Tuz koktu deniyor.

Eğitimin üstüne bir de yemin ederek işe başlanan Hukuk ve Tıp ne hâllerde herkes biliyor.

O iki sektör başı çekince insan kendini görmeyen bir varlığa, dünya da onların ruhsatsız ehliyetsiz ve kendisi aynaya bakmaz berberlerin dükkânına döndü.

Çözüm insan” da, “hangi insan”?

New York Times’ın ünlü yazarı Thomas Friedman soruyormuş: 

Yaşadığımız yeni çağın adı ne olmalı? 

Yaşadığımız yeni çağın belirgin özelliği, eskinin ‘siyah-beyaz’ ‘dost-düşman’ ‘iyi-kötü’ ayrımlarının ortadan kalkması, karşımızdakinin ve bizim aynı anda çoklu kimliklere sahip olmamız. Dış politikadan iklime, teknolojiden ekonomiye her alanda eskinin ikili sistemi artık yok.” diyormuş.

T Friedman 1990’lardan beri yazdığı başta Orta-doğu öngörüleri bütün kitapları çöp olan bir adam. 

Eskimiş Neoliberaller hâlâ ondan bir ümit bekleye dursunlar, onun dedikleri doğru olsa bu ülkenin sınırları bugün kim bilir ne olurdu,  okuyanlar bilir.

Yıllardır benzer teraneler yazan o bey’in “siyah -beyaz vs dönemi geçti” dediği, insanlığı cambaza baktırmak için hâlâ gevelenen, tepe tepe hayrını göremedikleri Post-Truth uydur kaydır.

Bunların kırk yıllık ‘satış vaadleri’, kendilerini “yeni”, geri kalanı “bayat” göstermekti. 

Böylece yandaş/ destek buldular. 

Yukarıda alıntıladığım kısa paragrafına bile iki “eski” kelimesi sıkıştırılmış oluşu bu yüzden.

Üstelik bunu, okulları silahlarla basılıp küçük çocuklar öldürülen, kimilerine göre iş savaşın eşiğinde foyası sapır sapır dökülmüş ülkesinden ‘salla gitsin’ der gibi yapıyor.

Ama şimdi ilk kez, gelecek bir ‘ideoloji’ değil; bir ‘tartışma’ olarak önümüzde.

Hakim ideolojiye sıkı sıkı sarılmış olan bugünün eskileri elbette bunu görüyor.

Ama onların bu arayışa tartışarak katılmaları bizzat içinde oldukları ekosisteme çoklu organ bağlılıkları nedeniyle zor. 

Çünkü bağımsız değil fena hâlde taraflar.

O zaman gelsin manipülatif lâflar, sözde yeni çıkış dijital vaatler, kıvraklıkla U dönüşler… 

Bunlar uçuşuyor etrafta.

Bana kalırsa battıkça batışları asıl bundan.

Bence ‘çıplak gezen’e değil “kral çıplak” diyenlere yönelme her gün biraz daha artıyor.

Kaynayan ülkesinde bizim durumuza sağolsun bir “AD” arayan yazara önerelim de, şavullamaya bi ara versin Meksika’ya bir gitsin gelsin, aradığını orada bulamazsa meraklısı olduğu buralara, Suriye’ye de bekleriz.

Sonra, “Anything goes” da ısrar etsinler, göreceğiz nereye kadar.

Şu ‘griler de var’ diye bilinmedik bir sır söylermiş gibi safsata yapan ‘renk kartelası uzmanları’nın alemi renkkörü sanmasına başından beri ifrit oluyorum.

İstediği renkte pantolon veremedikleri birini başka bir renkte gömlekle uyutmaya çalışan kötü tezgahtarlar gibiler.

Yaşadığımız yeni çağa bir isim arayan” eskimiş yazara ‘sen biraz dur hele’ demeyi düşünenlere benim önerim, “Kendim ettim kendim buldum zamanı” üzerinde biraz durmaları.

Bugün ortada tek bir alternatif yok. 

Aslında belki de mesele alternatif üretmekten çok, kırılmış aynanın parçalarını görmeyi öğrenmek. 

Neoliberalizm bize bir bütünlük vaadi sunmuştu. 

O bütünlük kırıldı. 

Yerine geçecek olan şey, tek bir sistem değil; çoklu arayışlar çağı. 

Peynir gemisi böyle yürümedi çünkü.

Finansallaşma demokratik meşruiyeti aşındırdı. 

Eşitsizlik artık sistem içi ‘geçici bir hata’ değil, ‘sistemin sonucu’. 

Hatta kendisi.

Bireycilik ve rekabet kültürü toplumları parçalayarak sürdürülemez hale geldi. 

Küreselleşmenin geri dönüşsüz olmadığı ortaya çıktı.

Maval aleminin işi şimdi daha zor.

Halklar bunlardan silkelenip yeni bir sosyal kontrat talep edecek diye hayâl kuruyorum. 

Daha doğrusu hayâle tutunmaya calisiyorum” diye yakındı bir dost.

Hâlâ mikrocip devriminden falan bahsediyor utanmadan”…

Bilirsiniz, Fransızların bir sözü, “ İ’lerin noktalarını koyma zamanı” der, sanki kendi başlarına bir gün gelecekleri bilmişler gibi.

Bence halklar ellerindeki noktayı koymaya doğru hızla ve kızgınlıkla gidiyor.

Bunu görenler, bir takım eski elemanlarını ‘I’yı hâlâ oraya-buraya çekmeleri için kullanarak, zaman kazanmaya çalışıyor.