Önce yazının ana fikrini özetleyeyim: Enflasyonu düşürmek için uygulanan sıkı para politikası Türkiye ekonomisini durgunluğa soktu, buradan tek parça halinde çıkmak mümkün olmayacak.
Aslında yaşadığımız şeyin bir durgunluk olup olmadığı da tartışmaya açık. Mahfi Eğilmez Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu stagflasyon, yani durgunluk içinde yüksek enflasyon olarak tanımlıyor, bu aslında daha doğru.
“Yüksek enflasyonu biliyoruz, durgunluk nerede” diye soranlar olabilir, zira en son açıklanan gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) durgunluğa değil büyümeye, hem de güçlü büyümeye işaret ediyordu. Türkiye ilk üç ayda yıllık bazda yüzde 5.7, bir önceki çeyreğe göre ise yüzde 2.4 büyümüştü. Ama işte ondan sonra, yani ikinci çeyrekte Türkiye ekonomisi durdu ve içinde bulunduğumuz üçüncü çeyrekte durgunluk muhtemelen daha da derinleşti. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM), öncü verilerden hareketle ekonominin ikinci çeyrekte küçüldüğünü tahmin ediyor. Veriler gerçekten de ikinci çeyrekte ekonominin fren yaptığını söylüyor. Mesela sanayi üretimi haziranda yıllık bazda yüzde 4.7 daraldı. Aynı ay işsizlik 0.7 puan artarak yüzde 9.2’ye çıktı. Konut ve otomobil satışlarında da ikinci çeyrekte ciddi düşüşler yaşandı.
Borsa İstanbul’a gelen büyük şirketlerin ikinci çeyrek bilançoları da kâr ve cirolarda sert daralma yaşandığını gösteriyor. Özellikle Koç Holding şirketleri Arçelik, Tofaş, Ford Otosan, Tüpraş ve Türk Traktör’ün kârlarında sert düşüşler görüldü, buna bağlı olarak Koç’un kârı ilk altı ayda yüzde 103 azaldı. (Bununla birlikte borsa şirketlerindeki daralmada enflasyon muhasebesinin etkisinin bulunduğunu da göz ardı etmemek gerek.)
Manzara açık: Ekonomi yönetimi geçen yıl değişmiş ve Merkez Bankası 2023 Haziran’ında faiz artırımlarına başlamış olsa da bu yılın mart ayındaki yerel seçimler öncesinde sert frenden kaçınıldı. Mart seçimlerinden sonra ise kredi büyümesine getirilen sınır gibi önlemlerle ekonomide vidalar iyice sıkıldı ve Türkiye durgunluğa girdi.
Ekonominin durgunluğa girmesinde sıkı para politikasının yanı sıra ihracatta işlerin yolunda gitmemesinin de payı var. İhracat artışı geçmiş dönemlerle karşılaşıldığında durma noktasında. Bunda Türkiye’nin ana ihracat pazarı Avrupa’da işlerin kötü gitmesinin yanı sıra (Mesela Almanya ikinci çeyrekte yine daraldı) uygulanan para politikası nedeniyle TL’nin reel olarak değerlenmesinin de payı büyük.
Merkez Bankası TL’nin reel olarak değerlenmesini istediğini faiz kararlarında zaten söylüyor. Enflasyonla mücadelenin bir ayağı yüksek faiz ve sıkı para politikası ise diğerinin TL’nin reel olarak değerlenmesi olduğu bir sır değil. Güzel ama bu politika ihracatçı şirketlerin rekabet yeteneklerini yitirmesine yol açtı. Maliyetleriniz artarken döviz aynı oranda artmıyorsa ne yaparsınız? Mecburen fiyatlarınıza döviz bazında zam yaparsınız. Peki başka ülkelerdeki rakipleriniz fiyatlarını artırmıyorsa ne olur? Müşterilerinizi onlara kaybedersiniz. İhracatçıların yaşadığı sorun işte bu.
Liranın reel değerlenmesi ihracatta özellikle emek yoğun sektörleri derinden etkiliyor. Zaten en sert fren yapan sektörler de bunlar. En başta da tekstil ve hazır giyimi. Bu iki sektörden gelen haberler kötü. Hatta çok kötü. Küçük şirketlerde devrilmeler ve konkordatolar zaten başlamıştı, son dönemde büyük şirketlerin de zora girdiği konuşulur oldu. Örneğin, önceki gün İç Anadolu ve Trakya’da üretim yapan büyük bir giyim şirketinin toplam 1.7 milyar TL civarındaki borcunu ödeyemeyerek konkordato ilan ettiğini duydum.
Sıkı para politikası ve değerli TL politikası daha epey bir süre devam edeceği için önümüzdeki dönemde bu tip haberlerin daha da yoğunlaşacağını ve Türkiye’nin büyük bir konkordato/iflas ve işten çıkarma dalgasıyla karşı karşıya kalacağını tahmin ediyorum. Bankavitrini.com yazarı Erol Taşdelen’in hazırladığı tablo daha şimdiden konkordato sayısında büyük artış yaşandığını gösteriyor.
Gamlı baykuş olmak istemem ama görünen köy kılavuz istemiyor, sonbahar ve kış ayları çok zor geçecek, çok firma batacak, yüz binlerce insan işsiz kalacak.
Öyleyse toplumdan (çiftçiler hariç) neden hiç ses yok, diye sorulabilir. Muhtemelen bu fırtına öncesi sessizlik.