ekonomisinde çok ama çok garip bir haftayı bitirmeye hazırlanıyoruz. Hafta başında yaşananlar herkesin aklına 2008 krizini getirdi, yoksa yeni bir küresel krize mi gidiyorduk?.. Haftanın son iş gününe ise “Ne krizi, her şey çok güzel, lay lay lom” havasında başlıyoruz.
Hafta Tokyo Borsası’nın Nikkei endeksindeki yüzde 13’lük düşüşle başladı. Sadece Japonya’da değil tüm Asya borsalarında çok sert düşüşler vardı. Düşüşler sadece hisse senedi borsalarıyla sınırlı kalmamış, bakır ve petrol başta olmak üzere emtia ürünlerinde sert değer kayıpları yaşanmış, Bitcoin başta olmak üzere kripto paralar baş üstü çakılmıştı. Böyle panik dönemlerinde yükselen altına bile satış gelmişti. Bu arada dolar da başta yen ve euro olmak üzere büyük paralar karşısında değer kaybetmişti. Borsa İstanbul da o gün yüzde 5.5 civarında değer yitirdi. Mart seçimleri sonrasında Türkiye’ye gelen sıcak paranın bir kısmı o panikte tekrar dövize döndü, onun etkisiyle dolar 33.60 TL’ye kadar yükseldi. Yaşananlar dünyanın 2008 benzeri bir küresel krizin eşiğine geldiğini düşündürmüştü.
Paniğin iki sebebi vardı. Birincisi Amerikan ekonomisinin durgunluğa veya piyasalarda kullanılan deyimle “sert inişe” gittiği düşüncesi. Geçen haftaya kadar Amerikan ekonomisinde işlerin yolunda, hatta fazlasıyla yolunda gittiği düşünülüyordu. Ekonomi büyüyor, enflasyon düşüyor, şirketler istihdama devam ediyordu. Geçen hafta bu tabloyu bozan üç veri geldi. Birincisi, haftalık işsizlik başvurularındaki beklenmedik artış. İkincisi, imalat sanayii satın alma yöneticileri endeksindeki beklenmedik zayıflama. Ve üçüncüsü tarım dışı istihdamdaki beklenmedik düşüş. Bunlar korkulan durgunluğun nihayet kapıya geldiğini düşündürdü. Eğer ekonomi durgunluğa girecekse bu şirketlerin işlerini bozacak, elenmeler yani iflaslar başlayacaktı.
Paniğin ikinci nedeni Japonya Merkez Bankası’nın geçen hafta politika faizini yüzde 0-0.1’den yüzde 0.25’e yükseltmesiydi. Japonya 1990’lı yıllardan bu yana boğuştuğu durgunluğu yenebilmek, tüketimi canlandırabilmek için (insanlar ve şirketler para biriktireceklerine harcasınlar diye) uzun yıllar boyunca politika faizini ekside tutmuştu. Bu politikadan çıkışa yönelik ilk adımı geçtiğimiz mart ayında atmış, faizi eksi bölgeden 0-0.1’e çıkarmıştı. Geçen hafta yaptığı ikinci artırım ise Amerikan ekonomisinin durgunluğa gittiği korkusuyla birleşip dünya piyasalarında paniğe yol açtı.
“Japonya’nın yaptığı minimal faiz artırımıyla dünya piyasaları arasında nasıl bir ilişki var?” diye soracaksınız haklı olarak. Çok ilişki var, hatta Japonya’nın faizi sadece dünya piyasalarını değil, bizi, Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Japonya’daki eksi faiz yatırımcıların yıllarca bu ülkeden borçlandıkları parayı yüksek faizin ya da borsalarında yüksek getirinin olduğu ülkelere yatırmasına yol açtı. Buna piyasa jargonundaki İngilizce adıyla “carry trade” yani taşıma ticareti deniyordu. Bu kanaldan başta Amerikan borsaları olmak üzere dünya piyasalarına trilyonlarca dolar aktı. Japonya Merkez Bankası’nın faiz artırımı ve ona bağlı olarak yenin dolar karşısında son aylarda ciddi değer kazanması “carry trade” adlı saadet zincirinin kopmasına yol açtı. Japonya’dan düşük faizle borçlanıp başka ülkelere (bu arada Türkiye’ye de) yatırım yapmaya dayalı pozisyonlar geçen haftadan bu yana büyük oranda kapatıldı (Amerikan bankası JPMorgan’a göre bu tip pozisyonların üçte ikisi kapandı). Bu da piyasalardaki paniğin ikinci nedeniydi.
Peki haftanın ortasında hava nasıl tekrar döndü, bulutlar nasıl birdenbire dağıldı, iyimserlik dünya piyasalarına (ve bunun sonucu olarak Borsa İstanbul’a) nasıl geri döndü? Çünkü Amerikan ekonomisinin durgunluğa gittiği yorumunun çok abartılı ve erken olduğu fark edildi. Paniğin fitilini geçen hafta işsizlik başvuruları verisinin çok yüksek gelmesi ateşlemişti. Dün açıklanan veri ise işsizlik başvurularının yeniden normale döndüğünü gösterdi. Bu arada yatırımcılar da salim kafayla düşünme fırsatı buldu, birkaç veriyle abartılı çıkarımlar yapmanın yanlış olduğu görüldü.
Japonya kaynaklı “carry trade” zincirinin kopması meselesine gelince… Evet bu bir problem ama yapısal bir problem değil. Japonya kaynaklı pozisyonlar bir kere kapandıktan, piyasa buna uyum sağladıktan sonra her şeyin kaldığı yerden (daha az parayla olsa da) devam etmemesi için bir sebep yok.
Yani küresel kriz çıkmayacak mı? Eğer küresel ekonomide şu anda bilmediğimiz başka sorunlar yoksa hayır. Peki hafta başındaki panik neyin nesiydi? Büyük olasılıkla bir “düzeltme” hareketiydi, yani geçen aylardaki yükselişin köpüğünün bir kısmı bu panikle alınmış oldu.
Bununla birlikte artık hiç kriz yaşanmayacağını söylemek de saçma olur. Bir gün büyük bir kriz yine yaşanacak. Ve muhtemelen 2008’de olduğu gibi beklenmedik bir anda başlayacak.
O an bu an olmasın? Dediğim gibi çok büyük ihtimalle hayır. Ama o küçük ihtimali akıldan çıkarmamakta fayda var.
Dünya krizin eşiğinden mi döndü, kabus mu gördü?
Geçen hafta piyasalarda yaşananlar dünyanın 2008 benzeri bir küresel krizin eşiğine geldiğini düşündürdü. Haftanın son iş gününe ise 'Ne krizi, her şey çok güzel, lay lay lom' havasında başlıyoruz. Peki ne oldu da bunlar yaşandı?