Bu yazıyı önceki gün X’te (eski adıyla Twitter’da) yaptığım bir paylaşımın çok tepki çekmesi üzerine yazmaya karar verdim. İstanbul’daki yatırım şirketlerinde bir süredir arka arkaya faiz artırımlarının henüz istenen sonucu vermemesi nedeniyle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Mehmet Şimşek’e uyarı ilettiği iddiası konuşuluyordu. Bu iddiayı Ankara’yı tanıyan kaynaklarıma sormuş, iki ayrı kaynakta da konuşulduğunu öğrenmiştim. Bir iddia olarak Twitter’da yazdım.
Bu paylaşımıma çok ağır tepkiler geldi. Tepkileri üç kategoride toplamak mümkün. Birincisi, iddianın külliyen yalan olduğu yönündeki Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi’nin açıklamasıydı.
İkinci grup, kaynak belirtmeden bilgi paylaşılmaması gerektiğini ileri sürüyordu. Bu grupta “Resmi kaynaklar tarafından doğrulanmayan bilgiler paylaşılmamalı” diyenler de vardı.
Bir de üçüncü bir grup vardı. Bunları “Tam da borsanın böyle sallantılı olduğu bir dönemde piyasanın moralini bozacak bilgi paylaşmak yanlıştır” şeklinde özetleyebiliriz. Tabii ben kibarlaştırarak “Yanlıştır” şeklinde özetliyorum, hızını alamayanlar “Hainliktir… Suçtur…” diye devam ediyordu.
İkinci ve üçüncü gruptaki eleştirilerin neden yanlış olduğunu kısaca yazmak istiyorum.
“Kaynak gösterilmeden bilgi paylaşılmaması gerektiği” yönündeki iddianın yanlışlığını, gazetecilik tarihini biraz bilenler hemen fark etmiştir. Kaynak belirtilmeden herhangi bir haber yazılmayacak olsaydı, başta eski Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Richard Nixon’ın istifasına yol açan Watergate skandalı başta olmak üzere tarihe geçmiş birçok haber/dosya yazılamazdı. Watergate skandalını ortaya çıkaran Amerikalı gazeteciler Bob Woodward ve Carl Bernstein uzun bir süre boyunca kaynaklarının gerçek kimliğini bile öğrenememişti.
Yanlış anlaşılmasın, kendimi Bob Woodward ve Carl Bernstein’le aynı kategoriye koyuyor değilim. Benimki sıradan bir piyasa söylentisi. Ama kaynak belirtmeden hiçbir şey yazılmaması gerektiği iddiasının yanlışlığı sanırım ortada.
Piyasanın moralini bozacak şeylerin yazılmaması gerektiği iddiasına gelince… Bu konuyu tartışmaya, konunun özünü oluşturan soruyu masaya koyarak başlayalım: Gazetecinin sadakati gerçeğe mi, piyasaya mıdır?
Soruyu böyle koyunca yanıt da kendiliğinden geliyor, öyle değil mi?
Ama ya şöyle sorsak: “Gazetecinin sadakati gerçeğe mi, devletine midir?”
Böyle sorunca gerçek yerine devletin çıkarlarını tercih edenlerin sayısının arttığını tahmin ediyorum. Peki ama ya paylaşılması devlet yetkililerinin hoşuna gitmeyecek o bilginin ortaya çıkmasında büyük bir kamu çıkarı varsa?
Buna dair tarihte çok iyi bilinen bir örnek, Amerika’nın 1961 yılında Devlet Başkanı Castro’yu devirmek için Küba’da gerçekleştirdiği, başarısızlıkla sonuçlanan Domuzlar Körfezi Çıkarması’dır.
Amerikan medyası bu çıkarmayı önceden haber alır ve yazmak ister. Başkan Kennedy medya yöneticilerini telefonla arayarak haberleri durdurur.
Domuzlar Körfezi çıkarması Amerika açısından büyük bir fiyaskoyla sonuçlanacak ve Kennedy, “Keşke gazeteler yazsaydı, o zaman belki böylesine bir felaket yaşamazdık” diye özeleştiri yapacaktır.
Demokrasiye dair en temel ilkeler üzerinde anlaşamamış bir ülkede gazetecilik etiği tartışması lüks görünebilir. İçimi dökmek istedim, diyelim…