Türkiye’de elbette uzun zamandır 'düşük faiz koalisyonu' var. Çok kabaca TÜSİAD’da bir araya gelen büyük sermaye dışındaki kesimlerin uzun zamandır düşük faiz ve ucuz kredi talep ettiğini, hatta buna bağımlı hale geldiğini söyleyebiliriz.

İktisatçı Ümit Akçay’ın Türkiye’nin kur krizleriyle savrulduğu beş yılı anlattığı kitabı “Krizin Gölgesinde En Uzun 5 Yıl” geçenlerde yayınlandı. Kitabın en önemli tezi, faiz indirimlerinin tek başına Erdoğan’ın kişisel kararı değil, Akçay’ın “düşük faiz koalisyonu” olarak adlandırdığı ve 1990’lardan beri Türkiye’nin ekonomik ve siyasi hayatında etkinlik gösterdiğini belirttiği şirketler kesiminin de talebi olduğu.
Türkiye’nin 2018’de başkanlık sistemine geçmesi sonrasında Murat Uysal ve Şahap Kavcıoğlu’nun Merkez Bankası başkanlıkları döneminde yapılan ve ekonomiyi uçurumun (ödemeler dengesi krizinin) eşiğine getiren faiz indirimlerinin arka planı bugüne kadar tam olarak aydınlatılamadı. Tek sebep Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bu konuda nas ortada. Nas ortada olduğuna göre sana, bana ne oluyor?” sözlerinde ifadesini bulan dini hükümler miydi? Başkanlık sisteminin yüzde 50+1’e mecbur bırakmasının etkisi neydi? Akçay’ın sözünü ettiği “düşük faiz koalisyonu”nun payı var mıydı? Bu soruların yanıtlarını net biçimde veremediğimiz için gelecekte beklenmedik, olmadık bir anda yeni bir faiz döngüsünün başlamayacağından da bir türlü emin olamıyoruz. Sadece biz değil yabancı yatırımcılar da emin olamıyor ki, yüksek faiz dışında Türkiye’ye para getirmiyorlar.
Önce şunu ortaya koyalım: Erdoğan hep, yani 2018 öncesinde de düşük faizden yanaydı. Örneğin Merkez Bankası’nın 24 Şubat 2015’teki toplantısının ardından yaptığı faiz indirimini yetersiz bularak dönemin Başkanı Erdem Başçı’ya yüklenmiş ve “Bize karşı bir bağımsızlık mücadelesi veriyorsun da başka yerlere bağımlılığın mı var?” demişti.


Elbette zihin dünyasını kesin biçimde bilmek mümkün değil ama bir yandan dini hükümlerin yani nasın, diğer yanda ise Ak Parti’nin iktidara geldiği 2002 sonrasında yaşananların faize bakışını oluşturduğunu söylemek mümkün. Merkez Bankası’nın gecelik borç alma faizi Ak Parti’nin iktidara geldiği Kasım 2002’de yüzde 46’ydı. Bu oran bir yıl sonra, Ekim 2003’e gelindiğinde yüzde 26’ye inmişti. Daha sonra düşüşü sürmüş, faiz Aralık 2010’de yüzde 1.5’e gerilemişti. Aynı dönemde enflasyonun da tek haneye inmesi Erdoğan’ın zihninde “faiz indirimi=enflasyonda düşüş” denkleminin oluşmasını sağladı.
Erdoğan’ın enflasyona şöyle baktığını ileri sürmek mümkün:
1. Geçmiş iktidarlar vatandaşı hayat pahalılığı ile ezdi.
2. Biz geldik, faizi düşürdük, enflasyon da düştü. En dip noktaya vardık, Gezi olayları başladı.
Nitekim Erdoğan ekonomide dengelerin iyice bozulduğu 2013 sonrasında kur şoklarına karşı faizin artırılmasına hep karşı çıktı. Çünkü “Yüksek faiz yüksek kurdan daha zararlıdır” fikrinde ısrarcıydı.
Bugüne kadarki sözlerinden hareketle verimlilik, rekabet, yapısal sorunlar gibi faktörleri enflasyon nedeni olarak görmediğini de ileri sürebiliriz. O nedenle mesela yüzde 10 enflasyon ile yüzde 5 enflasyon arasındaki farkı önemsemedi. Ve yine aynı nedenle enflasyon yeniden çift haneye çıkıp uzunca süre yüzde 10-20 aralığında kaldığında bunu küçümsedi, kısa sürede düzeleceğini söyledi.
Ak Parti’nin ilk dönemi sadece enflasyonu değil büyük olasılıkla ekonomik büyümeye bakışını da şekillendirdi. Türkiye bu dönemde ucuz para ve kredi ile büyümüştü, bu muhtemelen onun için sihirli formül haline geldi.
Özetleyecek olursak Erdoğan Ak Parti’nin ilk döneminde ekonomide sağlanan başarıları (pek çok Ak Parti seçmeni gibi) yanlış okudu, oysa bir başarı varsa o Kemal Derviş programı, AB çıpası ve 2008 küresel krizi sonrası gelişen ülkelere akan bol ve ucuz para sayesinde gelmişti. Şu sözleri bunun somut göstergesiydi: “Yüzde 63’ten biz faizi aldık. Enflasyon yüzde 30’du, yüzde 4.6’ya kadar indirdik. Batı çıldırdı, çılgın Türkler bir şeyler yapıyor. Biz de onlara prim vermedik. ”
Peki Ümit Akçay’ın sözünü ettiği “düşük faiz koalisyonu”nun hiç etkisi olmadı mı? Türkiye’de elbette uzun zamandır böyle bir koalisyon var. Çok kabaca TÜSİAD’da bir araya gelen büyük sermaye dışındaki kesimlerin uzun zamandır düşük faiz ve ucuz kredi talep ettiğini, hatta buna bağımlı hale geldiğini söyleyebiliriz. Erdoğan belediyecilikten geliyor. Belediye faaliyetlerinin merkezinde inşaat (ve dolayısıyla rant) yer alır, inşaat için de düşük faiz elbette hayati önemdedir. Bu nedenle “düşük faiz koalisyonu”nun hassasiyetlerini bildiğini ve benimsediğini söylemek de mümkün.
Ama teraziye koyacak olursak faiz indirimi döngülerinin arkasında onun yukarıda anlamaya çalıştığım zihin dünyasının çok daha ağırlıklı rol sahibi olduğunu görürüz. “Düşük faiz koalisyonu”nun hassasiyetlerini biliyordu, ama kararlarını esas olarak nas ve Ak Parti’nin ilk dönemindeki başarılara dair çıkarsamaları belirledi.
Zihin dünyası bir kez şekillendikten sonra çok zor değişir. O nedenle düşük faiz politikası şimdilik rafa kalkmış olsa da ilk fırsatta oradan tekrar indirileceğini söylemek de yanlış olmaz.
Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl (2018-2023), Doğan Kitap, 2024.